by

Amasra- Kastamonu Gezisi, Birinci Bölüm

Malum Pastırma Yazı teşrif ettiler. Bilmeyenler için söyleyelim bu dönem Ekim ayının sonundan ile Kasım ayının ikinci haftasına kadar süren, mevsim sıcaklarının normalin üstünde seyretmesi hali. Bu dönemde pastırma sucuk gibi yiyecekler de hazırlandığı için pastırma yazı denmiş adına. Tam da bu dönemde pastırmanın ünlü olduğu Kastamonu bölgesine gitmemiz manidar vallahi.

Biz bu kez Salı değil Cuma’dan çıktık yola. Sabah altıda çıkmayı becerebildik. Ben tabii her zamanki gibi iki buçuk gibi yattım, beşte uyanınca da günlük dört saatlik uyku dozumu alamadım. Hüsam akşamdan sandviç hazırlamıştı, yanımıza elma filan da almıştık. Yolda bir ara hava epeyce sislendi.  Son hız Akçakoca’ya kadar geldikten sonra sandviçlerimizi deniz kenarında güvercinler eşliğinde hüplettik.  Aralarında beyaz güvercinler de vardı ve çok güzeldiler. Yemeğimizi paylaştık tabii. Deniz dalgalıydı.

 

Bartın’dan geçerek , şehre uğramadan Amasra’ya vardık. Denizi görünce sevindik. Böyle durumlarda aklıma iki şey geliyor. İlki Orhan Veli’nin ” Gemlik’e doğru  denizi göreceksin, Sakın şaşırma” dizeleri. İkincisi de hemen hemen her Kore Dizisinde  denizi ya da okyanusu gören Korelilerin “Padaaaa Padaaa”  ( Pada : Deniz demek ) diye denize koşmaları.

Hüsam her zamanki gibi navigasyon kurmuştu.O kadının sesinden nefret ettiğim gibi, bizi abuk subuk yollara sokmasından da nefret ediyorum. Hayır Hüsam bildiği yollarda bile navigasyondan yararlanıyor, neymiş  daha çabuk gidilebilecek yolları söylüyormuş. Bence hiç de  öyle değil. ( Evet Cem Yılmaz’ın navigation skecini biliyorum. )

Amasra’da yollar dar da olsa, arabayla her yere girebiliyorsunuz. Kale kapılarından bile geçebiliyorsunuz. Bence yasak olmalı. Her yere de araba park edilebiliyor gibiydi.

Kale Roma döneminde yapılmış, ama Bizans, Ceneviz ve Osmanlılar dönemlerinde onarımlar görmüş. Sormagir ve Zindan Kalesi adlı iki kütleden oluşuyor. Kültür Bakanlığı portalı şöyle açıklamış : “Birisi, o zaman ada olan ve “Kemere” denilen bir köprüyle Amasra’ya bağlanan Boztepe’deki Sormagir Kalesi, diğeri Amasra’daki Zindan Kalesi’dir. Kuzeydoğu ucunda Büyükliman Kapısı, batısında Küçükliman (Antik) Kapısı ve güneyinde Zindan Kapısı bulunmaktadır. ” Neyse efendim işte ben Kemere körüsünün üzerinde bir süre oturup denizi izledim. Bir köpek de bana eşlik etti. belki de ben köpeğe eşlik etmişimdir bilemiyorum. Çok sakin, çok güzeldi. Fotoğraflar çektim Japon turistler gibi. Hava da çok güzeldi.

 

Tavşan Adası çok hoş görünüyordu. Hemen hemen herkes Tavşan Adasının da gözükebileceği biçimde Kemere Köprüsünün üzerinde fotoğraf çektiriyor. Güneşten ötürü ben ters tarafta durdum, Hüsam fotoğrafımı çekti. Biz Tavşan adasına gitmedik  ama içerisinde Cenevizlilerden kalma Bizans Kilisesi ve Manastır gibi tarihi kalıntılar varmış. Adını da yıllar önce yerliler tarafından adaya bırakılan tavşanlardan alıyormuş. Şimdilerde tavşanların öldüğü, adada martı ve karabatakların olduğu söyleniyor. Adaya tekne turları varmış, daha çok da yazın tabii. Adanın doğu ucunda bir kaya kovuğu varmış.Eskiden hastalıkları olanların o kovuğun içinden geçerlerse iyileşeceklerine inanılırmış.

Eski bir kilise olan Fatih camiinden de söz edelim. 9.yüzyılda yapılmış. Amasra’nın Fatih Sultan Mehmet tarafından fethi sırasında camiye dönüştürülmüş. Hutbe kılıçla okutulmaktaymış. Hüsam gidip bizzat gördü.

Geziye çıkmadan önce her zamanki gibi ne yenir ne içilir köşelerinden Amasra’da balık yememiz gerektiğini, ayrıca Amasra Salatasının ve Ballı manda yoğurdunun lezzetli olduğunu okumuştuk. Balıkların fotoğrafın çekmemişim nedense, açlıktan bir an önce yediğim için olsa gerek 🙂

Yemekten sonra önce Çekiciler Çarşısını gezdik. Burada ağırlıklı olarak ahşap hediyelik eşyalar, deniz kabuklarından yapılmış rüzgar gülleri, yemeniler vs satılıyor. Artık yemenilerin, yazmaların  içine sentetik koymaları beni üzüyor. Bildiğimiz tülbentten yapılmış yemeni bulamıyorum nicedir. Burada da öyleydi. Kenarı tığ oyalı yüzde yüz pamuk yemeniler satılıyor nette, ama dokunamadığım şeyi alamam doğrusu, nerden anlayacağım yüzde yüz pamuk olduğunu ? Hayır bir de dünyanın en şüpheci insanıyım. O yüzden netten market alışverişide yapmam mesela. Çekiciler çarşısını sadece dolaşmakla yetindik. pek bir şey beğenmedim. Sonra etrafı dolaşmaya devam ettik. Güzel kediler köpekler gördüm.

Amasra’da Salı ve Cuma günleri kurulan bir pazar var. Galla Pazarı ( Kadınlar Pazarı ) Kadınlar el işleri, reçeller, evde yaptıkları ürünleri satıyorlar. Taze sebze meyve de oluyor. Oraya da uğradık ve reçel aldık.İlginç reçeller var. Örneğin hatmi reçeli. Soğuk algınlığına iyi geliyormuş. Bu pazar da Çekiciler Sokakta.

Pazarda işimiz bittikten sonra Müzeye gittik. Umduğumuzdan daha zengin bir müzeydi. Müzede arkeolojik ve etnografik eserler sergileniyor, hemen örnekler koyayım.

Müzeden çıkıp arabamıza doğru yürürken bir motorsikletin arkasında 40 senedir görmediğim arkadaşımı gördüm. Amasra’da yaşadığını biliyordum. Uğrasam mı diye de düşünmüştüm. Liseden beri görüşmememizin de tuhaf bir hikayesi var, ama anlatmanın yeri burası değil. O kadar şaşırdım ki, bakakaldım, o da yanımızdan geçip gitti. Sonra acaba yakınlarda bir yere mi gittiler diye baktık arkasından,  kaleye doğru uzaklaşmışlardı, geç kaldığımız için takip etmedik. Resmen  çektim yanıma diye düşündüm.

Amasra’ da bir gece kalmayı planlıyorduk, ama gezinti umduğumuzdan erken bitince, bastırıp Kastamonu’ya geçelim, sabah erkenden gezmeye başlarız diye düşündük. İyi ki de öyle düşünmüşüz, Kastamonu’da görülecek çok yer varmış. Bu arada Amasra’ya gidip daha çok vakti olanlar Tabiat parkı statüsündeki Gürcüoluk Mağarası’nı ( Amasra’ya 12 km uzaklıkta, İnpiri köyünde ) Göldere Şelalesi’ni ( Karaman Köyüne 7 km mesafede ) Kuşkayası Yol Anıtı’nı ( Gömü Köyü yolu üzerinde ) da görebilirler. Biz buralara gitmedik.

Gitmeden yerimizi ayarlamıştık. Şahmeran Konak Butik Otel’de  kaldık. Konak  1870 yılında yapılmış. Otele ilk çevrilen binalardan olduğu için tuvalet ve banyolar değiştirilebilmiş. Ahşap olduğu için üst kattakiler yürüdüğü zaman ayak sesleri duyuluyordu. Biz bu tip binalara alışkınız tabii çocukluğumuzdan. Allah bilir oğlum gitseydi, bina üzerimize yıkılır mı diye endişe ederdi. Otel gayet rahattı, memnun kaldık.  Yönetici Mustafa bey bizi çekme helva ikram ederek karşıladı. Kapıda ayağımıza temiz galoşlarımızı geçirip yukarı çıktık.

Yerleştikten sonra doğruca yerel yemekler yiyebileceğimiz bir mekana gittik. Burayı da önceden belirlemiştik. Eflanili Konağı. Biraz geç olduğundan bizden başka kimse yoktu. Bize bir oda verdiler 🙂 Yerel olan her şeyden yemek istediğimiz için, az kalsın mide fesatından ölecektik. Azar azar her şeyden getirecekler diye düşündük. Ama hepsinden tam porsiyon geldi. Ecevit Çorbası, Safranbolu’da da yediğimiz dolmadan, ekşili pilav, üryani eriği hoşafı, banduma, etli ekmek, tirit yedik ve yuvarlanarak otele döndük. Bahçede mangal başında ısınan bir kedi vardı. Yönetici çocuk Mustafa çiğdem ikram etti. Hüsam da sanki bir şey yememiş gibi ateş başında çiğdemleri yedi. Ben biraz sonra üşüdüğüm için kalkıp odaya çıktım. Kalorifer yanıyordu, sıcacıktı. Hoş sıcak olmasaydı da yeterince tedbirli gelmiştik giysi bakımından. Arabayla yapılan gezilerin de bu avantajı oluyor. Neyi nereye sığdırayım derdi olmuyor. Sabah erken kalkıp güne çok şey sığdırmaya niyetlenerek yattık.

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *