by

Çay vakti ve Siyah-Beyaz Filmler

 

babam

 

 

“ Hepsi pompalanmışlar,”diyor. “ Hepsi pompalanmışlar.” Gülüşüyoruz. Beyazcamda bir Orhan Günşiray filmi var.” Filmde yaşayan adam kalmamış,” diyorum. “ Hepsi ölüp gittiler,”diyor.

Her gün saat birde uğrardı. Öğle yemeğinden hemen sonra. Mutlaka pastaneye ya da bakkala uğrayıp Burak’a ,çikolata, sakız, bize de paskalya çöreği alırdı. Bazen de minik peynirli sandviçler. O saçaklılardan hani. Ya da boşlarından alırdı, ben içine peynir, domates koyardım. Gelir gelmez biraz dinlenirdi. Son zamanlarda nefes nefese kalıyordu.” Çok kötüyüm kızım , diyordu. Ölemedim gitti.” Sigarayı bırakmadığı dönemlerde paketini, çakmağını mutfağa koyardı, ya da buzdolabının üstüne bir paket bırakmış olurdu zaten. Mutfak masam hala duruyordu. Sigarasını mutfakta içerdi. Çok yorgunsa azıcık divana uzanırdı. Yorgun değilse TV karşısındaki berjere otururdu. , Hemen kanallarda gezinmeye başlardım.

İkimiz de eski filmleri severdik. O naif siyah beyaz olanları .Bazen Ayhan Işık, Belgin Doruk, Sadri Alışık. İzzet Günay annemin sevgilisi. Gençken İzzet Günay’a da benzermiş. Film dediğin arabesk olmayacak. Orhan Gencebay’’mış, Ferdi Tayfurmuş bizi pek ilgilendirmezdi. Köylü filmlerinden de hoşlanmazdık. Bizim aradıklarımız hafif salon komedileri. Baba Hulusi Kentmen olacak. Biz de “O zamanlarda başka adam yokmuş galiba.” diyeceğiz. İşte aşcı yine Necdet Tosun, Sami Hazinses de var. Aliye Rona cadı anne, Erol Taş kötü adam. Süleyman Turan ezik aşık. Önder Somer kötü kalpli yakışıklı. Hem dalga geçeceğiz, hem de sözleşmiş gibi hep aynı filmleri arayacağız.

Bir de siyah – beyaz yabancı filmler vardı. HBB’de ya da Flash TV’de oynayan. Greer Garson severdi babam. Sonra John Wayne . Renkli sinemaskop, Ben müzikallerden hoşlanırım. Fred Astaire, Gene Kelly. Soluksuz seyrederdik beraber.

Bir aralar öğleden sonra Dallas’a rastlıyorduk. Kadınlara bakıp bakıp “ Bunların hepsi orospu, “ diyordu. Kimin eli kimin şeyinde belli değil.” Jr’ın o yılık gülümsemesi ikimizi de güldürürdü.

Her gelişinde elinde bir iki renkli gazete. Yakın gözlüklerinden birini bende bırakmış olurdu. “Gözlüğümü ver kızım.” Gözlüğü veririm. Gazetenin bulmaca sayfası açılıp katlanır. Bulmaca çözülür. Gazetenin işi bitmiştir. Her gün en az iki üç ucuz gazete sırf bulmacası için alınır. İçinden iri yazılı çengel bulmacalar seçilir. Bir aralar bulmaca dergilerine dadanmıştı. Her ziyarete gidişimde bir tane alıp götürüyordum.

Ben biraz uzanıyorum deyip, yatak odasına geçiyor. Hemen peşi sıra gidip Veys FM’i açıyorum. “ Buraya da bir bant koymuşlar hep onu çalıyorlar ,” diyor. Zeki Müren “ Beklenen Şarkı’yı “ söylüyor. Ütümün başına dönüyorum. Saat dörde doğru çay koymalı. Son zamanlarda ince belli çay bardaklarıyla çay içemiyor. Halbuki gidip onun için almıştım Paşabahçe’den. “ Bana fincanla koy kızım, ellerim çok titriyor,” diyor.

Bazen fırına gider simit alırdım. Severdi bilirdim. Kahvaltı sofrası kurardım onun için . Ya da sucuklu tost, çayla. Sucuğu ikimiz de çok severdik . Biz küçükken sobanın üzerine koyardı kızarsın diye; soba boyası kirleniyor diye kızardı annem. Ama sobada kızarmış sucuğun tadı da bir başka olurdu. Önceleri midesine , sonra üresine dokunmaya başlamıştı bazı şeyler. Son günlerde ne ikram etsem dokunuyor, durmadan kaşınıyordu.

“ Oku bana,” diyor. Okuyorum. Fatiha, İhlas, Nas aklıma ne gelirse, biraz rahatlar gibi oluyor. “ Yine gitti seninkiler,”diyor. “ Hep bırakıp bırakıp gidiyorlar,” İçerliyor biliyorum. “ “Boş ver” diyorum. Biz de beraber oturuyoruz işte. Onlar da canlarının sıkıntısını öyle geçiriyorlar. Yine de ikna olmuyor. Söyleniyor için için.

Birden kalkıp kasketini alıyor. “ Nereye gidiyorsun ? Otursana, “diyorum. “ Yok, gideyim,”diyor. “İlaçlarımı alacağım.,” Gidecek, üstelemiyorum. Eskiden de böyle yapardı. Nereye gitsek biraz oturur, çay kahve içildikten sonra fırlar, “ Eve gidelim,” derdi. Nasıl da hızlı yürürdü yollarda. Ailecek arkasından koşardık. Bel fıtığından sonra yoruluyor hemen. Bazen yollarda rastlıyorum. Neredeyse ayaklarını sürüklüyor yürürken. “ Gel gidiyorum dedesinin,” diyor. Küçücük ayaklar koşup bir öpücük konduruyor yanaklarına.

İçimde yolda düşer kalır mı korkusu beş on dakika sonra arıyorum ardından. “ Gittin mi ? İyi biraz yat dinlen. “ Olur,”diyor. “ Olur kızım.”

O gitti gideli kimse çaya gelmiyor Bazen sabah ya da öğleden sonraları siyah beyaz filmler yakalıyorum Ayhan Işıklı, İzzet Günaylı… Burnumun direği sızlıyor. Bazen dönüp arkama bakıyorum, sanki oralarda bir yerde o da benimle beraber izliyor.

Haziran 1999

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *