by

Kırsalda Yaşam

“ Kırsalda yaşamak zor” diye bir program var sanırım Dmax’te, böyle dağın başına, ya da cehennemin dibine gidip yerleşenlerin çektiği zorlukları anlatıyor. Bizim yerleştiğimiz yer öyle değilse de, tabii ki bazı zorlukları var. Kırsal’a taşınalı sessiz sakin bir kaç günümüz olmuştur , kabul ediyorum, ama her gün ayrı bir heyecan yaşadığımız da kesin gibi. Kırlık yerde yaşamanın sorunları yazın başka , kışın başka oluyor. Öte yandan çok güzel yanları da var.

Bir kere sık sık elektrik kesiliyor. Şu ortamda çocukların derslerinden, eve onu bunu ısmarlamaya internet gerekli. Evden çalışanlar içinse, internet olmazsa olmaz. Bir kez benim online çizim dersimde , ya da Hüsam’ın zoom toplantılarında gitti, sinir bir şey. Çocukluğumuzda sık sık elektrik kesiliyor diye lüks lambası bulundururduk, ama 70’lerdi mirim, yıl olmuş 2021 hala kesinti. Biz de sonunda bir jeneratör aldık, ama kapanmaydı, adamın işiydi, yağmurdu ( Kapı, pencere açılamıyor tabii soğukta ) daha bağlantısı yapılamadı. Hele de fırında bir şey pişiyorsa, çileden çıkmamak imkansız. Ben artık ekmek, simit, açma filan glutenli ve glutensiz olarak evde yaptığımdan fırının çalışmadığı gün yok gibi. Her ne kadar ara ara diyete giriyorsam da gereksiz kek, poğaça günlerimiz oluyor.

Sık sık kedi maması bitiyor. Burası o filmlerde filan gördüğümüz kilise önü gibi, özellikle kışın sabah verandada yedi sekiz kedi bekleşiyor, ( Gözünüzün önüne elinde tası çorba bekleyen evsizleri düşünün, hah işte aynı öyle ) Yemeğini yiyen ve şanslıysak kavga etmeyen dağılıyor. Ama sabah seansında Şerefsiz Şero varsa, o gün tüylerin havada uçuşmaması imkansız gibi. Bir de şirret, nasıl bir ses, resmen ciyak. Gelip de yemek bulamazsa da şikayet konuşmaları gırla gidiyor. Son zamanlarda içeri girme alışkanlığı edindi. Hüsam telden içeri girmesin diye extra bir düzenek yaptı. Aşağıda teklifsizce içeri girip koltuğa uzandığı anlardan biri. Meşe ağacının üzerinden uçarak üst balkona geldiği de oldu.

Bir ara kışın sitede bir viral hastalık vardı, üç kedicik öldü. Komşularımız sağ olsunlar kendi yakınlarındaki kedileri veterinere götürdüler. Ayrıca sert geçen kış koşullarında da üç dört kedicik soğuktan ölmüş.Sanırım bunların arasında Boncuk ve Papyon’un annesi Kıfkıf da var. Çünkü artık onu hiç göremiyorum. İnsan çok üzülüyor. Bana gelip giden kediciklerin hepsi özel, ama Boncuk artık bizim kedimiz gibi oldu. Gece evde yatıyor. Çita ise vahşi doğaya dönüş yaptı, ama sık sık geliyor. Özellikle yağmurlu günlerde. Zor bela yakalayıp kenelerini temizleyip, ilaçlamaya çalışıyoruz, ama çok da kolay değil hani. Papyon içeri girmiyor, ama genellikle kapı önünde. Kene deyince özellikle Nisan Mayıs aylarında ormanda filan gezintiye gidiyorsak, çoraplı ve çizmeli gitmemizde yarar oluyor, bize de gelebilir keneler. Buradakilerde Kırım Kongo olayı yoksa da onu parçalanmadan çıkartmak filan hastane gerektirebilir, bu pandemi zamanı hoş olmaz. Bu arada normal iç dış parazit ense damlaları pek işe yaramadığından, ya da etkisi kısa sürdüğünden, lavanta yağından sirkeye, viksten leylak kolonyasına denemediğim şey kalmadı. En son İspanya yapımı, beş gün sürmeli bitkisel bir damla uygulamaya başladım Boncuk’a, Çita’ya da Vetten bildik damladan alacağım sanırım.

Bunu Miço varken almıştım, şimdi bir kedi değil, birçok kedinin hizmetçisi olmuş durumdayız.

Kedi mamasının bitmesi kargo sorunundan dolayı önemli. Her kargo şirketi siteye teslimat yapmıyor. PTT kargo geliyor, Hepsi Jet geliyor, bir de kitap ısmarlayacaksam Amazon’dan ısmarlıyorum, ertesi gün elimde. Bir kargonun ertesi gün gelmesi o kadar mükemmel ki hep kitap ısmarlayasım var. Diğer şirketler “Gelip şubeden teslim alın.”diyorlar. Bu arada Amerika’daki bir arkadaşımın inatla iki kez gönderdiği kartpostal ve fotoğraflar hiç elime geçmedi, ne oldu bilmem. Kargo teslim almaya gitmek resmen pandemi günleri etkinliği olmaya başladı bizim için. Geçenlerde yol üstünde bir serada susak buldum, bazen böyle bonus olaylar da olabiliyor. Tabii o seradan tek bunu almakla kalamıyoruz, ay bu küpe çiçeği de pek güzelmiş, yıldız çiçekleri de harika, şu pembe şeyler de ne minnak sardunyalara benziyor filan deyip dalıyoruz. Hüsam “Sen gelme, uzakta dur!” diyor, çünkü gözümdeki ışıltıyı gören satıcı istediği fiyatı söylüyor.

Yolda rastladığım beç tavukları
En son bunları aldım, güzel değiller mi ?

Bu kış çok soğuk geçti. Resmen 60 cm kar vardı. Bizim garaj arabaların üstüne çöktü, ikisi de tamire gitti. Benim arabanın ön camı değişti. Korkudan veranda, kulübe damlarına çıkıp kar küredik. Aslında çok tehlikeli iş yapmışız, karın buza dönüştüğü günlerde Hüsam buzda düşüp alnını yardı. Allahtan komşumuz Dr Latif bey imdada yetişti. Hüsam’ın da verilmiş sadakası varmış, daha kötü olabilirdi.

Benim arabanın ön camının değişmesi gerekti.

Kediler gömülmüş, Boncuk bir kızılgerdan yakalamış 🙁

Yazın ise karıncalar sinirimi bozuyor. Aslında sevdiğim hayvanlardandır. Hatta geçen gün bir öykü için illustrasyonunu da yaptım, ama mutfağa gelmeleri hoş değil. İçsel olarak gidin, filan desem de gitmeyince kapıya karınca yemi ( Sevimli filan olsun diye yem demişler ama karıncaları öldürüyor, bu sabah bir avuç karınca süpürdüm resmen) koydum. Bazen de sette filan görünce parmağımı basıp öldürüyorum. Sonra da kendimi onların yerine koyuyorum. Bizden büyük canlılar varmış mesela, biz yiyecek ararken cork diye üzerimize basıp, öldürüyorlarmış. Öyle kahve, limon bilmemne de denedim, üzerinde yürüyorlar resmen işe filan yaramadı.

Karıncalardan daha vahimi tatarcık mıdır nedir, sivrisinek olmadığı kesin hayvanlar. Bunlar covid 19’dan sonra ikinci sırayı alabilir bence. Gözle görünmüyorlar, ama feci ısırıyorlar ve akşama doğru ortaya çıkıyorlar. Sonra tatlı bir kaşıntı, ama öyle böyle değil. Fenistildi, kolonyaydı derken kollarınız bacaklarınız yara oluyor kaşımaktan. O yüzden dışarıda doğru dürüst oturamıyor, akşam oldu mu içeri kaçıyoruz. Bir nevi pandemi gardiyanı, kapanma vakti, hadi içeri diyorlar. Fenistil deyince buralarda Batticon, Fenistil gibi ısırıklar için gerekli alerjik kaşınmalar için olan merhemler, devamlı toprakla uğraşmaktan olan ağrıları geçirmek için Parafon ve Voltaren merhem, ya da kestane merhemi, amonyak, yara bandı, buz torbası, antibiyotikli merhemler olmazsa olmazı bir evin. Kışın çok soğuk olduğunda donuk omuz da başlıyor bende. Şimdi düzeldim neyse ki, sıcak su torbası da lazım yani. Ayrıca gündelik kullandığımız ilaçları da yedeklemek lazım.

İyice yaz olunca kullanım arttığı için su da azalıyor. Bir kaç yaz siteye tanker ile su getirtilmişti. Biz aşağıda olduğumuzdan ve depomuz olduğundan çok susuz kalmıyoruz, ama bir kaç yıldır çim filan da sulamıyoruz, anca sebzeler sulanıyor. Zaten ayrı bir su saati taktırıp sulamayı ona bağlatmazsanız su parası da vahim oluyor yazın.

Deneyimsiz bahçıvanlar olarak her yıl bir başka zararlıyla karşılaşabilirsiniz. Dutlarınızı yiyen orman kargaları, elmaların yapraklarını büken kırmızı yaprakbüken tırtılları, domateslerinize dadanan kuş çeşitleri ve niceleri. Sebze meyvelerinizi yetiştirmek o kadar zor oluyor ki, bir tarafında bir şey olan domatesi atamıyor, o kısmı kesip yiyorsunuz. Şehirde çoktan çöpü boylamıştı oysa. Biz her tür bit, tırtıl vs zararlıya organik ilaçlar yapmaya çalışıyoruz. Bazen başarılı oluyoruz, bazen de işe yaramıyor, ama böyle böyle öğreneceğimizi umuyoruz.

kabaca çiftliğinden gelen fasulyelerin çimlenenleri, bir kısmı çıkmadı
Salatalık, acur, kabak, bal kabağı, asma kabağı kısmı, arkalarda da mısır ve ayçiçeği var
Saksılar değişiyor
Bu fotoğraf geçmiş yıllardan, bu yıl daha şalvarımı giymedim

Yakınlarda orman var, gölet var, yürüyüşe çıkabilmemiz bu işin güzel yanlarından. Denizli göletine ise ben daha gitmedim, sanki bize yakın olan göletten daha güzel gibi.

Denizli Göleti

Kırsalda yaşamaya başlayınca peyderpey daha önce düşünmediğiniz şeyleri satın alıp, kullanmaya başlıyorsunuz. Şimdilerde pek çok komşunun ATV’si var. Geçen onlarla bir geziye çıkan Hüsam “Biz de ATV alsak mı?” demeye başladı. Bir diğer konu tavuk meselesi. Hüsam tavukları seviyor, ben ördek yetiştirmek istiyorum. Bahçeye minik bir gölet planımız üç dört yıldır var, ama toprak çok sert bir türlü kazıp ayarlayıp da gerçekleştiremedik. Bir de ben çok evhamlıyım, “Ay bu tavuğun gözü toprağa bakıyor, tilki kaçırdı, şahin kaptı, ördekler bugün çok yüzmedi, hastalar mı acaba ??” diye iyice kafayı yiyebilirim. Şehir kafalı kırsalda yaşayan insanlarız sonuçta. Zamanında hazır tavuklar yokken elimizde canlı tavuk, tepsi bıçak tavuk kesmeye gittiğimizi anımsıyorum babamla. Şimdilerde tavuk olduğunu düşündüğümde etini zor yiyorum. Kendi yetiştirdiğin hayvan ev hayvanı gibi oluyor. İşte anca yumurtasını yiyebiliriz. Hoş vegan olup onu da yemeyen var.

Kendi ekmeğini yapmak gibi yoğurdunu, peynirini, salçanı yapmak da bu işin bir süre sonra olmazsa olmazı oluyor. Tabii yapılan şeyleri saklamak için dolaplar artabiliyor, bazen bahçe fırınları kullanılıyor. Basit ve yalın yaşam derken daha komplekse yönelebiliyorsunuz. Bir de hiç bir şeyi atmamak gerekiyor. İşte meyve sebze kabukları komposta gidiyor. Balkona gelen yarasaların gübresi çiçekler için saklanıyor. Eskiyen pantolon, gömlekler atılmıyor, bahçede çalışırken kullanırım diye saklanıyor. Tuvalet kağıdı, kağıt havlu ruloları kuzine ve şömine tutuştururken kullanılıyor, Etrafta toplanan kozalaklar çok düzgün değilse soba tutuşturuluyor , yok güzelse ben boyayıp süs yapıyorum. Mor salkımın dalları çelenk yapmak için kullanılıyor. Komşum Gülgün hanım’ın çam ağacında farklı bir kozalak gördüm, “Alabilir miyim miyim dökülenlerden”diye rica ettim, “Tabii ki”dedi sağolsun, şimdi çelenklerde kullanacağım. Bir yürüyüşte ormandan bir iki tane çuha çiçeği getirip ekmiştik bahçeye, bu yıl epeyce çoğaldı, mor mor açıyor, çok hoşuma gidiyor. Bu yıl bahçede Hüdayinabit çıkan kara hindibaları yemedik, ama seneye hem çiçeği hem de yaprağını değerlendir meyi düşünüyoruz. Şimdi aranızdan bazıları bu kadar iş çıkarmaya ne lüzum var diye düşünecek, ama sanırım insanın nasıl yaşamak istediği de tamamen kendi isteği ile ilgili. Bahçesi olup hiç sebze meyve ekip dikmeyen komşularımız da var. Bu da kendi tercihleri. Bu arada bilmeyenleriniz için söyleyeyim. Benim zamanımda en yüksek puanla alan mühendisliklerden biri Ziraat mühendisliğiydi. Benim ilk beş tercihim İzmir Ziraat’tı. Ama matematik , fizik o kadar eksik okumuştuk ki Ankara Ziraat Fakültesi’ne yeten fen puanım İzmir’e yetmediydi. Bu arada aldığım puanla Diş hekimliğine girebiliyordum. Yani buradan tarıma verdiğimiz önemin yıllar içinde nasıl değiştiğini görebiliriz. Biz o zamanlar Uşak’ta oturduğumuz için ve Ankara’da da hiç akrabamız olmadığı için ben sadece İzmir ve İstanbul’da tercihler yapabilmiştim. Sonunda çok yüksek olan Sosyal Puanımla BÜ Tarih’e girdim. İnatla bir alta yazdığım İstanbul Hukuk’a da girebiliyordum , ama girmek istemiyordum, babamın nasıl bir iş hayatı olduğunu görebiliyordum çünkü. Yani sözün özü ekip, biçmeyi hep sevdim.

Kısa yazayım diye oturup, yine uzattıkça uzattım. Halbuki bu ara okuduğum ilginç kitaplardan da söz edecektim. Onlar sonraki yazıya o zaman. Kırsal yerde akşamın nasıl olduğunu anlamasak da yine de okuyup yazmaya ve hatta çizmeye zaman ayırmaya çalışıyorum ben. Belki AVM, pandemi dolayısıyla arkadaş eş dost ziyareti gibi uğraşlar da olmayınca, okumaya yazmaya daha çok zaman kalıyor. Bir de habire ortalık temizleme, çamaşır yıkama gibi obsesyonlarım olmasa, daha verimli olacağım. Bu konu üzerinde çalışmalı.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *