Bugün felafel yaptım. Yaparken de aklıma çocukluğumun yemekleri geldi. Bu felafeller , kimbablar, sushiler hep global dünyaya entegre olmanın sonuçları. Gezip, görüp, yemesek bile internet denen mucizevi ağ sayesinde Pinterest’ten, şuradan buradan hemen her çeşit ülkenin yemeğini okuyup, videosunu izleyip filan yapabiliyorsunuz. Haa, ayrıca TV var. Şimdi hangi kanalı açsam biri bir yemek yapıyor. IG’da yemek konusunda müthiş. Refika’ydı, Nermin Yazılıtaş’tı, Bulgurcu teyzeydi derken, şeker hastası olmama şu kadarcık kaldı. Yarışmalara bakıyorum, katılımcıların mutlaka dünya mutfaklarından yemekler yapmaları isteniyor. Eski Osmanlı, Türk yemeklerini filan yapan kalmayacak neredeyse. Şimdi Osmanlı deyince de aklıma ilk blog yazılarımdan birisi geldi. Osmanlı Mutfağından Baş Pilavı tarifi vermişim. İşte şurada.
Şimdi çocukluğum deyince hangi yıllardan söz ediyorum, önce onu açalım. 60’ların sonları 70’lerin başları. 16 yaşında Boğaziçi’ne başladığımda 1978 yılıydı. Şimdi 16 yaşına da çocuk diyoruz. Hoş ben o zamanlar TV’de Şeker Kız Candy’i izliyordum, demek çocukmuşum ki izliyormuşum diyeceğim ama 60’larındaki Yurt Müdiremiz Zeynep hanım da izlerdi, peki ona ne diyeceğiz şimdi ? Bu konuda 60’lı yılların sonu 70’li yılların başında çocuk olmak adlı bir blog yazım da var. Orada da azıcık yediğim içtiğimden söz etmişim, dondurmadan, macuna, leblebi tozundan şekere filan, ama bu kez diğer anımsadıklarımı anlatacağım.
Elazığ Karakoçan da doğmuş, bebekken Afyon Bolvadin’e gelmişim. Ama o yılları çok anımsamıyorum. Sadece bir fotoğrafım var Bolvadin’de çekilmiş o anı net hatırlıyorum. Benim çocukluğum İzmir Seferihisar’da geçti. Orada iki ayrı evde oturduk. İlk evden ikinci eve taşındığımız günü hatırlıyorum. Evler aynı sokak üzerindeydi. Annem evi yerleştirmeye çalışırken ben de kapının önünde oynayan çocukları seyrediyordum. Hepsinin elinde birer dilim ekmek üzerini ıslatıp toz şeker dökmüşler. Benim canım da istedi. Anneme “ Toz şekerli ekmek istiyorum.” dedim. Annem bir dilim ekmeğin üstüne marmelat sürüp verdi, şekerli ekmek de neymiş diye. Sonra onlarda marmelat yoktur, onun için onu yiyorlar diye de açıklamıştı. Ne büyük hayal kırıklığı. Ekmeğin üstüne toz şeker serpip verseydi, muhtemelen bu olayı şu anda hatırlamayacaktım bile. O zamanlar çocuklar salçalı ekmek de yerdi ve ben ona da özenirdim. Liseye giderken ki o zaman Uşak’tayız, benzer bir durum olmuştu. Çok yakın bir arkadaşım var, sabah önce ona uğruyorum, sonra okula gidiyoruz beraber. Kahvaltıda biber salçası kızartıp yiyorlar. Anne biz de yapalım diyorum, midemiz ağrır, olmaz diyor. O kızarmış salça bana ne güzel gelirdi. Şimdi yap ye diyeceksiniz, bu sefer gerçekten midem ağrıyor yiyemiyorum. O zamandan bu yana gastrit, reflü midenin midelik hali kalmadı. Halbuki ben babamla çatır çutur limon yerdim çocukluğumda.
Bak şimdi babam ve çocukluğum deyince babamın pişirdiği şeyler geldi aklıma. Yanlış anlaşılma olmasın, annem çok güzel yemek pişirir. Her türlü pastayı, böreği çöreği de usulüne göre nefis yapar. Ama bir Mengenli olarak babamın da çok güzel yaptığı şeyler vardı. Ben babamın köftesini anneminkinden çok severdim mesela. İçine fazla ekmek koyduğundan olsa gerek. Tutup sobanın içinde hamur pişirirdi, üstüne kestane koyardık. Babamın bazen de soba üstünde sucuk pişirmeye kalktığını, yağları akıyor diye annemin kızdığını anımsıyorum. O sobaların üstüne mandalina kabuğu da konurdu. Bak aklıma geldi şimdi, gidip kuzine üstüne koyayım da koksun.
Babam pek sebzeci değildi. Sevdiği tek sebzenin zeytinyağlı patlıcan ve biber dolması olduğunu hatırlıyorum. Ona da ne kadar sebze denirse. Çoğu eski erkek de böyledir. Bazen eve kelle yaptırıp getirdiğini anımsıyorum. Böyle gözleri, dili,beyni filan olan. Şimdi kız kardeşim kızacak okursa ama, o zamanlar eski yuvarlak ızgaralarda yapılmış pirzola, böbrek filan gibi etleri, daha da çok o etlerin altına konan ekmekleri yemeyi severdim. Etin suyu akar hani. Artık o ızgaralardan yok sanırım. Telleri kopardı, babam telleri uzatır tamir ederdi. Şimdiki ultralüks ızgaralarda yapılan etlerin o ilkel alette yapılan kadar lezzeti yok. Çocuk olduğumuzdan mıydı, daha doğal yemlerle beslenen hayvanlardan mıydı bilmiyorum.
Sokakta satılan şeylerden yemezdim genellikle. Zaten 25 kuruş harçlığım vardı, ya simit ya da macun alabilirdim. İkisi birden olmazdı. Dondurma boğazımı ağrıtırdı, o yüzden külah alırlar üstüne göstermelik dondurma sürerlerdi. En çok limonlu dondurmayı severdim. Şam tatlıcı geçerdi kapıdan bazen alırdık, bir tanesi kızarmış ve sert,diğeri biraz daha hamurumsu tatlı yapardı, ben kızarmamış hamur olanı severdim. Lokmanın da hamur olanını tercih ederdim. Şimdi de çıtır çıtır olan şeyleri sevmem, hamur olanları severim.
Çocukluğumun unutamadığım bir lezzeti de ailecek gidip oturduğumuz minik pastanenin un kurabiyesidir. Maalesef o günden bu yana o kadar lezzetli bir un kurabiyesi yemedim. O pastacı ne yapardı da o kurabiye o kadar lezzetli , ağızda dağılan bir tada sahip olurdu hala düşünürüm.
Okulda Amerikan süt tozlarının içirildiği devre denk geldim. Nefret ederdim, çok kötü kokardı. Çoğumuz burnumuzu tıkayıp içerdik. Ben bunu içmem diyecek durumda değildik. Şimdiki çocuklar gibi öğretmene karşı gelmek filan yok. Ama o sütün yanına her gün birimizin annesi bir şey yapıp yollardı. Arkadaşlarımızdan birinin annesi çok güzel ev ekmeği yapardı. Onun ekmek yapacağını bildiğimizden yanına peynir zeytin filan getirirdik o gün. O ekmeğe bayılırdım.
Çocukluğumun meyveleri de bambaşkaydı. Bahçemizdeki iki şeftali ağacı az meyve verirdi ama mis gibi kokulu yarma şeftaliydi. Evimizin yanında satsuma mandalinaları paketleyip yurtdışına gönderen bir yer vardı. Koca koca tırlar gelirdi. İşçiler genellikle Arapça konuşurdu. Ben de gidip yardım ederdim. İşim standarta uymayan ufak mandalinaları ayırıp mideye indirmekti. Çağlaya bayılırım. Komşulardan bir ikisinin bahçesinde vardı, tırmanıp yerdik. Ceviz ağacının alerji yaptığını da bir komşunun ağacına tırmandığımda öğrenmiştim. Kurdeşen olmuştum resmen. Ama bembeyaz tenimle zaten alerji yapmayan bir şey yok gibiydi o zamanlar.
Tatillerde İstanbul’a gider biraz anneannemde, biraz da halamlarda kalırdık. Halamın çiğ böreği, ya da Çerkeslerin dediği gibi çi böreği unutulmazdı. Halamın hemen her yemeği çok lezzetliydi zaten. Ona ne zaman gitsek bir yemek maratonundaymış gibi kalkıp gidene kadar yerdik. En sonda çiğdem çekirdek gelirdi. Yemek yemekten nefes alamaz halde eve dönerdik. O ebedi aleme göç edeli çiğ böreğini yiyemiyorum, ama artık olabildiği kadar kendim yapıyorum. Aşağıda yaptığım çi börek ve 16 yaşında, BÜ’ye başladığım yılki bir ziyarette halam ve babaannem ile.
Halamın kapısının önünden yoğurtçu geçerdi. Kesme yoğurt tadı. O zamanlar şişe sütü, yok kutu süt filan alınmazdı. İnekleri olan çiftçiler çiğ süt getirirdi. O süt önce kaynatılırdı. Ben başında dururdum, annemin tembihi ile. Ama el işte göz oynaşta yerimde duramayan hiperaktif bir çocuk olduğumdan başka bir şeyle uğraşırken sütü taşırır, azarı yerdim. Sonra süt içine konan cam şeylerden çıktı, süt kaynayınca tıkır tıkır ötüyordu. Onun sayesinde süt taşırıp ocak silmekten kurtuldum.
Eve süt çok alınınca o sütle bir şeyler yapmak da elzem olurdu. Annem sütlaç, muhallebi, keşkül filan yapardı. O yüzden de en sevdiğim tatlılar hep sütlü tatlılardır. Sütü tek başına içmek hep rahatsız ederdi. . Daha o zamandan laktoz intoleransım varmış demek. Şimdilerde laktozsuz süt kullansam da laktozsuzundan yapılmış güzel bir tatlıyı da – ev dışındaysam yani – geri çeviremiyorum.
Bazen bazı yiyecekleri bazı eylemlerle birlikte anımsıyorum. Örneğin kuru köfte. Ne zaman tren ya da otobüsle bir seyahate gitsek kuru köfte patates ve haşlanmış yumurta yapılırdı. İzmit taraflarına gidiliyorsa mutlaka pişmaniye yenirdi. Bursa kestane şekeri yenilen yerdi. Bu arada kış aylarının olmazsa olmazı kestane ise, yazın da haşlanmış ya da közlenmiş mısır yenirdi. Ben közlenmişini pek sevmem. Kışın iğde alıp yediğimizi de anımsıyorum. geçen o nostalji ile iğde alıp Hüsam’ın şaşkın bakışları altında iğdelerimi yedim. Patlamış mısır da sinemada yenirdi. Ev sinemaları, büyük ekran TV’ler filan yok tabii. Gazoz içilirdi sonra. Daha önceki yazımda da anlattığım gibi kapakları biriktirilirdi. Frigo bizim gittiğimiz yazlık sinemalarda var mıydı, anımsamıyorum ama varsa da bana yasakmıştır zaten, soğuk bir şey diye. Evet çok korumacı bir anne babam vardı kabul, ama ben de nanemollaydım. Hala bir bardak soğuk bir şey içeyim ertesi güne boğazım şiş, sesim kısık uyanırım. Ramazan aylarının olmazsa olmazı pideyi unuttum. Koskoca pideyi içine tereyağı sürüp peynirle tek başına yediğim günler olmuştur. Oruç tutan tutmayan o pideyi alırdı. Güllaç da severim ve aşure günleri dağıtılan aşureleri ılık, sıcak derhal mideye indirirdim. Biri öldüğünde dağıtılan irmik helvalarını da affetmezdim. Laf aramızda un helvasını daha çok severim.
Şeker severim. Çocukluğumda akide şekeri, özellikle yolculuklarda nane şekeri ve envai türlü şeker yediğimi hatırlıyorum. Gençken şekerim düşük olduğundan kesme şeker bile yerdim. Kaymaklı bisküvileri ortadan ikiye açıp önce kaymağını yalayıp bitirir, sonra bisküvisini yerdik. Ben bebe bisküvisine de bayılırım. Çaya doğrayıp kaşıklardım. Bir ara hayvan şeklinde krakerler çıkmıştı. Sanırım tatlı olanları da vardı. Tuzlu bisküvi çok sevmezdim, ama çubuk kraker yerdim. Tabii zamanlar Bisküvi deyince akla her an onun adı gelir Eti Eti Eti ve Akşama babacığım unutma Ülker getir zamanları. Esentepe’de Arı Bisküvi fabrikası vardı, mis gibi bisküvi kokardı. Bazı yerlerde bisküvi arasına lokum koyup yemek de modaymış, ama benim bulunduğum yerlerde bunu yapan olmadı.
Her yaşın, her çağın sevilen, popüler olan yiyecekleri var. Sağlıklı olup yiyebilmek kadar güzel bir şey yok. Ama yaş arttıkça insan daha çok çocukluğunu ve gençliğini anımsayıp, artık bulamadığı tatları özlüyor. Özlenen o tatlar mı yoksa etrafımızda büyüklerimizin olduğu o kaygıdan azade zamanlar mı bilmiyorum. Ama ara sıra zaman yolculuğu olsa da geri gidip babamın hamurlarını, halamın çiğ böreklerini yesem diye düşünmüyor değilim. Size de oluyor mu ?