Dün kız kardeşimin doğum gününü kutladık. Doğum günleri ölüm günlerinden daha önemli bizim ailede. Mümkünse ölenleri de doğum günlerinde anımsamak istiyoruz. Lokanta ararken vejetaryenlerin de yiyecek bir şeyler bulabileceği bir yer olsun istedik. Kardeşim sanırım 2012 yılından beri et yemiyor. Öncesinde de et yemeyi çok sevmezdi. O yıl nedense ben de bir altı ay kadar et yememiştim, enerji değişiminin etkisi olsa gerek. Sonradan yine yemeye başladım. Balık ağırlıklı olarak, o ise bir daha etoburluğa geri dönmedi.
Et dışında demir içeren bakliyat bana dokunduğundan, et yemediğim dönemlerde kansızlık baş gösteriyor, bu yüzden doktorlardan çok azar işitmişliğim var. Öte yandan eti canlı canlı oynaşan kuzular inekler, keçiler dışında bambaşka bir şeymiş gibi yediğimde rahat yiyebiliyorum. İyi pişmemiş et, kanlı kanlı karşıma gelirse midem bulanıyor. Tavşanlar, av hayvanları hatta kedi köpeklerin yenmesi hakkında itirazlar olduğunda öbür hayvanların daha sevimli olmamak gibi bir suçu mu var ki onları rahatça yiyoruz, ama diğerlerine acıyoruz diye düşünüyorum. Bu arada su ürünlerine karşı aynı acımayı duymamam ilginç. Halbuki onlar da havasızlıktan çırpına çırpına ölüyorlar. Geçenlerde ızgaranın üzerine canlı canlı konan karides, vs gibi deniz böceklerini yiyen bir grubun olduğu bir diziyi izledim. Kore dizi ve filmlerinde canlı canlı ahtapot yiyen tipler de oluyor. Bütün bu hayvanlar bizim yememiz için var olmuştur, düşüncesi de bana çok yakın değil. Böyle durumlarda aklıma sık sık Maymunlar Cehennemi filmi gelir. İşlerin tersine döndüğü, insanlar üzerinde deneyler yapılıp, hayvanlar gibi kafeslere kapatıldıkları anlar. Filmi izleyenler yapılanlara tepkili olmuştur, ama kaçı empati yapıp tersini düşünebilmiştir acaba diye düşünürüm.
Son zamanlarda bitkilerin de duyguları olduğu, onlarında korkup, acı çekip sevinebildiği gündemde. Sırf bu yüzden dalından bile meyve sebze koparmayıp, ağaçtan düşenleri yiyecek kadar düşünceli olanlar var. Pek çok insan bununla alay etse de insanların yaklaşımları ve duyarlılıkları farklılık gösteriyor diye düşünüyorum.
Dini inançlar söz konusu olunca domuz ya da inek yemeyen, tapınaklarda fareleri besleyen insanları görüyoruz. İnanç kendimizin olmayınca dalga geçip, kendimiz inanınca diğerlerine kafir demekten geri durmuyoruz. Kendi çoluk çocuğumuzun canı söz konusu olunca hayvanlar üzerinde denenen kanser ilaçları gayet doğal geliyor. Çoğumuz tavşanlar üzerinde denenen makyaj malzemelerinin nasıl denendiğini bile bilmeden kullanıyor, son zamanlarda kürk giyen bir ünlü olduğunda hep bir ağızdan karşı çıkıyoruz da, kullandığımız ayakkabıların, çantaların ve pek çok malzemenin de bir hayvan derisinden yapıldığını gözardı ediyoruz.
Hayvanlar üzerinde yapılan testlerin sonuçlarını gösteren pek çok fotoğraf var nette. Ben buraya koymadım, çünkü bakmaya bile içim dayanmıyor. Ama merak eden varsa çok kolaylıkla ulaşabilir.
Geçenlerde düşündüm, tavuklar şanssız hayvanlar. Hem kendilerinden bol miktarda üretip- hem de çoğu kez kötü koşullarda- etlerini yiyoruz,ayrıca yumurtalarından yararlanıyoruz. Vejetaryenlerin de çeşitleri var biliyorsunuz. Örneğin veganlar hem hayvani gıdaları, hem de ürünlerini yemiyorlar. Yani bu yalnızca et değil, süt, yumurta bal da yememeyi gerektirir. Yumurtanın ve sütün bizim için değil, hayvanların yavruları için olduğuna inanıyorlar. Kürk, yün, ipek deri de kullanmadıklarını söyleyelim. Sonradan bunun da çeşitleri çıkmış. Örneğin Lacto vegetarian ya da lactarian, süt, peynir, yoğurt tereyağı gibi süt ürünlerini yiyor, ama yumurtayı dışlıyor. Ovo lacto vejeteryan ise süt ürününün yanı sıra yumurta da yiyor. Kendi açımdan düşününce, et yemeyi bırakabilsem bile süt ürünleri yemeden yaşamak istemem sanırım. Peynir en sevdiğim şey çünkü. Peynirsiz bir yaşam kötü olurdu.
Yumurtasız bir yaşam da sürdürebilirdim sanırım. En çok tavuk yumurtası yiyormuşuz bu arada. tabii bıldırcın, keklik, ördek, kaz, balık yumurtası da yeniyor. Ben bıldırcın yumurtası tatmış beğenmemiştim. Zaten ufacık yumurtalar insan üzülüyor. Afrika’nın bazı yerlerinde beç tavuğu ya da Hint tavuğu denen hayvanın yumurtaları çok yeniyormuş. Sülüngiller familyasından bir hayvan.Azıcık da hindiye benziyor.
Saklıköy’de değil, ama şehirdeki evimizin bahçesinde çok miktarda karga var. Kız kardeşime hediyeler getiren karga dışında bunları da gözlemleme şansım oluyor. Bahçede ceviz ağacı var, tabii ki onları yiyorlar. Tüm kedilere düşmanlar, ve kedi sevenlere de düşmanlar. Kendilerine yapılan bir hatayı affetmiyor, bir olay olduğunda hemen diğer kargaları yardıma çağırıyorlar. Balkonumdaki saksılara cevizlerini sakladıkları, sonra gelip geri aldıklarını gözlemliyorum, akıllı hayvanlar vesselam. Geçenlerde bunları yiyen de var mıdır diye merak ettim. Evet varmış. Ama kargalar leş yedikleri için çoğu insan onları yemeyi tercih etmiyormuş.
Kim yiyor peki bu hayvanları ve neden? Litvanya’da karga eti seks gücünü arttırıyor inancıyla yeniyormuş. Zaten erkekler cinsel gücü arttıracak deseniz bk bile yemeye razı olurlar, bu da ondan hallice bir kuş sanırım. Tabii karga eti pişirmenin de yolları varmış. Çok kaynatıyorlarmış mikropları ölsün diye. En az bir saat ve tabii ki genç kargaların etleri daha iyiymiş. Sovyet işgali sırasında karga eti yemekten vazgeçmişlermiş aslında. Ama sonra yeniden başlamışlar. Bu arada İngilizcede bir deyim var. ” eating crow” onur kırıcı bir şeye zorlanmak, hatayı kabule zorlanmak anlamına geliyor. Eat dirt, eat your hat or shoe, to eat one’s words deyimleriyle kardeş gibi. Leviticus’un 11. bölümünde karga lezzetsiz kuşlardan biri olarak yer aldığı için olsa gerek. Buna benzer bir deyim de “eat humble pie” / ya da umble pie. Umble Fransızca omble sözcüğünden gelip geyiğin bağırsakları anlamına geliyormuş. Geyiğin sakatat gibi kötü yerleri kullanılarak yapılan pie varmış ve tabii ki fakirler yermiş bunu.Kargaya yakın bir de rook pie / ekin kargası varmış. Pie sözcüğünün de bir karga türü olan magpie yani saksağanla ilgisi olduğu söyleniyor. Bu deyim de yanlışla yüzleşip özür dilemek anlamına geliyormuş. Aslında sözün özü karga hayvanı çok akıllı filan olmasına rağmen deyim ve atasözlerinde hep kötü şeyleri çağrıştırıyor. Bizde de “kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmaz.” denir ya. “Besle kargayı oysun gözünü” de var. “Karga mandayı babası hayrına bitlemez.” sözünde de çıkarcı kişiler hedeflenmiş. Çok zayıf ve esmerlere “karga gibi “deriz ve insanları “karga tulumba” ederiz. Benim gibi sabahın köründe kalkanlara “Karga bokunu yemeden ne kalktın? diye sorarlar. Alacağına şahin, vereceğine karga / kuzgun olan kimseler vardır ve kargadan başka kuş tanımayanlar. Benim en güldüklerimden biri de ” Karga yavrusuna bakmış, benim ak pak evladım demiş.” “Kuzguna yavrusu anka görünür” sözü de bir başka versiyonu. Aslında ben sanırım kuzgunları / raven daha çok seviyorum. İngiltere’de biriyle karşılaşmıştım ve arka arka zıplayarak uzaklaşmıştı, aklımızdan hiç çıkmıyor.
Bizim bahçedeki kargalar beni hiç sevmiyorlar. Kedileri beslediğim için. Daha kapıcımız gibi onlardan kaçmak için şemsiyeyle dolaşmak zorunda kalmadım ama, her an da tetikte dolaştığım, Miço balkondayken yalnız bırakmadığım da bir gerçek. Dost bir karga ailesi besleyen kız kardeşim ve ben bu konuda farklıyız sanırım. Neyse aptal dostum olacağına akıllı düşmanım olsun daha iyi 🙂
Permalink //
Severek okudum, bilmiyordum yazdığını 🙂
Permalink //
Teşekkürler 🙂