En özendiğim insanlar hayatı olduğu gibi kabul edebilenler. Mütevekkil olanlar, yani “Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler.” kabullenişiyle, her geleni sakince, yeni deyimle cool bir biçimde karşılayabilenler. Ben hiç öyle olamadım. Belki evhamlı bir anne babanın ürünü olup, hayatımın çocukluk ve gençlik çağlarını yürek hoplamasıyla geçirmem yüzünden, belki de zaten yapım öyle. Bu evham işini de şu yazımda anlatmıştım.
Bardağın boş tarafını görmeye öylesine alışkınımdır ki, bankacılık zamanlarımda akreditiflerdeki yanlışlıkları anında bulurdum, gözüm yanlışı, hatayı, ya da bozuk olanı görmeye öyle yönlenmiş ki resmen aşk mektubu verseler yanlışlarını bulup iade ederim, o derece. Bir olay olmadan olabilecek milyon kötü olasılık aklıma gelir, kurar da kurarım.
Durmaksızın kötüyü beklemek insanı bir de yersizce tedbirli yapıyor. Bir belgesel izlemiştim, bir felaket olabileceği beklentisiyle evine yiyecek, içecekler, ilaçlar, her türlü araç gereci dolduran, sırf bunları koyabilmek için sığınaklar, depolar inşa eden Amerika’daki insanları anlatıyordu. Yani benim türüm insanların iki üç gömlek üst düzeyi. Bunların içinde bir çiftin bu kadar şeyi biriktirdikten sonra boşandığını ve o biriktirdiklerinin kimde kalacağı kavgasını yaptıklarını izleyip çok gülmüştüm. Bu şapşallara “prepper” deniyor. Dünyanın başına gelebilecek bir felaket ya da savaş, uzaylı istilası işte ne derseniz deyin onu için hazırlıklar yapıyorlar. Biz Marmara Bölgesinde yıkıcı bir deprem bekliyoruz, kıçıkırık bir deprem çantasını bile hazırlamaya üşeniyoruz. Şu linkte bu hazırlanma manyağı tipleri anlatan bir serinin ilkini ve isterseniz diğerlerini de görebilirsiniz. Ortalıkta ne manyaklar var 🙂 Bunların arasında ben yine iyi sayılırım. Her yıl Saklıköy’e aldığım konserveleri zamanı geçti diye yakalarsam kullanıp, zamanı geçmişse de atmaktan, biriktirdiğim ilaçları zamanı geçmeden tüketmekten ve yerine yenilerini koymaya çalışmaktan ötesini yapamıyorum. Bu bile pek çok insanla karşılaştırıldığında gereksiz bir tedbirlilik durumu. Öte yandan tarihi savaşlarla dolu bir ulusun çocukları olarak, en ufak bir fırtına beklentisinde bile kuyruklara girip fırınlarda ekmek bırakmayan insanlarız. Ama o fırınlara koşanlar da benim gibi insanlar sanırım. Şöyle bir düşününce neyi nereye kadar yedekleyeceksin ? Benim devamlı kullandığım iki ilaç var. Birisini almayacak olursam bir yıl içinde 100 kg’ın üstüne çıkıp kalp krizinden ölme riskim yüzde yüz. Bir ara Türkiye’deki versiyonundaki oranlar dengeli değil diye doktor yurtdışından gelen muadilini almamı istiyordu pahalı pahalı, bulamazsam diye sürekli yedekleyip, endişelenmekten kendimi alamıyordum. Bir tatile gitmeden önce yanına her zaman antibiyotik alan bir insanım, artık reçeteyle alınıyor diye zorlanıyorum. Zırt fırt antibiyotik kullanılmasından yana değilim, ama İngiltere’de antibiyotik yazmadıkları için uyduruk ilaçlar almak zorunda kalan oğlum, kronik sinüzitten az kalsın ameliyat olmak zorunda kalıyordu. İnsan kendi bünyesini de biliyor.
Benim gibi insanlar her şeyi kontrol etme isteğiyle de dolu oluyorlar. Öncesinden yirmi bin tane kötü şey düşününce, olmasın diye kontrol edebilme isteği geliyor tabii. Ama aklınıza gelmeyen bir yirmibinbirinci şey de her zaman vardır. Onu kontrol edemezsiniz işte. Eskiden daha da kötüydüm. Olabilecek kötü şeyleri düşünüp ya olurlarsa diye üzüm üzüm üzülürdüm. Zaman içinde en azından olsunlar da öyle üzüleyim bari diye düşünmeye başladım. Bunda biraz da eşimin etkisi var. O mütevekkil insanlardandır çünkü. Aslında belki olabilecek kötü zannettiğimiz şey bizim için iyi de olabilir. Şimdi genel düşünce kötüyü düşünmenin onu çağırdığı yönünde. O yüzden iyiyi düşünüp, bekleyin deniyor. En nefret ettiği kitaplardan biri Pollyanna olan bir insanın yapabileceği bir şey mi bu, sanmıyorum.
Şimdilerde kötü düşünmeye başladığımı farkedince, bir iş bir uğraş bulup kafamı dağıtmaya, beni sıkan konu üzerine odaklanmamaya çalışıyorum. İnsanoğlunun endişe kapasitesi çok geniş. Bir düşününce hava durumundan, para durumuna, doğmamış çocuğunun okul sorunundan, iktidara, iş sorunlarından savaşa, hastalıklardan, yediği yemeğe ve hayali geniş olanlarımız, uzaylı istilasından, hayaletlere kadar pek çok şeye kafayı takabilir. İlkokulda öğretmen şiir okumak için beni seçmezse ne yaparımdan başlar, ya o çocuk beni beğenmezse, beğendikten sonra ya beni terkederse, evlendikten sonra ya beni aldatırsa, ya iş bulamazsam, ya kanser olursam, ya sokakta kalırsama kadar gelir. Haa tabii bir de Türkiye’de yaşıyorsanız bu endişe durumu ya tutuklanırsam, ya başımı kapattırırlarsa, ya başımı açtırırlarsa, ya sokakta kimvurduya gidersem, ya çukura düşersem, ya bomba patlarsa filan gibi farklı açılımlara da gebedir.
Aslında etrafta benim gibi olan insanlar da pek fazla. Terfi alırsam şuraya giderim diye plan yapandan çok, işten atılırsam diye bir tarafa para koyan daha çok. Olur da kocamdan boşanırım bir gün diye kocasından gizli para biriktiren pek çok kişi tanıdım. Hepsini bir tarafa bırakın kefen param diye kaç kişi para biriktiriyor. Yahu ortada kalacak değilsin ya, elbet biri öldükten sonra bir tarafa gömecek. Olmadı Hüvel’l Baki yazımda yazdığım gibi doldurup odanın ortasına koyarlar 🙂
Tabii o pek özendiğim mütevekkil olma konusu, ne gelirse gelsin kabullenelim olarak da algılanmamalı. Benim söz ettiklerim daha çok hastalık, ölüm gibi konular. Hastalıkla da savaşacaksın tabii, hatta esas onda morali düzgün tutmak lazım. Ayrıca kötü bildiğin şeylere karşı, inançların doğrultusunda sonuna kadar gideceksin, yapabildiğince. Bunun da bin türlü yolu var, her karşı çıkma da herkese uymaz, kendine uygun olanı bulup çalışacaksın. Ama işler istediğin gibi olmadığında da isyan etmek, dünyaya küsmek yerine başka çözüm yolları arayacaksın. Tüm bunları yaparken özellikle henüz olmamış bir şeye üzülmek, endişelenmek de insanı durduk yerde yıpratıyor, işte ondan vazgeçmek lazım. Öte yandan kötümser insanlar da her şeye saf olarak yaklaşmadıkları için kötü niyetli kişileri önceden fark edebiliyorlar. E bari bu kadar da ayrıcalığımız olsun.
Permalink //
Valla kolay gelsin, bu kadar teferruatlı düşünmek çok yorucu olsa gerek, hakkaten zor iş..Ben de o saydığın tevekkül sahibi, her şeye iyimser yaklaşanlardan değilim ama senin kadar da zorlamıyorum doğrusu..Eskiden, gençken yani hep daha iyiyi hatta mükemmeli ararken, kader benim elimde derken senin gibi zorluyordum kendimi.Ama yıllar geçtikçe bir genleşme ve boşverme durumu başlıyor , adam sendeciliğe geçiyorsun…Çünkü senin de ifade ettiğin gibi ” aklınıza gelmeyen bir yirmibinbirinci şey de her zaman vardır. Onu kontrol edemezsiniz işte” … Sonuç işte bu ! Kontrol edemeyeceklerimiz ettiklerimizden daha çok, o zaman neden kendime bu kadar eziyet ettim ki ,demeye başlanıyor illaki.
Ne diyeyim, daha rahat, daha huzurlu ve daha az yorucu günler dilerim.Sevgiyle kal.
Permalink //
Ay amin vallahi, ben de senin gibi biraz rahatlasam iyi olacak, ama işte can çıkıyor huy çıkmıyor bazen 🙂
Permalink //
Merhaba
Galiba aynı yemeklerden yemiş aynı sulardan içmişiz
Bende de bir karamsarlık hatta bir korku senelerdir peşimi bırakmayan, zaman içinde sadece temaları değişiyor
Son yıllarda yaşlılık, yanlız kalma ve muhtaç olma konuları revaçta. Ne kadar kendime telkin etsem de nafile 🙁
Ve inanın kendimden çok sıkıldım, o kadar yani…
Yazınızı tesadüfen okuyunca hafif bir rahatlama hissettim benim gibiler de varmış diye
Teşekkürler duygularınızı içtenlikle paylaştığınız için
Sevgiyle kalın
Tuna
Permalink //
Umarım bir nebze olsa değişir, dönüşür rahatlarız 🙂
Permalink //
‘Aşk mektubu verseler,yanlışlarını bulup aide ederim’ cümlesine bayıldım hocam 😁😁
Kaleminize sağlık…
Sevgiler …
Permalink //
🙂 Teşekkürler, sevgiler.