by

Bu yaz nasıl geçti ve Gizemli Ferrante

Son paylaşımımı yapalı yine epey zaman olmuş. Bu cümleyi her yazdığımda bundan sonra daha sık ve kısa yazacağım diye başka bir cümle daha kuruyorum ve bunu da beceremiyorum. O yüzden bu ikinci cümleyi yazmamaya başlayayım bari.

Kısaca neler oldu bu sürede diye özetleyecek olursam ; koca bir yaz geçti. misafirlerim geldi, bahçede bu yıl İngiltere’den aldığım kabak tohumlarını yetiştirdim. İlk kez bu yıl bahçede tatlı patates de hasatı da yaptık.

Yıllık sağlık kontrollerimi yaptırdım. Çocuklar 3 yıllık daha vize aldılar, istedikleri gibi. Hatta bu satırları yazarken bizdeler tatil için ve bundan dolayı da çok mutluyum. Epeydir aradığımız evi sonunda bulup satın aldık ve bu ayın sonunda taşınacağız. On iki yıldır yaşadığımız evden çok memnun olmamıza rağmen, artık külliyetli miktarda kira vermeyeceğimiz için de mutluyuz. Kışlık donanımı olmayan Saklıköy’de yine yazları kalmaya devam edeceğiz. Şu anda evde tadilat var. Daha önce de beş yıl yaşadığımız eski Ataşehir’e dönüyoruz. Çok da uzak değil. Yeşili gören ve bahçesinde pek çok kedisi olan bir ev.

Bu yıl Mayıs’a kadar devam edecek Kabak İşleme Sanatı kursuna katıldım. Farklı teknikler öğrenebilme adına. Yazın da pek çok farklı su kabağı boyaması üzerine çalıştım. Su Kabağı Boyama hesaplarını takip etmek için de Susakciteyze adlı bir IG hesabı açtım.

Bu üstte gördüğünüz oyuncağı da bizim Kadim oyuncağımız ( Ona oyuncak demek ne kadar mümkün bilemiyorum, çocukluğumuzun kahramanı kendisi ) Patanak’ın anısız bir versiyonu olarak yaptım. Bundan sonraki oyuncağım bir panda olacak. Malzemeler ve patron tamam, yeterince zamanım olması gerekiyor.

Bu yıl Radyo TRT 1’de yine Özlem Hanım’ın hazırladığı Gün Ötesi adlı programda Kpop, Kdrama üzerine konuştum. Bu seferki bir canlı yayındı. Dolayısıyla bu konuda da bir ilki yaşamış oldum. Dinlemek isteyenlere hemen linki vereyim. O gün program öncesi spiker ile Twitter’daki hesabım etiketlenip fotoğrafımız koyulduğu için de Kore sevdalısı takipçilerime kimliğim açık oldu. Youtuber olmayı düşündüğüm için de fazlaca üzerinde durmadım.

Yazın sıkı bir rejime girip altı yedi kilo verdim. Bir beş kilo daha vermeyi planlıyorum. Sınırın altına indirdiğim İnsülin direnci yine sınırın biraz üzerinde çünkü.

Yazın da son hız okumaya devam ettim. IQ 1984’ü nihayet bitirdim. Bedri Ruhselman’ın yıllarca beklettiği , medyum kanalıyla alınmış bilgileri içeren İlahi Nizam ve Kainat’ı da okudum. Yurtdışında çok konuşulup, okunan ama ülkemizde hak ettiği ilgiyi göremeyen Elana Ferrante’nin Napoli Romanları dörtlemesini de arkadaşım Berin’in tavsiyesi üzerine alıp okudum. Şimdiye kadar okuduğum kadın arkadaşlığı romanları içinde detaylı karakter çözümlemeleri ile öne çıkan bir seri oldu. Lila ve Lenu adlı iki kız arkadaşın öyküsünü Lila’nın anlatımından ve gözünden izliyoruz. Bu çatışmalı bir arkadaşlık. Rekabet, kıskançlık, sevgi, nefret, bağımlılık, sadakat, sadakatsizlik, kırgınlıklar, kızgınlıklar, mutluluk ve mutsuzluklar içeriyor. Çok katmanlı bir dostluk bu. Yazarın öz yaşam öyküsünden yola çıkarak yazdığını sanıyorum. Napoli, kadınlar, kadın arkadaşlıkları, kadınların ayakta kalabilme adına katlandıkları, feminist bakış açısı, dönemin siyasi bakış açılarına eleştirel yaklaşımı da kitabı okunur kılıyor. Seri, Napoli’nin tüm bir işçi sınıfını belirli bir zaman dilimi içinde yansıtıyor. Erkek kadın ilişkileri, kenar mahalle yaşamı, tekdüze yaşamların bunalımı, kadın, arkadaş, eş, anne olarak kadınların konumu, aşk, kin, intikam, kıskançlık, bağımlılık sadakat, sevgi duygularının birbirinin içine geçtiği romanlar gerçekten okunmaya değer. Öncelikle yazar Elena Ferrante’den söz edeyim biraz. 1943 yılında doğan yazarın adı müstear bir isim, yani yazarın romanları için kullandığı takma ad. Romancı bilinmek istemiyor. Hatta nadiren verdiği bir röportajda eğer açığa çıkacak olursa yazmayı bırakacağını bile söylemiş. Aslında derin araştırma yapan bir edebiyat eleştirmenleri grubu Ferrante’nin serbest çevirmen Anita Raja, ya da onun kocası Domenico Starnone olduğu görüşündeler. Ya da her ikisi birikte yazmıştır diyenler de var. Ben romandan bir kadın sesi aldım, ve çift dilli olduğunu da düşünmedim. The Economist yazar hakkında ” Takma isimle yazıyor ve bir tüketim malzemesi olmaya izin vermiyor.” demiş. Ülkemizde kitapları Eren Yücesan Cendey tercüme etmiş. Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım adlı ilk kitapla başlayan seri, Yeni soyadının Hikayesi, Terk Edenler ve Kalanlar ile devam edip, son kitap Kayıp Kızın Hikayesi ile bitiyor.

Ben yazarın bu seriden önce yazdığı Sen Gittin Gideli adlı romanını ve Yazarlıkta nasıl karar kıldığını ve kimliğini gizlemesini irdelediği Bir Yazarın Yolculuğu adlı kitabını aldım. Sonuncu Yazışmalar, Mozaik Parçaları ve Mektuplar olmak üzere üç bölümden oluşuyor.

Andrea Aguilar’ın sorularına verdiği yanıtlarda Ferrante yazıyı daima alıştırma yapmak gereken bir sanat olarak algıladığını söylüyor. Dörtlemenin iki kadın kahramanından biri yazar. Ondan yola çıkarak sorulan kurgu üzerinde nasıl çalıştığına dair olan soruya : “Titiz bir şema hazırlayarak başlamam yazmaya. Genellikle bir öykünün anahatlarıyla varış istasyonunu ve bazı aradaki ana istasyonlarını bilirim. ama aradaki sayısız küçük istasyon hakkında hiçbir fikrim yoktur, onları yazarken belirlerim.” demiş.

Bir başka soruda Aguilar yine yazar olan roman kahramanı Lena’ya gönderme yaparak ” Lena promosyon gezilerinde yaptığı konuşmalarda, başkalarının hayatlarını kullanmış olduğunu farkediyor sanki. Çocukluğunun mahallesi üzerine bir kitap yazdığında da aynı şey oluyor. Bir romanın taslağının her zaman biraz suçluluk duygusu yarattığını düşünüyor musunuz ? ” diye sormuş. Ferrante buna ” Kesinlikle evet. Yazmak- sadece kurgu değil- her zaman borçlanılmış bir sahiplenmedir. Bizim yazar olarak özgünlüğümüz, sınırdaki küçük bir nottur. Geri kalan her şeyi bizden önce yazanlardan, başkalarının hayatlarından ve en mahrem duygularından ödünç alırız. üstelik bunu kimse ve hiçbir şey bize izin vermeden yaparız.” diye yanıtlamış. Ne kadar da doğru !

Ferrante ” Büyük kitaplar yazmak için erkek olmak gerektiğpini düşünmekten vazgeçen ilk kuşak, sanırım benimkidir.” diyor.

Bir de romanda kendisine en yakın erkek karakterin, romanda sonradan gay çıkan biri olması bana manidar geldi. Kendi kendime bu romanları yazan ya kadın, ya da gay diye düşünmüştüm önceden çünkü. Ben yazarın kimliği üzerine teoriler üreteyim, siz mutlaka seriyi alıp okuyun.

Bir ek, bu Napoli Romanlarının ilk romanının dizisi de çekilmiş. Tanıtımı şurada. Yazarın yeni romanı ki henüz adı konulmamış, bu Kasım ayında yayınlanacakmış.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *