by

Huzursuz Kadının Kuaför Sendromu

Sanırım bende berber korkusu var. Belki fobi düzeyinde değil ama, kuaförlerde bulunmaktan ve saç kestirmekten hiç bir zaman hoşlanmadım. Şimdiki dahil iki kuaförüm  hariç  hiç kimsenin kestiği saçtan memnun olmadım.  Kırk yılın başında bir düğün nişan olur, saç fönletmem gerekir,  yüzde yetmişinde eve döner saçımı yıkar, kendim şekil veririm, ya da memnuniyetsiz bir biçimde etkinliğe katılırım. Saç kestirme fobisine tonsurephobia deniyormuş bu arada. Tonsure kesmek demekmiş. Benimki fobi değilse de en azından huzursuzluk.

Tüm çocukluğum da kısa saçla geçti. Kıvırcık saçlı olduğum için ve annem tarayıp kurdele takma derdinden kurtulsun diye.  Hoş ben de sanırım hiç arzu etmedim bir tomboy olarak hep kısacık saçlarla gezdim. Lisede üç belik örgü biçiminde değilse kısa kesmek gerekiyordu, o üç belik hiç uzamadı. Üniversite ve sonrası saçımın göreceli uzun olduğu zamanlar oldu. Car car konuşan berberlerden hiç hoşlanmam. Habire soru sorarlar. Oldum olası sosyal civciv şeklinde dolaşırlar. Tüm Türkiye’nin dedikodusunu bir  berberlerden, iki taksi şöförlerinden alabilirsiniz. Ben bir süredir röfle yaptırmak için, şimdilerde de yaş icabı boya ve kestirmek için kuaföre gidiyorum. Tırnaklarım toprakla uğraşmaktan ve onu bunu boyamaktan  hep kısadır. Tırnak etlerimi yememek için çaba gösteriyorum, yani famme fatale olmaktan çok uzak bir yapım var anlayacağınız, manikür, pedikür hak getire. makyaj desen alerjik olduğum için yapılamıyor. İşim de çok uzamıyor aslında böyle yerlerde, yine de gitmeden on gün önce konuşmaya başlıyorum gideceğim diye, etrafımdakileri de bıktırıyorum. Eşim “Bir erkekler gibi olamıyorsunuz. Günlerce olmuş mu olacak mı, şu renk mi olsun, kısa mı uzun mu, kestirmeden önce ayrı, kestirdikten sonra ayrı konuşuyorsunuz.  “Saçını mı kestirdin, evet abi, saatler ( sıhhatler ) olsun” düzeyine gelseniz artık ” diyor. Şu sıralar çok düzgün, az konuşan işini iyi yapan bir kuaförüm var, kafasına göre takılmıyor. Kuaförlerin kafasına göre takılmak adetidir çünkü. Çok kesme dersin kuşa çevirirler, açık boyama dersin civciv sarısı boyarlar, istemezsin şampuan, saç bakım kremi satmaya çalışırlar, başkasının yaptığı saçı beğenmezler. Delirmek işten değildir yani. Bugün beklerken Ursula K. Le Guin’in Zihinde bir Dalga kitabını okumaya devam ettim. Yazar, Okur ve Hayal Gücü üzerine diyor kitabın üzerinde. makalelerini içeriyor, daha çok da cinsiyet rollerini sorgulayan, okumak, yazmak üzerine, insanlarla ilgili kafa kurcalayan ne varsa bir ucundan değinen yazılar. Ben Ursula Le Guin’i çok severim. Daha önce de sanırım  Ejderhalar, Hobbitler ve Küçük Yeşil Adamları Sevenlere Karanlığın sol Eli ve Ursula Le Guin yazımda biraz söz etmiştim kendisinden ve kitaplarından. Çok hızlı okuma alışkanlığım olduğu halde resmen kitap bitmesin diye yavaş yavaş sindire sindire okuyorum, satırların altını çizerek, not alarak. Kuaförde de tam güzellik konusunu ele alan bir yazıya denk geldim. Manidar oldu resmen.

Köpekler, Kediler, Dansçılar , Güzellik Üzerine Düşünceler adlı yazısının eski bir versiyonunu 1992 yılında Allure Dergisinde yayınlamışmış. Köpeklerin nasıl göründüklerini bilmediğinden, başlamış yazıya. “Hangi büyüklükte olduklarını bile bilmez köpekler.”  demiş. Küçük bir köpek saldırdığında büyük olsa bile bir köpeğin ne yapacağını bilmez bir halde kalakaldığından söz etmiş sonra ki evet, öyledir genellikle. Kediler saldırdığında da kaçmalarının nedeni budur belki. Ursula Le Guin’in nerede başlayıp nerede bittiklerini bilmezler dediği köpekler. “Kedilerse gayet iyi bilir.” diye eklemiş. Ev kedilerinin küçük olduklarını bilip, tehlike sezince kendi boyutlarını üç katına çıkardıklarından, bunu gören köpeğin kafasının karışıp, ” Kedi sanmıştım yahu şunu! Ben kediden daha büyük değil miyim? Yer mi beni acaba ?” diye düşündüğünü yazmış. Bunları anlatma nedeni ise kedilerin görünümlerine dair bir algılarının olduğunu düşünmesi. Nerede güzel gözükeceklerini bile bilmeleri gerçeği. Biz insanların ise daha çok köpeklere benzediğini söylemiş sonra. Dansçılardan, farkındalıklarından. Artık genç ve sıkı olmayan bedenimizi mükemmelleştirebilme adına acı çekmemizden. ” Bedeniniz mükemmel değilse cezalandırın onu,! Acı yoksa ödül de yok, falan filan. Mükemmeliyet “ince” “gergin” “sıkı” demektir. Yirmi yaşındaki bir erkek atlet veya on ikisindeki jimnastikçi kızın olduğu gibi.”  İlk makalesinde de buna benzer bir paragraf vardı çok hoşuma gitmişti. Sonra “Mükemmel olmanın bir sürü başka yolu vardır ve tekine bile ulaşmak için kendinizi cezalandırmanız gerekmez.” demiş. Her kültürün kendine özgü bir insan güzelliği olduğunu ve güzelliğin her zaman kuralları olduğunu anlatmış. “Bir oyundur güzellik. Bundan milyonlar kazanan ve kime acı çektirdiğini umursamayanların denetimine girdiğini gördükçe güzellik oyununa hınç duyuyorum.İnsanları kendilerini aç bırakmaya, deforme etmeye, zehirlemeye sürükleyecek kadar bedenlerinden hoşnutsuz olmaya ittiğini gördüğümde nefret ediyorum ondan. ” diye de eklemiş. Ama ara sıra kendisinin de bu oyuna katıldığını, örneğin bir ruj aldığını, ya da ipek bir bluzdan mutluluk duyduğunu da itiraf etmiş. Ama ” Beni güzelleştireceğinden değil, kendisi güzel olduğu için ve onu giymekten hoşlandığım için.” diye de açıklamış. Bu bana çok da yabancı bir duygu değil. ben de tam bu nedenle giyiyorum bazı şeyleri.

Belki daha Ursula Le Guin kadar yaşlanmadım ama onun ” Aynaya bakmak gittikçe zorlaşıyor. Aynadaki yaşlı kadın da kim? Beli nerde yahu? Tamam, koyu renk saçlarımı kaybedip yerine şu ölgün kır şeylerin gelmesini az çok kabullendim de, yoksa sonunda bunları da kaybedip pembe kafa derimle mi kalıvereceğim? Yettiyse yetti yani! Bir et benim daha mı çıkmış? Yoksa sonunda benekli ata mı dönüyorum. Parmak eklemleriniz diziniz kadar büyük bir şey haline gelmeden önce daha ne kadar şişebilir? Görmek istemiyorum. Bilmek istemiyorum.” cümlelerindeki duyguyu gayet iyi anlıyorum. Bunları düşünmesine rağmen kendisi yaşlı insanlara baktığında gördükleri onlar hakkındaki düşüncelerini etkilemiyormuş. “Giderek daha çok farkına varıyorum ki, o yamru yumru yüzlerle bedenlerin içinden parlayanın ne olduğuyla ilgili güzellik demiş. Bence de öyle. Anneannem onun için çok güzeldi örneğin, halam keza öyle ve büyük amcam. Işık saçıyorlardı 80, 90 küsur hatta 102 yaşındayken de. Belki aynaya baktığımızda dudak kenarlarındaki kırışıklıklar gözümüze batıyor, oturduğumuz yerden kalkarken uyuşup kalıyoruz, ya da merdivenleri hızla inip çıkamıyoruz artık, ama akıl sağlığımız yerindeyse ( Tabii Türkiye’de yaşadığımız için ne kadar yerinde olduğu da tartışmalı ) içimizdeki sevimli çocuk, coşkulu genç kız ya da erkek zamanla edinilmiş bilgelik ve deneyimle ışıl  ışıl ışıldayacaktır ve bundan güzel bir şey de yoktur.

Not: Güzellikle ilgili başka bir yazım için : Ben Güzele Güzel demem Güzel Benim Olmayınca 

2 Comments


  1. // Reply

    Yaşlılığın en zor tarafı; yaşlılığa alışmak ve kabullenmek mi yoksa reddedip hissettiğin yaşta kalmak mı, kararı olsa gerek.Ben bunu düşünmeye başladım ama içinden çıkamıyorum..Yaşlanmak kaçınılmaz bir gerçeklik, tıpkı Orson Welles’in o meşhur şarkısında olduğu gibi.. De, eskisi gibi davransanız, giyinseniz size ” hala olgunlaşamamış, yaşının icabettiği gibi davranmıyor” deniliyor.Kabul etseniz manen siz çöküyorsunuz, o da olmuyor.
    Saç boyatmak artık vakayı adi’den sayılıyor da sağını solunu gerdirmek, botox motox yaptırmak hala kabul görmüyor..niye ama ? ben yaptırmadım ama yaptıran arkadaşlarıma imreniyorum.Konu fam fatal olmak değil, kendinizle ne kadar barışık olursanız olun, aynada gördüğünüz yüze alışamıyorsunuz..tıpkı ursula Le Guin’in anlattığı gibi.Bunun etkileri psikolojik oluyor işte.
    Ayrıca davranışlar var, toplum sizden ağır olmanızı hatta kapanıp ibadete filan başlamanızı bekliyor…Bense namaz kılmak yerine yoga yapıyorum, tabii ibadet anlamında değil, spor olarak.Ama artık bahçede ve komşuların görebileceği şekilde değil.Neden ? komşularımı çok taktığımdan değil ama neme lazım, üff kimseyle uğraşmayayım, dediğim için.
    Velhasılı kuaförden nereye geldim ama yaşlılık hazmetmesi zor bir süreç.. Selamlar.


    1. // Reply

      Tabii 20li yaşlarımızdaki gibi olamayacağız da içimizdeki ışık da dışa vuracak. Ağır ol da molla desinler konusuna gelince, çekiver kuyruğunu daha çok beklerler 🙂 Kimseye aldırma, nasıl hissediyorsan öyle davran. Anneannemin 100.yaş gününde piyango bileti satmaya gelmişti biletçi, “Dayım 100 yaşında kadına bilet mi satacak şimdi” derken anneannem “İki bilet alayım” demişti. Dayıma “Bak işte onun için 100. yaşını kutluyoruz, biz kutlayamazsak da bu düşüncelerimizden dolayı olacak” demiştim. Bence bahçeye yay yaygını, yap bir güzel yoganı 🙂

Leave a Reply to Nilgun Gunaydin Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *