by

Kastamonu, İkinci Gün, Öğleden sonra

Sabahki kahvaltıdan sonra hala acıkmamış olduğumuz için birkaç yeri daha tamamlayıp ondan sonra yemeğe gitmeye karar verdik. Önce Yakup Ağa Külliyesi’ne gittik. 1547 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın hazine reisi Yakup Ağa tarafından yaptırılan külliye medrese, imaret, misafirhane ve sıbyan mektebinden oluşuyor. Tabii camisi de var. Camii Yavuz Sultan Selim’in hocası Halimi Çelebi tarafından yaptırılmış. Sıbyan Mektebi el sanatları satış yeri olarak kullanılıyor. Tabii olmazsa olmaz  külliyenin bir parçasında çekme helva satılıyor. Ayrıca çekme helva yapım atölyesi de vardı. Biz de oradan çekme helva aldık. Çekme helvanın kaynağının, sevdiği kızla evlenebilmek için kızın babasının “kızının saç telinden daha ince tatlı” isteğini yerine getiren Abdülsamet adında bir gence dayandığına inanılıyormuş. 1800’lü yıllarda Abdülsamet annesiyle birlikte tel tel dökülen bir helva yapar. Helvayı karşılıklı çekerek incecik tel kıvamına getirdikleri için de helvaya bu isim verilir.

Kastamonu türbe dolu. Tabii ki hepsine gitmek mümkün değildi. Ama bir tanesini mutlaka ziyaret etmek istedik.İçinde müzesi de bulunan Hacı Şaban-ı Veli Külliyesi. Külliyede cami, türbe, dergah, kütüphane, asa suyu ve şadırvan ile dergah evleri bulunuyor.  Ortadaki dergah binasında Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli’nin özel eşyaları, dinî-tarikat eşyaları ile Kastamonulu hattatlara ait hat eserleri ve Camilere ait Kuranı Kerim’ler sergilenmekte.  Külliye ziyarete gelenler tarafından dolup taşmaktaydı. Bahçedeki asa suyundan içmek isteyenler kuyruğa girmişti. Tadının zemzem suyuyla aynı olduğu söyleniyormuş.

Külliyeden sonra Kastamonu Kalesine de gidelim, sonra aşağı inip yemek yeriz diye düşündük. Ne yazık ki kale restore edildiği için kapalıydı. Çeşme’den gelmiş fotoğrafçılık kulübü üyesi bir grup da kale kapısına kadar çıkıp fotoğraf çektikten sonra geri döndü. kanyonlara gidiyorlarmış. Kale 12. yüzyılda Komnenoslar tarafından yaptırılmış. İçinde sarnıçlar, zindanlar, kaçış tünelleri ve Bayraklı Sultan diye bilinen bir türbe bulunuyormuş, ama biz göremedik.
Öğle yemeğini  Kaya Etli Ekmek ve Pide Salonunda yedik. Ben etli ekmek yedim, Hüsam pastırmalı ekmek. Ben pastırmayı kokusundan ötürü sevmiyorum. Yemekten sonra hemen yanda bulunan Tabakoğlu Pastırma ve Sucukları dükkanına uğradık. Çok kalabalıktı. Herkes çemenli, çemensiz pastırma, Taşköprü sarımsağı, reçek, marmelat filan alıyordu. Biz de pastırma ve sarımsak aldık.
Yöre halkının beyaz altın dediği sarmısak ilçedeki toprağın yapısından ötürü farklıymış.
Aslında Kastamonu’da çokça satılan bir diğer şey de siyez bulguru. Genetiğiyle oynanmadan üretilen buğday , geleneksel değirmenlerde bulgur haline getiriliyormuş. Siyezden pilav yapılıyor tabii ki. Ama ben zaten buğday ve buğday ürünü yemediğim için bulgur almadık.
Bulgur almadık ama kömürlü semaver aldık. Aslında çay yapmak için envai tür ve çeşitte semaver, çaydanlık şu bu var, ama bu farklı geldi. Otelde de kullanıldığını görüp beğenmiştim. Bir tane almakta ısrarcı oldum resmen. İki taraflı büyükleri de vardı, ama biz tek taraflısını aldık. İki taraflılarında çay ısındıktan sonra dinlendirilip, demlendiriliyor.
Yolda bir de Osmanlı tulumbacısına rastlayıp tulumba tatlısını denemek istedim. Ama çok sertti beğenmedim. Tulumba tatlısı işini Balkan, Rumeli  tulumba tatlıcıları beceriyor.
Kastamonu’nun ortasından geçen Karaçomak Deresi şehri ikiye bölüyor. Hüsam özellikle burayı çok beğendi. Derenin üzerindeki en ünlü köprü Nasrullah Köprüsü. Nasrullah Kadı tarafından 1501 yılında hayrat olarak inşa ettirilen köprü kesme taştan ve halk arasında kambur köprü olarak da biliniyor. Eskiden beş gözlüymüş şimdi üç tanesi yola gitmiş iki gözlü kalmış. Köprünün girişinde karşılıklı iki sadaka taşı var.  Eskiden bu sadaka taşlarının oyuk yerlerine para konurmuş, ihtiyaç sahipleri de gelip buradan paraları alırlarmış. Şimdilerde üzerlerindeki oyuklar sıvayla kapatılmış.
Daha sonra Arkeoloji Müzesi ile Etnoğrafya Müzesini gezdik. Arkeoloji Müzesi 1910 yapımı kesme taştan bir bina.
Etnoğrafya Müzesi Liva Paşa Konağı olarak da biliniyor.1879 yılında inşa edilmiş. Burada fotoğraf çekmek nedense yasak olduğundan içeriyi fotoğraflayamadım. Ama zemin katta Eski Kastamonu’ya ait görseller, orta katta el sanatları eserleri yer alıyor. Üst katta ise eski konak kültürü odalarla tanıtılmış.
Nasrullah Köprüsünün yakınında Nasrullah Cami var. Meydan , şadırvanı, köprü ve medreseyi de eklersek adeta bir külliye gibi. Cami II. Beyazıt döneminde 1506 yılında Nasrullah Kadı tarafından yaptırılmış. İçindeki hat ve süslemeler Kastamonulu ünlü hattat Ahmet Şevket Efendi tarafından yazılmış.
 
Daha sonra yürürken Namazgah Çeşmesine de rastladık.
Nasrullah Camisinin arkasında Münire Medresesi var. 1746 yılında Reisülküttab Hacı Mustafa Efendi tarafından yaptırılmış. Odalarında  el sanatları satışa sunuluyor. Münire Medresesi El sanatları çarşısını da gezdikten sonra, oturup bir kahve içtik.
Kurşunlu Han da  yakındaydı. 600 yıllık Han otel olarak kullanılıyor. Candaroğulları Beyliği döneminde yapılmış. 1443 yılında Fatih Sultan Mehmet’in dayısı Kemalettin İsmail Bey tarafından yaptırılmış.
Akşam yemeğini de Tarihi Nasrullah Çorbacısında yedik. Epeyce yorulduğumuzdan otele döndük. Bitirmeden önce sokaklarda kediler için yapılan Kedi Konaklarından 🙂  birini ve her dükkanın önünde gördüğümüz kedilerden birinin fotoğrafını koymak istiyorum. Bunların her biri bir dükkana kapılanmış, akıllı hayvanlar vesselam.
Bugünlük bu kadar, yarın da son günle bitiririz.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *