by

Kıllanan Kadın

Yapım gereği pek çok şey sinirimi bozuyor. Yani bardağın hep boş yarısını görenlerdenim aslında. Öte yandan çok gülen, gülümseyen bir insan olduğumdan, hayatı hep Pollyanna gibi karşıladığımı düşünür pek çok kişi. Halbuki çocukluğumda en çok sinir olduğum romandı. Annem de hep onu örnek verirdi bana. Daha o zamanlardan mükemmeliyetçi, hiç bir şeyi beğenmeyen, kontrol manyağı biri olacağım belliymiş sanırım. O da beni iyimser birine dönüştürmek istiyormuş, ama ne çare! Yükselen Başak yanlarım hala ” O niye öyle, bu niye böyle, adamı sinir etmeyin!” diye haykırıp duruyor.

Pandemi süreci beni iyice kıllanan kadın yaptı. Kıllanan adamı bilmeyeniniz var mı ? Ahmet Yılmaz’ın her şeye sinir olan, genellikle atletiyle pencere kenarında oturan tiplemesi.

İşte iyice ona benzemeye başladım ben de, zaten öyleydim de dozu arttı yani. Bu süreçte en çok sinir olduğum maske takmayanlar, ya da maskeyi çenesine, koluna takıp dolaşanlar. Bir de uyarınca, aslında ” Normal gripten daha çok kişi ölüyor her yıl”, ya da “Maske de zararlıymış.” veya” Açık havada bir şey olmaz.” diyenler. Sen tükürüklerini saça saça benimle konuş, ben de rahatsız olmayayım öyle mi ? Geçen elektrikçi geldi tamire. Önce maskesi vardı, sonra baktım indirmiş. Hüsam da zaten uyarmaz. İçeriden” Maske lazım mı?” diye seslendim. “Yok, benim maske var abla!” dedi.” O zaman taksana!” diye cevap verdim. Ama sinirden de içim içimi yiyor.

Pek çok insan gibi trafikte de deli oluyorum. Ama en çok sinir olduğum bir iki durum var. İlki trafik ağır ağır ilerlerken öndekinin kadın olduğunu fark edince, bir hışım önüme geçenler ki, yine gıdım gıdım gideceksin, taşakların mı büyüdü? İkincisi ağır araç olup, sol şeritten giden kamyonlar filan. Bir de yaya geçidinde durup yol verdiğim kişilerin, hasta ve yaşlı olmayanlarının ağıııır ağıır geçişine gıcık oluyorum. Göstermelik de olsa, az hızlan. Tabii az sonra sola döneceği halde sağ tarafa geçenler var, makas atanlar var, emniyet şeridinden gidenler var, var oğlu var. O zaman “Allahım!” diyorum,” Altımda bir monster truck olsa, şunları eze eze geçsem!” Aynı durumlarda Hüsam makineli tüfeği tercih ediyor.

Monster truck şu

Misafirlikle ilgili de sıkıntılarım var. Artık akraba bile olsa kimse çat kapı ziyarete gelmiyor. Yani en azından benim çevremde öyle. Ama biri beni misafirliğe çağırdığında benden başka tanımadığım ya da tanıdığım da olsa benden habersiz gelmiş kimse varsa gıcık oluyorum. Ben çok iyi anlaşırmışım, ondan çağırmış. Bırak da ben karar vereyim. Sen hazır ikram yapmışken üç beş kişiyi aradan çıkarmaya çalışabilirsin, ama ben o kadar da sosyal değilim. En azından bir söyle, gelip gelmemeye ben karar vereyim. Kedim varken gelen misafirlerin ” Kediyi kapatabilir misin ?” demesine de sinir oluyordum mesela. O da bu evin ferdi, ben senin çocuğundan rahatsız olduğumda ” Bu yaramazı odaya kapat da, kafamızı dinleyelim!” diyor muyum ? Üstelik kediler en çok da kapalı kapılardan rahatsız olurlar. Kapalı kapı arkasında miyavlayıp duran kediden kötüsü var mı? Çocuğuyla misafirliğe gelmiş birinin çocuğuyla gelmemiş gibi davranması da asap bozucu. Kanepeleri tekmeleyip, oraya buraya kafa atan çocuğunuzu bir zahmet uyarın. Aynı şeyleri evde yapsa sopayı yemişti ama o çocuk!

Kedi köpeklere yardım edenleri görüp, “Yardıma muhtaç bir çok insan varken” le başlayan cümleler kuranlara da kılım. Ne biliyorsun yardım etmediğimi? Ayrıca etmeyebilirim de, onlara da sen yardım et, sana mı kalmış kime yardımcı olacağımı öğretmek? Kendi yardımcı olmadığı gibi kapı önünde bakılan hayvancıkları şikayet edip veya bizzat attıran, mama su kaplarını kaldıran komşular(!) da ayrı kıllanma konusu.

Vegan olup et yiyene, et yiyip vegana laf edene de kızıyorum. Sen bifteğini, sen de otunu ye, sus! İlle de karışman mı gerekiyor? Aynı şekilde yıl boyu etleri gömüp, Kurban bayramında “Ah koyunlar, vah kuzucuklar!” diye ağlayanları da samimi bulmuyorum. “Yılbaşında ağaç süslemeyin, kutlama yapmayın” diye ona buna ahkam kesenler de sinirimi zıplatıyor. “İki üç kez umreye, hacca gideceğinize, çocuk okutun.” diyenlerden çoğu, iki üç kez Paris’e, Londra’ya, şuraya, buraya gezmeye gidiyor, o zaman onların da o parayı çocuk okutmak için harcamaları söylenebilir. Özellikle inanç ile ilgili bu tarz karışmalar her zaman asabımı bozuyor, çoğu kez de tartışmaya girmediğimden sinir olduğumla kalıyorum.

Tabağına fazlaca yemek alıp, yemeyip tabakta bırakanlar da sevmediklerimden. Seçici olabilirsin o kabulüm. Ama öyle birisiysen azıcık alır, tadarsın. Baktın beğendin, biraz daha fazla al, yok beğenmedin o zaman almazsın. Onun içinde bu, bunun içinde şu var diye yiyemeyenlerdensen benim gibi, ya kendi yemeğini kendin götürürsün gideceğin yere, ya da önüne ne konursa yersin, ya da almamayı tercih edersin.

Son iki aydır midem ve bağırsaklarım çok kötüydü. O yüzden yıllardır kaçtığım endeskopi ve kolonoskopiyi, üstelik de bu corona zamanı yaptırmak zorunda kaldım. Tabii asıl diyet, çiğnemek, bazı şeyleri yemek listemden çıkarmak etkili oldu düzelmem için, bu arada kilo da verdim. Bu bazı şeyleri yiyememek olayı da insanı gerebiliyor. Ben bir şey yemek istemiyorum diyelim, “Azıcık ye, o kadardan bir şey olmaz.” diye ısrar ediyor. Yok almayacağım deyince bozuluyor. Senin miden çelik gibi olabilir, ama ben salçalı, sütlü, yağlı, kızarmış şeyler yersem, ne bileyim, nane, ceviz, badem yersem ya alerji oluyorum, ya reflüm, gastritim azıyor, yediklerim üç gün ağzıma geliyor. Ama klasik misafirperverlik var ya, ikram yapmazsam iyi ev sahibi olmam düşüncesi. O misafire daha çok zarar verebiliyor. “Daha al!” diye ısrar edenlere hiç geçmeyelim, o en nefret ettiğim şey zaten. Bir de habire sırtına yastık koymak isteyenler vardır. Rahatım dersin, “Şuraya mı geçsen, şu yastığı mı versem!” diye zorlar adamı.

Benden kitap ödünç alıp vermeyen insanları çook uzun süredir “Ben kitap ödünç vermem, okumak istiyorsanız size alıp hediye edeyim.” diyerek geri çeviriyorum. 90’larda yüzüm tutmayıp Hüsam’ın arkadaşına ödünç verdiğim bir kitap tükendi, hep de bir şeylere bakmak istediğim bir kitaptı. Her konu açılışında “Arkadaşın kitabımı aldı, geri getirmedi.” diye söyleniyorum, Hüsam da “Ne kitapmış kardeşim!” diye sinirleniyor. Bak yine aklıma geldi, sinirlendirttim kendimi. Bu arada ben de kimseden kitap ödünç almam. Benim zayıf noktam da bu ne yapalım.

Sırasına riayet etmeyen, kuyruklarda araya kaynamaya çalışan, üstelik” Ben zaten buradaydım, ya da ben daha öndeydim !” diye yalan söyleyenlerin de bir sıkımlık canı var. Kaç defa kavga ettim bu yüzden. Bir de bunların sanki kendisine haksızlık yapılmış gibi, ” Tamam siz geçin madem'” diyerek, mazlum mazlum etrafa bakanları var ki, belki onlar itiraz edenlerden de gıcık. Biz bir de kuyrukların çok olduğu dönemlerin insanıyız, o yüzden bu konuda idmanlıyız sanki.

Şimdi hızlı yazmaktan muhtemelen abuk subuk yazım yanlışları yapmışımdır ama, ayrı yazılacak de’ler, ki’ler, yanlış yazılan sözcükler ( Yanlış ve yalnız olacak örneğin ) konusunda da titizim. Bir de konuşurken uzatılmayacak heceyi uzatan, vurgulanmayan heceleri vurgulayanlara da sinirleniyorum.

Twitter’da düzeltme özelliği olmadığı için beğenilse de çoğu tweetimi silip yeniden yazmışımdır. Twitter demişken , herhangi bir oyuncunun- ki bunlar genellikle idol oyuncular oluyor, rol yapamadığını söylediğimde anında linçlemek için sıraya girenlere de kızıyorum. Ben o hesabı istediğim gibi yorum yapabilmek için açmışım, çok beğeniyorsan sen de yaz, “Bence öyle değil.” de. Neymiş efendim, benim hesabım çok takipçiliymiş de, böyle bir hesapta onun idolünü eleştiremezmişim. ( Çok takipçi dediği de 6000 küsur, bir şey olsa bari )

Birini gördüğünde hemen tipine yönelik yorum yapanlara da kızıyorum. ” Aaa kilo mu aldın sen ?, Saçın bu renk değildi sanki ! ( Yani önceki daha iyiydi demeye getiriyor ) Yorgun musun, gözlerinin altı morarmış galiba, Bu pantolon seni kilolu göstermiş, bu aralar çok zayıfladın sen” gibi cümleler yani . Önce bir selamla, hatırını sor, seni özledim filan de, yok olmaz, ille zehrini saçacak !

Sağa sola çöp atanlara deli oluyorum. Lüks arabalarının pencerelerinden kola kutusu atanlar da gördü bu gözler, torbalanmamış çöpleri atanlar da. En ufak bir çöpü bile çöp kutusu bulamamışsam çantama , ya da cebime koyup eve getiren biri olarak, yerlerde çöp görmek beni hasta ediyor. Korona döneminde bir de maske, eldiven çöpleri çıkmaya başladı karşıma. Geri dönüşüm olanağı olan yerlerde çöplerini ayırmayanlara da kızıyorum. Hiç bir şeyin ziyan edilmediği evler en güzelleri. Çocuklarımıza İngilizce, Matematikten önce temizliği öğretebilsek ne güzel olacak.

Kapalı alanlarda sigara içilmiyor artık sözde. Ama üstü tenteli ya da yarı açık alanları açık alan gibi düşünüp sigara içenlere de , o kurum sahiplerine de sinirleniyorum. Sinirlenmekle de kalmıyorum, kaç kez şikayet ettim. “Bir de dumanı sana gelmiyor.” diyenler vardır, ya da balkonunuzda sigara içmek isteyenler. Balkonda içilen sigara da, pencereyi açıp dışarı üflediğin sigaranın kokusu da içeri siniyor, hele de o evde sigara içilmiyorsa. “Bizim özgürlüğümüz ne olacak”mış ! Sen kendini yalnızken zehirle, beni ne diye zehirliyorsun? Zaten çocukluğum büyüklerim yüzünden pasif içicilikle geçmiş. Mazot kokulu, sigara dumanlı şehirler arası otobüslerde midem bulana bulana gidip gelmişim. ( Bankacı olduğum bir dönem üç beş tane içtiğim olmuştu gençken, hadi itiraf edeyim. Ama öksürükten boğulunca bıraktım tabii.) Yüksek lisans tezimin üzerinde çalışırken tez hocam sigara yakıp, “Ay içmezsem kafam çalışmıyor.” derdi. Tez üzerinde çalıştığımız günler duman altı olduğumdan tüm hafta öksürürdüm. “Ay sana da dokunuyor biliyorum ama..” demesi de ayrı sinir bozucu. Dokunuyor işte, içme değil mi ? Yok ! Sigara deyince arabasına biner binmez sigara yakan taksi şoförlerine de kılım. Ha, bunların bir de müşteri biner binmez radyo açanı vardır, dinledikleri müzik de sizin zevkinizin tam tersidir , hiç şaşmaz.

Başkasına iyi gelen ilaçtan alıp, kendisine iyi gelen ilacı tavsiye edene de sinir oluyorum. Adı üstünde ilaç. Sen bunun sorumluluğunu nasıl alıyorsun ? Maalesef tıbbi konularda bu tür tavsiyeler ve o tavsiyeyi normalmiş gibi uygulayanlar çok. Hele vitaminler. Sanırsın ki vitaminlerin fazlalığı da sorun yaratmıyor. Covid dönemi bu konuda da çok bilinçsiz ilaç almalara neden oldu. Domates aldığın marketi tavsiye edersin, yiyip beğendiğin marka peynirden söz edersin, ama “Şu ilacı aldım, çarpıntıma iyi geldi, sen de al !” demek de ne oluyor ?

Aslında sinir olduğum daha çok şey var, ama burada keseyim. Yalan söyleyen politikacılar, işini iyi yapmayan meslek sahipleri, hak yiyenler, mütecavizler , hırsızlar, arsızlar, hainler , yüreğinde merhamet kırıntısı olmayanlar, asıl ciddi ciddi bunlar adamın asabını bozuyor. Ben işin esprili yanından söz ettim. Yoksa bu konulara girsek sekte-i kalpten gitmek çok kolay. Hadi kalın sağlıcakla, sinirlenmeden, sinirlendirtmeden, mümkünse tabii.

2 Comments


  1. // Reply

    Doğruya doğru Alice seyrederken aklıma geldi iyice okudum büyükbaba paradoksunu.Daha önce duymuştum ama hiç ilgimi çekmemişti.Ortaokuldayken bir arkadasimdan almıştım Jane Eyre romanını.Kitabi okudum ama tekrar okumak istiyorum diye birkaç kez söyleyip kitabı sahiplendim.Nedense ödünç aldığım başka kitaplarında başına hep bir şey geldi.Biri yırtıldı,birine kahve döküldü.Bu ara çok oluyor maske savaşları.Hepte 50 60 yaş arası kadinlar.Genc bir erkeğin maske uyarısı yaptığını görmedim.Hastalik varsada,hastalik isyerimizde calisanlarda ciksa da ,hatta etkilenip metroda bir kere bende iki maske taksamda denizde boğulan biri,uçakta havasız kalan biri gibi maskeyi çıkarıp oturuyorum bazen.Ellerine 15 dakikada bir dezenfaktan sureni görünce ,masumlar apartmanında ki Han gibi tersine etkilenip tüm gün içinde iki kere dezenfektan kullandım.15 20 gun bir kedi alıp kediye dokunamayan ben kendini kanepede bana yaslayıp uyuması hoşuma gitsede,süt içerken bardağımın dibindeki kısmı içmeye çalışması bir ritüel halini alsada tekrar yerine gönderdik kediyi.Sanirim ben Sami Pasazade Sezai nin hikayesindeki ya kediler ya ben diyen tarafım.O çocuklarin koltukları tekmeleyip etrafı karistirmalari onların normal olduğunu gosterir.Put gibi oturmaz ki çocuk.Bir ara hiç ses gelmez çocuktan anne ve ev sahibi rahatlar kesin bir şey yapmistir çocuk.Bu akıllı telefonlar çıkmadan ya da ben almadan önce dolmuşa biniyorum aynı güzergahın otobüsü de olmasına rağmen.Dolmuscunun zevkine göre işte akşama kadar ya Pir Sultan abdalim kalkın gidelim ya ihlamurlar altindayi soyluyorum bed sesimle.O yüzden şiki şiki ba ba filmini çok severim.Cevremdemdekilerin saç kıyafet gibi şeyleri pek ilgimi çekmez yorum yapmazdım eskiden .Bir arkadaşım saçını boyamış olmamış mı niye hiç bir şey söylemiyorsun filan dedi o gün bugündür iletişimin temel kuralı diye etrafimdakilerin giydiği kıyafetten hoşuma gideni saçıyla başıyla ilgili hoşuma gideni söylüyorum. Yazıda düzeltmeye gelince Playful Kisste kızın aşk ilanı mektubunu düzeltip eline verdi ya çocuk ne üzülmüştüm.Yazın çok güzeldi , provoke edici bulup karşı argumanlarimı sıraladım.(Bu son kelimeleri pek sevmem de hadi neyse.)Haa sigara konusunda ise altına imzamı atarim,hem de ıslak.


    1. // Reply

      Aahaha, demek yüz yüze görüşsek acayip kıllanacağım ben sana . Yaramaz çocuklar tabii ki normal, ben onları uyarmayan anne babalarına kızıyorum. Kendi evlerinde uyarıyorlarsa, bir” Dur otur çocuğum, yapma!” desinler, yarım ağızla da olsa. Benim çocuğum da çok yaramazdı küçükken, çok hassas olan arkadaşlarımın evine götürmez, anneannesine bırakırdım. 50-60 arası kadınların maske uyarısı yapması çok normal. Muhtemelen genç olduğunuz için risk grubunda değilsiniz. Bizim yaşlarda ya tansiyon, ya şeker, bizde olmasa etrafımızda eşlerimizde, yaşıyorlarsa anne babalarımızda var. O yüzden dikkatli olmak zorundayız. Kedi beslemek tercih meselesi. Evde hayvan beslesin herkes demedim. Ama evinde kedi besleyene karışmasın en azından 🙂 Sağlıkla kalın 🙂

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *