by

Korku Dağları Bekler

İnsan duygularının en temel olanlarından biri korku. Herhangi bir tehdit, tehlike karşısında hissettiğimiz, bazen nedeni belli, bazen de nedensiz bizi rahatsız eden, çoğu kez soğuk terler döktüren kötü bir his. Bazı korkuların rasyonel bazılarının da irrasyonel olduğuna inanılıyor, ikinci gruba, patolojik olanına fobi diyorlar. Bu gruba yükseklik korkusundan , berber korkusuna, insanlardan korkmaktan, acı çekme korkusuna tuhaf pek çok korku giriyor.  Sınav korkusunu, arı korkusunu anlıyorum da sarı renkten korkma gibi korkuların kökeninin ne olduğunu gerçekten merak ediyorum.

Tabii konu üzerine çok çalışılmış. Kimi bu korkuları çocukluktan getirdiğimizi söylerken, kimisi de doğuştan olabildiğini söylüyor. Son zamanlarda bir türlü yenemediğimiz korkuların kökenini geçmiş hayatlarda aramak ve türlü yollarla sağaltmaya çalışmak da moda oldu. Hipnozdan , terapiye, üfürükçüden, hocaya türlü çare yolları aramak artık normal karşılanıyor. karşılanıyor da son zamanlarda geliştirdiğimiz korku çeşitleri de gülsek mi ağlasak mı bilemiyoruz tepkisi oluşturuyor insanlarda.

Geçtiğimiz haftalarda bir teslim tarihi başlıklı beyaz çılgınlığı yaşandı. En aklı başında arkadaşlarımızın bile kopyala yapıştır yaptığına bakılırsa, artık ağzımızdan çıkan ya da çıkmayan her sözün başımıza dert açacağı düşüncesi kemikleşmiş durumda. FB’ta yaratık gibi çıkan öz çekimler ve karda ya da arkadaşlarla lokantada çektirdiği fotoğraftan başkasını paylaşmayanlar bile herşeylerimiz açığa çıkacak, bizi alıp götürecekler korkusu içinde ben yapmadım o yaptı ruh durumuna girdiler. İşte o metinlerden biri :

Tabii bu gereksiz ve yararsız metni gören şakacılar da başka metinler üretip paylaşmaya başladılar. Onlardan da iki örnek verelim :

Hadi bunlar neyse de can korkusu, patlayıp ölme korkusu insanı yaşamaktan alıkoyuyor. AVM’lere, Tarihi mekanlara, büyük alanların olduğu yerlere gidememe korkusu çoktan yayıldı. Ay “Şimdi oraya gitmeyelim ne olur ne olmaz, bir süredir patlama olmadı diye düşünmek,  ya da patlama olursa cenin şeklinde uzanacakmışsın, başını koruyup .. biçiminde uyarılar paylaşmak da sıradanlaştı bile. Bir patlamadan sonraki  süreç, önce orada olabilecek akraba ve tanıdıkları arayıp güvende olup olmadıklarını kontrol etmek, yabancı arkadaşlarınız varsa FB’dan güvendeyim mesajı göndermek, TV’den Kınama mesajlarını dinlemek, ikinci gün ölenlerin hayat hikayelerini dinleyip üzülmek, hangi taraftaysanız ona göre ölenleri ayırıp uygun olana tepki vermek,  olayı üstlenen grubu kontrol edip tepki verip ya da vermemek, FB’ta profil karartmak, bir iki gün daha temkinli bir biçimde sokağa çıkmak, eğlenceli mesaj paylaşmamaya dikkat etmek, üçüncü gün normale  ( ! ) geri dönmek olarak yaşanıyor.

Kadınlar ikiye ayrılmış durumda. Yarısı başımızı kapattıracaklar diye, kalan yarısı da başımızı açacaklar diye korkuyor. Bu durumda erkekler yine şanslı, en fazla saçımız dökülecek mi dökülmeyecek mi korkusu yaşıyorlar çünkü. Sırf inancına göre yaşayamama korkusundan her iki grup da tuttuğu partinin ve yöneticilerin başka konulardaki icraatlarına bakmıyor bile çoğu kez. Ekonomik çıkarı bozulacak korkusundan karşı çıkacağı eylemlere ses çıkarmayanlar da çok. Aç kalma korkusunu anlarım da çoğu kez gözü doymayanların yüzünden her şey kötüye gidiyor. Oldum olası politikacının gözü doymaz çünkü. Hep açtır. Güce doymaz, paraya doymaz, iktidara doymaz. O gücü kaybetme korkusu yok mu, başımıza ne geliyorsa bundan geliyor işte.

Karşı çıkarsak hapislere gireriz, işkenceler görürüz, evimiz ailemiz yıkılır, hayatımız mahvolur korkusu da yaygın. Böyle bir ülkede yaşayıp bunu makul bulmamak da mümkün değil. Hangi yaştan, hangi görüşten olursak olalım sıradan insanlarımız kadar, şairlerimiz, yazarlarımız, gazetecilerimiz politikacılarımız korkmamış olanlarımız ya hapiste ya mezarda çünkü. Nazım Hikmet der ya ” Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi ” diye. Dünyanın en tuhaf mahluku şiirinde, çoğumuz öyleyiz işte. Koyun gibiyiz maalesef. Gocuklu celep kaldırınca sopasını, sürüye katılıveriyoruz. Böyle olduğumuz için de yine dediği gibi aynı şiirde, kabahatın çoğu bizde. Galiba bu yazıyı sonlandıracak en güzel söz de yine dilimizde mevcut : Korkunun ecele faydası yok. “hayır’ lı günler dileğiyle. *

DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

1947 Nazım Hikmet Ran

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *