Nilgün Günaydın

by

Bu yıl ilk leyleklerimi şehir içinde gördüm. Sürü değillerdi, iki tane leylek uçuyordu. İki tane de olsa, uçtukları için sevindim. Yani “leyleği havada görmek” deyiminden ötürü, “Yine gezip tozacağım, ama sanırım bu kez az” dedim kendi kendime. Sonra geçen ay Saklıköy’e giderken yol üzerinde dört tane leyleğe rastladım,  oturuyorlardı. Ben fotoğraf çekmeye kalkınca uçtular. Sonra dönüşte

by

En son gezimle ilgili henüz bir şey yazamadım. Bu kez istediklerimin tümünü yapamadığımdan bir eksiklik mi hissediyorum nedendir, oturup yazmak gelmedi içimden. Halbuki ara ara yaptıklarım aklıma düşmüyor değil. İki farklı ülkenin insanları, mekanları, dili, doğası sahne sahne aklımda. Sonra düşündüm, durup gözlerimi kapattığımda aklımda kalanlar kazancım. O anı farkındalıkla yaşamak ve onu bir yere

by

Yaramaz çocukları severim. İlkokul sürecinde çift kişilikli bir görüntü çiziyordum. Okulda çalışkan, uslu çocuk;  evde yaramaz, fırlama. Tabii hiç bir zaman uslu olmadım, o yaramazı korumak amacıyla çizilmiş bir karakterdi sadece. İşte bu yüzdendir ki öğretmenlik yaptığım sürece de yaramaz veletlere hiç kızamadım. “Yapmayın, etmeyin” derken bile ya içimden ya da açık açık dışımdan güldüm

by

Her ne kadar kara trafiğindeki kaza ve ölüm oranları hava trafiğinden fazlaysa da, benim için uçuşlar hep korkutucu olmuştur. Daha çocukken bir uzay gemisi hayal edip, içine de hayvanlardan mürettebat oluşturan bir birey olarak, bu korku en basitinden ayıp denebilecek bir durum, ama yine de ayakların yere basmıyor olması duygusu insanı ürpertiyor. Daha Malezya ve

by

Yıllar önce Atilla Atalay’ın Menekşe İstasyonu kitabında Ornitorenk öyküsüne rastladığımda gülmekten kendimi alamamıştım, hem de kahkahalarla. Aynı dönem çocuklarıydık ve o da benim gibi aylarca cikletin içinden çıkması gereken ornitorenk kartpostalı peşinden koşmuştu, ne menem bir hayvan olduğunu bilmeden. Hatta aynı benim gibi “Aslında yok böyle bir hayvan kandırıyorlar bizi “diye düşünerek. Ornitorenk bizim devrin

by

  Yürümeyi çok seviyorum. 1992 yılında geçirdiğim bel fıtığı ameliyatından sonra, artık yürüyüş ve yüzmeden başka spor yapamasam da, yürümeyi oldum olası severim. Yürürken  pek çok şey yapılabilir çünkü. Ben düşünürüm, etrafı gözlerim, müzik dinlerim, hatta içimden öykü yazarım. Günü değerlendirdiğim, planlar yaptığım, geçmişi, geleceği düşündüğüm,kedi sevdiğim, bulunduğum çevreyi didik didik ettiğim anlar yaşarım çoğu kez.

by

Gezi yazılarını seviyorum. Hem gezilen yeri, hem gezmeye gideni tanıtıyorlar, hem de  insanda gezme isteği uyandırıyorlar. O yüzden gezi yazıları içeren kitapları da biriktiriyorum. Hoşuma giden en eski gezi yazılarından biri sıradışı bir Jöntürk olan Ubeydullah Efendi’nin Amerika Anıları’dır. Üzerine biyografi dersi için kısa bir çalışma yapmışlığım da var. Ubeydullah Efendi kendi deyimiyle ” Dalgalı

by

Kore Dizisi izleyenler bilir, hemen hemen her dizide esas oğlan ya da kız en az bir kez görücü usulü randevuya çıkar. Bu buluşma, bir aile büyüğünün -ki bu bazen büyükanne, büyükbaba,  bazen de anne olur-  ısrarıyla gerçekleşir. Gençler bu randevulara pek gitmek istemezler;  ya yalnız takılmaktan hoşlanan uçarı kişilikleri yüzündendir, ya da ailelerinin onaylamadığı bir

by

Nedendir bilmem sevdiğim yazarların pek çoğu  intihar etmiştir.  Bunu farkedeli epey bir zaman oldu. Yeni okuyup sevdiğim bir yazar oldu mu, hemen hayat hikayesine bakarım, bir biçimde hayatına son vermiş olduğunu görmek benim için şaşırtıcı olmaz. Bir ara “Acaba ben de intihar eğilimli miyim?”  diye düşünmedim değil. Ama sonuçta şu sonuca vardım. Sanırım içinden, taa içinden

by

Çağdaşım pek çok kişi gibi, benim de  İngilizce öğrenme serüvenim Mr and Mrs Brown ile başladı. Allahtan farklı bir rota izledi de, daha sonraları İngilizce Öğretmenliği gibi bir işi bile üstlendim. Ama “Mr and Mrs Brown went to the seaside” cümlesi hiç çıkmamacasına zihnime kazındı. İngilizce öğrenme ve öğretme serüvenimde pek çok deneyim edindim. “Okullarda