by

Okurken Öğrenilenler

Bu aralar yazdığım gezi yazılarına bir ara verip, başka konularda yazayım istedim. Aslında hala Londra gezisinden kalan bir bölüm ve günübirlik yaptığımız Mudanya gezisi notlarım var. Ama onları başka bir zamana bırakıyorum. Bugün bunu yazmak istedim.

Okumak zaten başlı başına bir öğrenme süreci. Başka bir dünyaya kaçtığınızda hele de çok zevk alarak okuyorsanız, dünyayı öğreniyorsunuz. Bilimsel kitapları, denemeleri filan geçiyorum. Ben biyografiler, anılar, mektuplardan da pek çok şey öğreniyorum. Bir de şunun farkına vardım. Çok meraklı olup, antik kuntik konularda ayrıntıya giren yazarları çok seviyorum. Salah Birsel gibi, Murakami gibi. Satır aralarından öğrenilenler bana daha çok zevk veriyor. Murakami mesela kahramanının ne yediğini , ne içtiğini, neler dinlediğini yazarken ben aralardan o CD’yi araştırıp dinliyorum, ya da okuduğu kitapları araştırıp alabiliyorum. Böylece birbirine açılan kapılardan farklı yollara girip öğrenme sürecini zenginleştiriyorum. Salah Birsel’den söz ettiğim bir yazım da şurada.

Bu aralar Londra’dan aldığım bir kitabı okuyorum. The Diary of A Bookseller. Shaun Bythell’in günlüğü. Bythell’in Wigtown’da bir kitap dükkanı var. 2001’de satın almış. Dükkanı ilk kez 18 yaşındayken görmüş. 12 yıl sonra tekrar dükkana gittiğinde iş bulmanın zorluklarından söz ederken sahibi emekli olacağı için dükkanı satın almasını önermiş. Parası olmadığını belirtince de ” Paraya ihtiyacın yok, bankalar ne işe yarıyor.” demiş. Bir yıl sonra, 31. yaş gününün ertesi dükkan onun olmuş. George Orwell’in Kitapçı Anıları makalesine de göndermede bulunarak “Belki de dükkanı satın almadan önce onu okumalıydım.” demiş. Bu makale bizde Orwell’in Kitaplar ve Sigaralar başlığıyla yayınlanmış kitabın içindeymiş. İşte bir kitabı okurken farklı bir yola sapıp, başka bir kitaba, bilgiye ulaşmanın bir örneği daha.

İngilizce okuduğum kitaplarda bilmediğim sözcüklerin anlamına mutlaka bakma alışkanlığım vardır. Tabii aceleniz varsa ve bir makale okuyup, ödev filan yetiştiriyorsanız her ayrıntıya atlamazsınız. Ama keyif için okuduğum kitaplarda sözcük öğrenme adına durup bakarım. Bazılarını bu duruşlar sıkabiliyor, ya da kitaptan aldığı zevki azaltabiliyor. Halbuki ben her zamanki merakım ve kafa dağınıklığımla bunu eğlenceli buluyorum. Kitapları her yere götürme alışkanlığım da var. Koskocaman bir sırt çantası taşıyorum, bu kitap son zamanlarda hep o çantanın içinde. Dün kuaförde ve de Çin fuarına giderken metroda okudum mesela. Kitapçıya gelen bir müşteriyi tarif ederken polyester pantolon ve “Donkey Jacket” giydiğini söylemiş. Ben nasıl bir ceket olduğunu bilmiyordum bunun, daha önce bir yerlerde geçmemiş demek ki. Hemen bir fotoğrafını buldum. Şu omuzlarında yağmur geçirmez parçalar olan ceketlere deniyormuş.

Bilmiyordum öğrendim, fena mı oldu. Haa bir de bir kitaptan söz ederken yazarından da bahsetmiş Shaun Bythell. Müşterinin biri Where No man Cries adlı kitabı satın almış. Yazarı Emma Blair . Müşteri yazarın aslında kadın değil, Glasgow’lu bir erkek olduğunu anlatmış. Blair’in kitapları son 20 yıldır İskoç kütüphanelerinden en çok ödünç alınan kitaplarmış. Adamcağız aslında bir oyuncuymuş. Kariyerinin sona erme öyküsü de ilginç. “Raiders of The Lost Ark” filminin sahne sınavı için çok uzun süre beklemiş. Steven Spielberg sonunda odaya gelip ” Yarın gelebilir misiniz?” diye sormuş. Adamcağız ” Kahretsin! Gelemem” diye cevap vermiş. ( Benim tercüme de tam dizi tercümesi oldu bu arada 🙂 No, I fucking cannot” demiş aslında ) 2011 yılında ölen bu yazarı ve kitaplarını merak ettim tabii. Adını nette araştırınca bizim genç kızlığımızda okuduğumuz Barbara Cartland romanlarına benzeyen bir çok roman çıktı. Hoş, belki adamın tarzı onlardan çok daha kalitelidir bilemiyorum. Ama gerçek adıyla Iain Blair 12 Ağustos 1942 doğumluymuş. ( Hüsam ile aynı gün doğmuş, aynı yıl olmasa da ) İlginç de bir hayatı var. Genç yaşta annesi ve babasını kaybedince halasıyla yaşamak üzere 11 yaşında Amerika’ya gidiyor. Sonra liseyi bitirip İskoçya’ya dönüyor. Bir sigorta şirketinde çalışmaya başlıyorsa da sıkılıyor. Demek ki 12 Ağustos doğumlular hayatlarının bir döneminde sigorta işi yapıyorlar bu anlaşılmış oldu. Neyse efendim, sonra Avustralya’ya gidiyor. bir gazetede düzeltmen olarak çalışıyor. Ayrıca plajda cankurtaranlık yapıyor. Burt Lancaster’ı izleyince oyuncu olmaya karar veriyor. Royal Scottish Academy of Music and Dramatic Art’ı bitiriyor. Royal Shakespeare Company’de görev alıyor. Bir çok dizide oynuyor. Sonra şu ünlü olayla kariyeri sonlanıyor. Oyunculuk yaparken tiyatro oyunları ve dizi senaryoları yazmış. Önce korku romanlarıyla başlamış, ama başarısız olunca romantik romanlar yazmış. İlk romanı yazınca yayıncılar bunu kadın adıyla yayınlayalım, daha çok satar demişler. Yazdıkları romantik, ama aynı zamanda gerçekçiymiş. 30 tane roman yazmış bu isimle. 1998’de Flower in Scotland isimli romanı yılın romantik romanı ödülü kazanınca kimliğini açıklamak durumunda kalmış. 2007 yılında diyabet teşhisi konunca yazamamış, 2011 yılında da genç yaşta ölmüş. Ardında televizyon yapımcısı ve yazar eşini ve iki oğlunu bırakarak. Şimdi bu adamın yazdıklarından en az birini okumak da şart oldu.

Çocuk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış adlı kitabı da hala bitiremedim, sırf bu durup başka yollara varma alışkanlığı yüzünden. Bu kitap tabii daha çok Amerikalı çocuk yazarlarından örnekler veriyor. Çoğunu da okumamışım. O yüzden her zaman yaptığım gibi not alıp ilgimi çeken konuları olanlarını belirliyorum. Yakın zamanda derin bir net araştırması yapıp, hangilerini okumalıyım karar vereceğim. Bu kitapta da çok ilginç bakış açıları anlatılmış. Klasik yazım biçimi yanı sıra benim daha önce duymadığım pek çok yöntemden söz ediliyor. Kısa bir örnek verecek olursam :

Kitaplar artık her zaman alıştığımız formlarda üretilmemektedir. Grafik çizeri Art Spiegelman’ın üç boyutlu eseri Open me… I’m a dog kitabı , bu dünyada her şeyin ille de tek ve sabit bir anlam barındırmadığına dair postmodern anlayışı işlemektedir. Burada okurlar köpek olduğunu iddia eden bir kitapla karşı karşıyadır. Kapak içi sayfaları sıcak renklere boyanmış kitabın tasması bile mevcuttur. Bir kitabın ne olabileceği kavramıyla oynayan Spiegelman, kitaplarla ilgili okurların zihninde olumlu bir çağrışım uyandırmakta, okurların hayal dünyasında kitaplarla ilgili fikirlerle oynayabilmeleri için yer açmaktadır. “

Bugünlük bu kadar. Ben şimdi okumalarıma geri dönüp, farklı yollara sapmaya devam edeyim.

2 Comments


  1. // Reply

    Sayfanızı twitter da baylaşmanızdan sonra buldum. Yazılarınız çok güzel en başa gittim sıra ile bütün yazılarınızı okumaya başladım . Gerçekten sekiz kadar yazınızı okudum ve çok güzeller bayıldım . Siz hep yazmaya devam edin , çok bilgilendirici ve güzel yazıyorsunuz 🙂


    1. // Reply

      Teşekkür ederim 🙂

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *