Boş gezmeye alışmamışım. Emekli olalı beri bir rahatsızlık, bir huzursuzluk, anlayabilen beri gelsin. Hoş, boş gezme, boş gezenin kalfası olma denilen şeyi de iyi tanımlamak gerekiyor. Bu noktada benimki boş gezme değil, emekli maaşından başka para kazanmama durumu oluyor. Yoksa bir saniye atıl durabildiğim an yok gibi. Hatta keşke olsa diyeceğim. Bu hiperaktif duygu durumunu aşabilmek, eski zaman miskinleri gibi bir ruh durumuna geçebilmek bana nasip olabilecek mi hiç bilemiyorum.
Geçenlerde arkadaşım Zerrin kendi koşuşturmalarını anlatırken ” Kafası kesik tavuk gibi” deyimini kullanmıştı. Yıllık yazıma ” Seni yaşamak değil bu telaş öldürecek.” diye Özdemir Asaf’ın sözünü yazan da odur. Benim dışa dönük bir kafası kesik tavuk durumum yoksa da içe dönük çabalarımda aynı durumdayım. Hele son zamanlarda neredeyse üç saate inen uyanıklık zamanımı bir o işi bir bu uğraşı kovalayıp geçiriyorum. Yine de bir tatmin olma durumu hasıl olmuyor, çünkü zaman yetmiyor. E o zaman seçimini yap, bir ikisinde yoğunlaş diyeceksiniz değil mi ? İşte o da bir türlü olamıyor. Daha önce de başka yazılarımda anlatmışımdır. Ben mutlaka birden fazla işi bir arada yapmaya çalışan bir tip oldum. Temizlik yaparken bile bir odayı temizleyip ötekine geçmem. Bir mutfak, bir çamaşır, bir toz alma hepsine birden saldırırım. Nedense hoşlandığım her şeyi bir arada yapmak istiyorum. O günlük saçma sapan işler zaten insanın zamanını alıyor. Yemek, çamaşır, ütü filan yani. Hoş eğer bugün de kabak beğendi yapayım, Pinterestten bulduğum Erzincan köfte tarifini deneyeyim, magnolianın içine bu kez de çilek yerine kiwi koyayım , glutenli ekmeği foccacio biçiminde yapayım, şeklinde düşüncelerim ve eylemlerim olmasa belki bu iş daha kolaylaşacak. Alışveriş de var tabii. En sinir olduğum da her gün alışverişe çıktığım halde, hep bir şeyler tükenmiş oluyor. Dün dünyanın şeyini alıp geldim. Bugün bir baktım battal boy çöp torbası bitmiş. Çöp torbası da önemli yani. Bugün yürüyüşe çıktığımda alınacak o mecburen.Bu arada neden artık vim bulamıyorum, o ve türevleri toz deterjanlar niye kaldırıldı bir bilen var mı ?
Şimdilerde zamandan kazanmak için mutlaka iki işi bir arada yapmaya çalışıyorum. Birlikte yapılabilen şeyleri birleştirdim. Örneğin dizi izlerken -ki şu anda online izlediğim en az dört Kore Dizisi, iki Japon drama, Miyazaki animeleri ve Netflix’ten OA var- örgü örüyorum. Bir yelek bitirdim, diğeri de bitmek üzere.
Bu dizi izleme işini bloggerlıkta kullandığım için de vicdan azabım bir miktar hafiflemiş durumda. Kore Dizileri blogum günde ortalama 1800-2000 görüntüleme alıyor ki, en azından birilerine ulaşıyorum diye düşünüyorum.
Her gün bir saat yürümeye özen gösteriyorum. Yürürken Korece derslerimi dinliyorum. Talk To Me In Korean E-Book ve ses dosyalarını aldım. İki bölüm dinlediğimde yaklaşık bir saat oluyor. Böylece o bir saat hem yürümüş, hem de öğrenmiş oluyorum. Eğer gün içinde taş, kabak ya da tahta boyama yapıyorsam o zaman da Korece derslerimi dinliyorum.
Ütü yaparken de mutlaka bir şeyler izliyorum. Hele alt yazılı Kore Draması izliyorsam, bakmadan anlamaya başlamak için ideal durum. Ütü deyip geçmeyin bizim evde her gün olan şey. Bir de ben bazı çamaşırları el ütüsüyle, ya da ütülemeden kaldıranlardan değilim, en ufak şeyi bile ütülemezsem içim rahat etmiyor. OCD ile ilgili şurada yazmıştım. belki ilgilenenleriniz olur.
Her gün biraz İngilizce roman okuyayım, yeni sözcükler öğrenirim kararı verdikten sonra günün yarım ila bir saatini de buna ayırmaya başladım. Murakami’nin tuğla IQ84’ü var elimde. İnatla bitirmeye çalışıyorum. Araya başka kitaplar girip de o gün okuyamamışsam yattığımda yine bir huzursuzluk. Bugün onu okuyamadım saplantısı. Geçenlerde Phrasal Verb Book diye bir kitaba rastladım kitapçıda. Yıllarca bunları öğrettik ama epeyce kapsamlı bir kitaptı. Alayım bunu bulunsun, ara sıra bakarım dedim. Şimdi her gün bir parça okuyup, bilmediğim var mıymış diye kontrol ediyorum. Dil bir süre sonra takıntı oluyor insanda, yoksa sadece bende mi ? Bir süredir idol ve oyuncu Kimura Takuya takıntısı ile ( Ben de ortası yok, olunca takıntı oluyor ) Japon Drama izlemeye başladım. Kore Dramalarından çok farklı Japon Dramaları, daha naif, animevari şeyler. Tuhaf da bir espri anlayışları var, ya da yoksa yok mu desek. Her neyse işte oradan bu kez de Japonca sözcükler ezberlemeye başladım. Acaba en azından okuyabilsem mi diye düşünüp, bir girişsem okurum diyorum, ama Koreceyle ilgilenemem diye vazgeçtim. Bir de bende bir eylem tuhaf yerlere varabiliyor. Yalnızca Dorama, yani Japon Draması izleyip geçsem bir şey olmayacak. Ama Kimura’yı googlelıyorum, oradan Jajimete No Cho parçasını söylediği eski bir videoya ulaşıyorum, bu şarkı nereden diye bakıyorum, Kiteretsu Daiyyakka animesindenmiş, animeyi merak edip izlemeye çalışıyorum. Anime karakterlerini çizebilir miyim diye denemeler yapıyorum, bir bakıyorum akşam olmuş. Dipsomani dedikleri bu olsa gerek. Bir de her gün illustration karakter çizme alıştırması yapmaya başladım. Tilki, koala, tukan bilmemne çalışıp duruyorum son zamanlarda. Oluyor mu, bilemiyorum, bazıları gözüme sevimli geliyor.
Daha ciddi bir biçimde yazmaya çalıştığım bir iki parça şey var, onlara da bunca dağınıklık arasında yeterince önem verilemiyor tarafımdan diye üzülüyorum. Her gün bir kısım uğraşı bırakıp bunlar üzerine yoğunlaşmalıyım diyorum kendime. Üstelik ilkbahar geliyor ekim dikim işleri başlayacak, o zaman daha zorlaşacak. Bu noktada aklıma hastalık zamanları geliyor, benim ya da ailemin. Rutin tamamen değişiyor böyle zamanlarda. Onu yapamıyorum, bunu yapamıyorum diye düşünmek bir yana, temel gereksinimlerinizi bile arka plana atmak zorunda kalabiliyorsunuz. Allahtan öyle bir durum yok diye biraz rahatlıyorum.
Bu yazıyı yazarken Cogito’nun Çalışmak Yorar ( Sayı 12, 1997 ) sayısını çıkarıp karıştırdım yine. Bertrant Russell Aylaklığa Övgü’de “Kuşağımdan pek çok kişi gibi ben de ” Boş duranı Allah sevmez” deyişiyle büyüdüm.” demiş. Bizler de öyleyiz, boş duramıyoruz. İzzetttin Önder de ” İşleyen demir paslanmaz. ” Allah tembel kulunu sevmez.” Çalışmak fazilettir.” özdeyişlerini yazıp, çalışkan insanı herkesin sevdiğinden , miskinliğin hep lanetlendiğinden söz etmiş yazısının girişinde. Sonlarda ise ” İş fetişi veya işkolik olma halinin günümüz toplumlarında görülen ve sermaye yoğun karar merkezlerince dayatılan, bireylerin tembellik yapma ve kendilerini geliştirme haklarını ellerinden alan bir dayatma ve davranış kalıbıdır.” demiş. Yazının altındaki alıntı da Karl Kraus’tan. ” Zamanı olmayan kişiler hor görülmeli. İşi olmayan insanlara acımalı. Ama işe zamanı olmayanlara gelince, işte onlara gıpta edilmeli.”
Gülnihal Küken Ömer Hayyam’ın rubailerinden örnekler vermiş yazısının içinde :
” Acılar, kaygılara kapılmak da ne ?
Hoş tut yüreğini, gününü gün et eğlen,
Ama bu namussuz yolda namuslu yürü.
Sahiden yokluksa bu gidişin sonu,
Sen kendini bugünden yok say,
Yaşa kendi buyruğunda bey gibi. ( s.94) ( A. Kadir ,Bugünün diliyle Hayyam)
Bütün bu çabalaman neden?
Karnını doyurman içinse bir diyeceğim yok.
Üstün başın, çoluğun çocuğun içinse gene yok.
Ama çok paralı bir adam olmak içinse
Kıyma güzel ömrüne değmez. ( s.77)
Murat Belge’de Lale Devrinden söz etmiş. Gerçi gündem fena, yakında çıkacak laleleri yolar mıyız, Hollanda’dan lalelerimizi geri mi isteriz bilinmez ama Belge zevk ü sefa görüntüsü arkasındaki nedenselliği sorgulamış. Reha Çamuroğlu ise Miskin başlıklı yazısında tembel, miskin kavramlarını irdeliyor. Yazısını “Miskin dünyanın alternatifi değildir. Dünyanın gidişini de değiştiremez. Zararsızdır. Rakip değildir. Allah için dahi rekabete girmez. Miskin paralel bir evrende yaşar, paralel bir evrenin çağrısıdır. onun için nesli tükenmez. Ama Hakk için , uyuntu ya da mıymıntı hiç değildir. ( Cep kılavuzu miskin tanımını uyuntu, mıymıntı olarak vermiş ) Hala yaşıyorsak onun sayesindedir.” diye bitirmiş.
Tabii tembel deyince akla Oblomov’un gelmesi kaçınılmaz. Bahar Öcal Düzgören de Oblomov-Ştoltz aralığında oynanan Oyun yazısında her iki karakter üzerinde durarark ” Dünyanın Oblomovlarını yıkayarak, temizleyerek, pataklayarak, döverek, adam etmek; hepsini birer Ştoltz’a dönüştürmek gerçekten gerekli mi ? ” diye sormuş.
Ayhan Akman’ın Boş Durmanın Stresi ya da Türk Geyik- Zen’i yazısı geyik muhabbeti kavramından söz ediyor. “Geyik yapmak Türkiye’de yaşayan insanları onca farklılıklarına rağmen birleştiren ortak bir tutku halinde. Genci yaşlısı, enteli magandası, okullusu alaylısı, sosyetesi gecekonducusu hepsi kendi konularında koyu geyik-Zen alemleri yaşamaktalar.” demiş. Daha sonra geyikteki gizli zen sanatına dikkati çekmiş. Çokluk hakir görünen boşluk kavramını ve dolu olmanın övüldüğünü vurgulayarak, bizim geyikteki sosyal zen kavramıyla varoluşçu tandanslı bireyci bakış açılarını karşılaştırmış. Emekli olduktan sonra en azından sosyal medyada sürdürdüğüm geyik muhabbeti boşluğu, hoşluğu ve sosyalliği çağrıştırıyor açıkça demek ki.
Çalışmak Yorar Derlemesinde Perihan Maden’in de Ev Kadınlarının Tembellik Hakkı başlıklı yazısı var. Maden Haklarımın en güzeli Tembellik Hakkı dedikten sonra Tembellik hakkının insanın bizzat kendi evinde kullanıldığını belirtmiş. ” Onun tadı bambaşkadır. Kendi yatağında. Kendi salonunda. Kendi koltuğunda. Kediler gibi. Kedilik hakkın. Yanızca kendini düşünme, ya da düşünmeme hakkı. Bok gibi olma hakkı. Dibe vurma hakkı. Rezil olma hakkı.” demiş.
Oscar Wilde ” Kesinlikle hiç bir şey yapmamak dünyanın en zor şeyidir, en zor ve en entellektüel.” buyuruyor ki doğrudur. Aslında hiçbir şey yapmamak değil de istediğini yapabilmek benim istediğim. Sevin Okyay da aynı şeyi yazmış “Sadece Dinlenmek İnsanı Yorar” başlıklı yazısında. ” En büyük hayalim, evde oturup çalışmak, sadece canımın istediği işleri yapmak. Bazen bana piyangodan ya da benzer bir şans oyunundan yeterli miktarda para çıktığını hayal ederim. Bu para keyfe tabi çalışma lüksünü yaşamamı sağlar. Fevkalade sağlıklı bir hayaldir. ” demiş.
Thomas Hobbes’un ” Felsefenin anası boş vakittir.” sözünü de kendime anımsatarak, bu yazıyı bitireyim. Yangın çıktığında öylece oturacak bir miskin hiç olamayacağım , bunu biliyorum. Hatta belki de ilk fırlayıp kaçan ben olurum. Ama en azından artık vicdan azabı duymadan hoşlandığım işleri yapabilmek istiyorum, yavaş yavaş ve tadına vararak. So say we all.
Permalink //
Ben emekliliği çok kolay sindiremedim başlangıçta hem de kendi isteğimle ayrıldığım halde.Önce ek işlerle uğraşmak vardı kafamda ama kısa süre sonra tembelliğe öyle bir alıştı ki,oblamov misaliyim artık.Hatta çalışmaya hiç vaktim yok,nasıl olsa devlet çalışmamamın karşılığını da veriyor,aşamasına geldim.Kendim için sadece spor yapıyorum,örgü delirtiyor beni çünkü her attığım ilmekle aklımdan geçen tilkilerin sayısı artıyor hangisinin kuyruğunu hangisine bağlayacağımı şaşırıyorum.Eskiden kitap okumak ve müzik dinlemek beni dinlendirirdi şimdi yoruyor.Arkadaşlarla çene çalmayı,kağıt oynamayı da sıkıcı buluyorum çünkü kurtluyum, dayanamıyorum.Neyse havalar güzelleşiyor,yakında bahçedeki salıncağa uzanıp off hayat ne zor ,dememe az kaldı!
Permalink //
Biraz rahat olup, gerçekten dinlenmenin keyfini çıkarmamız lazım 🙂