by

Nasıl da yaşlanmış !

Sabah bir yandan sıcakla mücadele ederken, ( Elektrik sistemindeki arıza nedeniyle klimayı çalıştıramıyoruz hala ) bir yandan da daha önce küçük odaya taşıdığım minik masa ve kabak malzemelerimi yine salona taşıdım. Bastılar çünkü. Dağınık mağınık salonda pencerenin yanında çalışmaya devam etmeye karar verdim. Aslında geçtiğimiz yıllar bu mevsimde dışarda çalışıyordum ama bu yıl feci kara sinek var nedense. Bazıları da ısırıyorlar. İşte tam bu anda gözüm televizyona kaydı, Yalnız Okurlar için Programında Samet Ağaoğlu hakkında konuşuyor iki kişi. Biri Selim İleri olmalı, yok yok o değildir, bu kadar yaşlanmasına imkan yok, ama o işte. Dur infoya bakayım, evet Selim İleri ve Eray Ak diyor. Aman Allahım, yahu Selim İleri yetmişlerinde olmalı, hemen kontrol, evet 74 yaşındaymış. Ama ama, gençliğimizin gepegenç yazarı niye seksenlerinde gösteriyor ? Hasta mıydı acaba ? Hemen onu da kontrol. Bak atlamışım, haber izlememenin sakıncaları. 2021 yılında beyin embolisi geçirmiş.

Selim İleri yaşlandıkça biraz Zafer Toprak hocama mı benzemiş ? Ah hocam ! Haziran ayında ölüm haberini aldığımız hocam. Hasta mıydı, nesi vardır diye soruştururken öğrendik ki yatağında ölü bulunmuş. Ne bir hastalık, ne bir kaza. Böyle göçmek de ölen için bir hediye mi acaba ? Öte yandan veda için zaman bulamamış oluyorlar ve yakınları da şok içinde kalıyor. Şimdi ölüm ve cenaze konusuna girersek hiç çıkamayız gerçi. Bu konular söz konusu olunca çenem düşer benim. Mortocu olduğum için. Anneannem gibi benim de gazetelerin ilk okuduğum yeri ölüm ilanları olurdu. Mezar gezmekle ilgili filan da yazmıştım sanırım önceden. Al işte buldum, şurada.

Bu yaşlanmış olma konusu da çok ilginç. Uzun süre görmediğimiz bir arkadaşı gördüğümüzde içimizden , ( Dıştan söyleyen bazı densizler de var tabii ) “Aaa ne kadar yaşlanmış.”diyoruz ya, nedense bizden gayri herkes yaşlanmış oluyor. Artık içimizin genç kalmasından mı, yoksa her gün aynaya baktığımız için kendimize alışmış olmamızdan mı bilmiyorum. Öte yandan kocaman, iri yarı , sakallı filan adamlar bize “ teyze, amca ” demeye başlıyor, hatta pazarda şurada burada “ Anne, baba” diyenler bile oluyor. Öğretmen arkadaşlarımdan biri ki o zamanlar otuzlarında filandı, bir bahçe nöbetinden dönüşte, hayıflanarak eski bahçe nöbetlerinde birinci sınıfların kendisine “abla” diye hitap ettiğini, ama bugünlerde “ teyze” dediklerini üzüntüyle anlatmıştı.

Evlenmemiş arkadaşlarımıza bizden büyük olsalar bile çocuklarımız genellikle “teyze”değil, “abla” derler. Demek ki koca insanı teyzeleştiriyor diye de düşünülebilir. 🙂 Pazarda biri size “anne”, ya da “teyze” değil de “yenge” diyorsa hala cinsel çekiciliğiniz var demektir. İşte bunlar hep ince ayarlar.

Yaşlanmamak için yapılan pek çok önlem de var. Ya da olduğu yaştan daha küçük göstermek için. Saçsız erkeklerin saç ektirip , her iki cinsin de saç boyaması, şimdilerde botokslar, başka teknikler, estetik, yaşından genç giyinmek ( Bu da ayrı saçmalık , anneannem 100 yaşında eflatun da giyerdi, kırmızı da ) makyaj şu bu. Kadınlar bunların çoğunu karşı cins için değil, hemcinsleri için yapıyor bu arada. Bunları anlatırken aklıma Ursula Le Guin geldi. Bir başka yazımda – ki ağırlıklı olarak kuaför korkumdan ( ! ) ve sonra da yaşlılıktan söz etmişim- yaşlılıkla ilgili görüşlerini yazmışım. Zamanı olanlar için işte o yazıda burada.

Yaşlılıkla gelen olgunluk ve bilgelik ( Tabii yaşlandıkça çocuklaşanlar da var, ben şanslı olanlardan söz ediyorum ) insanı yolda bırakmayan bir bedenle birlikte gelseydi ne hoş olurdu. Bakın güzellikten, estetikten filan söz etmiyorum burada. Günün 24 saati koşturmak isteyip de koşturamamaktan, gezip tozduktan sonra şiş ayaklar, bel, sırt ağrısı, topuk ağrısı filan hissetmekten yani. Her ne kadar genç görünme isteğimiz güzel görünme ile daha yakından ilgiliyse de, işin bir de bu yanı var. Bazen hayat Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi’ndeki gibi tersine aksa sanki daha iyi olurdu diye düşünmüşlüğüm de var.

Tırtıldan
Kelebeğe

Biri bize hiç olduğumuz yaşta görünmediğimizi, daha genç göründüğümüzü söylediğinde niye seviniyoruz acaba ? Sonuçta bebeklikten çocukluğa, gençliğe ve yaşlılığa giden bir yol var ve herkes bu yoldan geçiyor, Ajda Pekkan hariç 🙂 Bazı oyuncuların gençlk ve yaşlılık fotoğraflarını görünce, neymiş ne olmuş diye burnumuzun direği sızlıyor. Misafirliğe gittiğimizde büfenin üstünde ev sahibinin nikahta filan çekilmiş gençlik fotoğrafı varsa, “ Aa ne güzelmişsiniz Fehime Teyze, Ahmet Amcam da ne kadar genç ve zayıf “ gibi sözler söylediğimizde, aslında şu anda ne kadar çirkinsiniz, Ahmet Amca da göbekli ve kel filan demiş olmuyor muyuz ? Saçını boyamayı bırakıp gri beyaz saçlarla rahat eden arkadaşlarınıza kaçınız “Eğer saçını boyarsan daha genç görünürsün.” dediniz ? Demeseniz bile içinizden geçirmediniz mi ?

İşin estetik yanını bir kenara bırakalım, neyse ki şimdinin yaş almışları ( Bu söz size de komik gelmiyor mu yahu, ne demek yaş almış, yaşlanmış işte, sanki yaşlanmak veba gibi bir şey ) yeni başlangıçlar yapmak, ikinci üniversite okumak, yeni hobiler edinmek, hobilerinden para kazanmak gibi ilgi alanlarıyla ön plana çıkıyorlar. Bence bu uğraşlar aynaya bakıp yüzümde yeni bir kırışıklık çıkmış, saçımın beyazları artmış, ya da saçlarım dökülmüş, göbeğim ne kötü görünüyor, kollarım sarkmış filan demekten daha iyi. Bir de kendimizi eğitip, her gördüğümüz insana aaa ne kadar yaşlanmış, kilo almış, beli bükülmüş, vs diye bakmasak. Selim İleri de daha genç görünse ne olacak , kafası çalışıyor adamın. Sahi en son İstanbul Mayısta bir Akşamdı adlı kitabını okumuştum eskileri anlattığı. Bir yerde ıhlamur kokusundan söz etmiş.

“ Nedense ıhlamur kokusunu en çok Göztepe’den, Neşecan yengemizin geniş bahçesinden hatırlıyorum. Sonrası ? Sonrası, Oktay Rıfat’ın şiirindeki gibi :

Eksilmeyen bitmeyen sadece

Gittikçe daha baygın daha dirençli

Kokusu mayısta ıhlamurların

Demek mayıstaymış…

Her şeyin zamanı vardı. Her şey, ‘zamanı gelince’. Bekleyişler içinde geçerdi ömür. Kimse yakınmazdı.”

Şimdilerde hiçbir şeyin zamanını beklemiyoruz, her mevsim domates, her mevsim salatalık olsun, istediğiniz önümüzde istemediğimi arkamızda. İnsanoğlu sabırsız, aç gözlü, zamansız oldu. Halbuki o bekleyişlerin bir heyecanı, kavuşmaların coşkusu vardı. “ Bekleyişler içinde geçerdi ömür. Kimse yakınmazdı.”

4 Comments


  1. // Reply

    Tam bir PAzar yazısı olmuş <3 keyifle ve düşünerek okudum, ellerine sağlık…


    1. // Reply

      Çok teşekkür ederim. ❤️


  2. // Reply

    Harika bir yazı olmuş. Birçok anımı da canlandırmış oldum. Selim İleri’yi çok severim, eskiden de TRT2’de akşam programı vardı, izlerdim. Ben bilmiyordum böylesi önemli bir rahatsızlık geçirdiğini, çok geçmiş olsun dileklerimi de bu vesileyle Selim bey için ileteyim. Tekrar bu güzel yazı için teşekkürler…


    1. // Reply

      Çok teşekkürler 🥰

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *