Dönem dönem romantik komedi ya da sadece romantik film krizlerine girerim. Bu aralar da Netflix’te bulduğum romantik filmleri izlemekle meşgulüm, ama çoğu zaman kaybı. TV’de rastladıkça yeniden izlediğim, ya da bende mutlaka olmalı diye DVD’sini aldığım romantik filmlerim de var herkes gibi. Bugün azıcık onlardan söz etmek istiyorum. Söz edeceklerimin içinde eski filmler yok yalnız. Yani Casablanca gibi, Bir gece de oldu, ya da Roma Tatili gibi. Belki onlar için başka bir yazı yazarım. Daha önce eski müzikaller için de bir yazı yazdığımı anımsıyorum. TV dizileri ile ilgili yazdığım bir başka yazı da şurada.
Romantik film deyince ilk aklıma gelen The Way We Were benim. Nedense gençliklerinde aşık olmuş, ama sonra ayrılmak zorunda kalmış çiftlerin aşkları beni hep etkiler. Hayır böyle bir aşk yaşamış olsam neyse. Ana çiftimiz yıllardan sonra karşılaşırlar, buruk bir iki söz edilir, ay benim içim çekilir resmen. Bizim Türk filmlerinde bu tarzın sahnelerinde genellikle kadın bir de evli, çocuklu filan olur. Çoğu zaman geri dönüşlerle süslüdür bu tarz filmler , geçmişteki mutluluk insanın burnunun direğini sızlatır. Bu konuda benim favorim The Way We Were. filmidir.
Robert Redfort ne kadar yakışıklıdır ve Barbra Streisand ne kadar çekicidir. “Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir, bazen küçük bir an için ömür bile verilir” melodisi çınlar insanın kulağında adeta. Bu arada The way we were parçası da çok sevdiğim parçalardandır. En favori iki sahnem ise Robert Redford’un Barbra’nın ayakkabısını bağladığı sahne ile film sonundaki ” Your girl is lovely Hubbell” sahnesidir.
Bu eski aşıklar temasına bir örnek de geçen gün Netflix’te rastladığım Çin filmi. Farklı bir ülkeden romantik güzel bir film izlemek isteyenlere öneririm. Adı Us and them. 2017 yapımı bu filmin yönetmeni Tayvanlı şarkıcı, oyuncu Rene Liu. Jing Boran ile Zhou Dongyu oynamış.
Woody Allen sevdiğim yönetmenlerdendir. Şimdi burada taciz tartışmalarına girmeyelim, o başka bir yazı konusu. En sevdiğim filmlerinden biri Annie Hall‘dur. 1977 yapımı olan filmde kendisi ve sevgilisi Diane Keaton oynamışlardır. Bence kadın erkek ilişkileri hakkında çekilmiş en güzel filmlerden biridir. Filmi düşününce aklıma nedense örümcek öldürme sahnesi gelir. Çift ayrılmıştır, Annie Alvy’i acilen çağırır. Alvy gecenin bir yarısı koşar gelir. Sorun şu ki banyoda kocaman bir örümcek vardır. Tabii ki Annie Alvy’i özlemiştir. Ama siz bunu bilmiyormuş gibi yapın 🙂 Peki Alvy’nin ” Beni üye yapacak kulübe asla ait olmak istemem” sözünü anımsıyor musunuz ? Peki film sonundaki diyalogu ? Adamın biri psikiyatriste gider ve “Doktor, kardeşim deli, kendini tavuk sanıyor.” der. Doktor da: “Hastaneye götürseydiniz. der ve adam da şöyle der: “Evet yapabilirdim ama yumurtaları çok işime yarıyor.”
Galiba ben de insan ilişkilerinde aynı şeyi hissediyorum. Akıldışı, mantıksız, hatta saçmalar ama sürdürmeye çalışıyoruz. Çünkü hepimizin yumurtalara ihtiyacı var.”
Kadın erkek ilişkileri deyince When Harry met Sally filmi akla gelmese olmaz. ” Bir kadın ve erkek arkadaş olur mu ? “sorunsalına kafayı takmış biri olarak, bu filmin de benim En’lerim arasına girmesi kaçınılmazdı. Filmdeki çift söyleşilerinin gerçek olması çok hoş tabii. Senaryonun ilk taslağında Harry ve Sally filmin sonunda birlikte olmuyormuş. Nora Ephron bunun en gerekçi son olduğunu düşünmüş, ama tabii sonunda izleyicinin en çok hoşlanacağı son ile bitirmiş. Filmin yönetmeni Reiner’ın annesi ise en sevdiğim sahnede oynayan yaşlı kadın, fake orgazm sahnesi sonunda “O ne aldıysa bana da ondan verin.” diyen yaşlı hanım yani. Filmin OST’i de hoştur. İşte Harry Connick, JR’dan It had to be you.
Kızların hepsi olmasa da çoğu modern prenses hikayelerine hastadır. Pretty Woman da bunlardan biridir ve ben de çok severim. Bu arada Richard Gere yaşlandıkça daha karizmatik olmuyor mu sizce de ? Ben Julia Roberts’ın gülümsemesine hasta olanlardanım. O nasıl tüm yüzüyle gülümsemedir, o nasıl bir aydınlanmadır. Bu filmde de tam formundadır. 23 yaşında. Zaten tanınmasına neden olan film de budur. Hala izlemeyen kalmış mıdır bilmiyorum ama bir fahişenin zengin bir iş adamının kalbini çalmasıyla ilgili bir filmdir Pretty Woman. Film çekildiğinde Richard Gere 41 yaşındaymış. İlk izlediğimde de , sonraki izlemelerimde de yaş farkı hiç gözüme çarpmadı. Demek ki kimya çok yerindeymiş. Filmi daha geçenlerde kimbilir kaçıncı kez izledim. Hala alışveriş sahnesinde tezgahtar kadınlara sinirlendim, sonrasında kızın tekrar uğrayıp Big Mistake dediği sahnede yüreğimin yağları eridi ve o son sahneyi yine gözlerimden yıldızlar çıkarak izledim. Bazı filmlerin uyandırdığı etkiler ne kadar izlemiş olursanız olun, değişmiyor.
Filmi sevenlere bir de ekibin 25 yıl sonraki buluşmasından bir video verelim. işte şurada. Hepsi o kadar şekerler ki 🙂 Julia Roberts’ın bunca yıl sonra Richard Gere’e dokunması. öpmesi ve yanındaki o rahat hali de beni benden aldı. İlk tanışma öykülerine de bayıldım. Hele Julia’nın post it’e “Please say yes” yazıp , uzatması. İyi ki “Yes” demiş 🙂
İkilinin Runaway Bride filmini de severim. Yine Pretty Woman yönetmeninden, Garry Marshall’dan ilkinden dokuz yıl sonra yapılmış bir filmdir. Adı üstünde nikahlarından kaçan bir gelini anlatır. O filmden de en çok yumurta sahnesini severim. Kız hep birlikte olduğu erkeklerin yediği gibi yumurta yemektedir. Richard Gere onu kendisinin ne çeşit yumurta sevdiğini bile bilmemekle suçlar. İşte o sahne.
Julia Roberts kadar sevdiğim bir başka oyuncu da Meg Ryan. Julia’dan altı yaş daha büyük. Tom Hanks ile oynadığı You have got mail filmi yine ara ara izlediğim ve çok sevdiğim bir filmdir. İnterneti yeni yeni kullanmaya başladığımız o ilk günleri, o bağlanma sesini o kadar net anımsıyorum ki. O küçük kitapçı, her bir ayrıntıyı bilerek satan o eski kitapçılar, büyük alımlı ve renkli çok satan kitapların yer aldığı zincir büyük kitapçılar, ama hiç bir şey bilmeyen satıcılar. O kadar gerçek ve o kadar acı ki. Bu tip kitapçılara girdiğimde bir şeyler soran insanlara dayanamayıp yardım ettiğim o kadar çok olmuştur ki. En son “Japon Yapmış” kitabını istediğim tezgahtar “Japon yok, ama uhu var” dediydi. Hala aklıma geldiğinde gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum.
Kızın kitapçı dükkanını kapatacağı günün öncesi annesiyle olan anılarını anımsadığı o sahne ne güzeldir. Çocuğun habire “Baba” filminden alıntılar yapmasına ne demeli ? Şuradan anımsayabiliriz. Kız hastayken çocuğun onu ziyarete gelmesi, kızın panikle evi toplaması sanki gözlerimin önünde ve tabii videosunu vermeyeceğim ama o son sahne bence en güzel sahnedir. “Sen ol istedim, senin olmanı öylesine istedim ki :)”
İkilinin aslında birlikte çevirdiği 3 film var. Ben Sleepless in Seattle filmini de çok severim. Babasına uygun bir eş arayan o küçük çocuğun çabaları sonucu bir araya gelen çiftin öyküsü.
Sonunda bir araya gelen çiftler tabiiki bir araya gelemeyenlerden daha çok tercih ettiklerimiz oluyor. Ama ilk filmde yazdığım gibi kırık aşk hikayelerinin öyküsü de daha bir hatırda kalıcı oluyor. Bu tarz bir imkansız aşk öyküsüyle bitirelim. Ben 1966 yapımı A Man and A Woman filmini ve müziğini de çok severim. Ama benim söz edeceğim aynı adlı bir başka film. Onun tanıtımı da işte şurada.
Başrollerinde Gong Yoo ve Jeon Do Yeon oynuyorlar. İkisi de evli olan çift çocuklarını Finlandiya’da bir kampa getirdiklerinde tanışırlar. Bu sorunlu çocukların katıldığı bir kamptır. Aşık olurlar, birlikte olmak isterler ama farklı sorumluluklar öncelikleri olacaktır.Bu filmden de bir örnek müzik verelim. Ruh durumunuzun uygun olduğu bir gün izlemenizi öneririm.
Şimdilik bu kadarla bırakalım ama Titanic var, The Notebook var, Notting Hill var, Eternal Sunshine of the Spotless Mind var, Four Weddings and a Funeral var, Good Will Hunting var oğlu var. Belki bir gün onları da yazarım. Notting Hill’den en hoş alıntıyla bitireyim. “I’m also just a girl, standing in front of a boy, asking him to love her.” ~ ( Ben de bir erkeğin önünde durmuş, onun beni sevmesini isteyen sıradan bir kızım sonuçta ) Tabii erkek Hugh Grant olunca böyle oluyor diyeceksiniz, e siz de haklısınız tabii.