Onları tanımanız için öğretmenlik yapmanıza gerek yok, biraz gözlemci olmanız yeter. Ders çalışırken ya kalemleri yere düşmüştür, ya tuvalete gitmeleri gerekiyordur. Kitaplarını defterlerini evde unuturlar, ya da okulda ev ödevlerini. Çoğu hakkında “Zeki çocuk, ama ders çalışmıyor.” yakınmasını duyarsınız. Bazıları içinden çıkamadığınız bilgisayar problemlerini anında çözerler. Kimini ders aralarında ya da boş derslerde etrafına toplanmış arkadaşlarının hayran bakışları altında, şarkı söylerken yakalarsınız. Bütün yıl arka sırada uyuklayan çocuk yıl sonu gösterisinde harika tiyatro gösterisi sergiler. En ciddi anlarda sınıfı azdıran da onların içinden çıkar, sık sık “Karnım ağrıyor, tuvalete gidebilir miyim.” diye şikayet edenler de. Onların velileri duyacaklarından korktukları için veli toplantılarına gitmek istemez. Kalabalık sınıflarda öğretmenler çoğu ile ilgilenecek zaman bulamaz. Ama bazen biri için bir kırılma noktasının gerçekleştiği zaman vardır. Onlar şanslı olanlardır.
Daniel Pennac “Okul Sıkıntısı ” isimli kitabında bu çocukları bizzat kendi hayatından yola çıkarak anlatıyor.Çünkü daha alfabeyi öğrenirken, ya da öğrenemezken başlamış öyküsü. ” Fıkra gibi bir söz : “Panik yapmayın, yirmi yıl içinde alfabeyi tam anlamıyla sökmüş olacak.” Pek çok kötü anıyla dolu okul yılları sonucu o kırılma noktasını yakalayıp, kendisi de bir öğretmen ve yazar olan, sonra tüm bu süreci okul sıkıntısı çeken bütün öğrenciler adına anlatmayı görev bilen eski bir tembel teneke. Her satırında pek çok okulda karşılaştığım öğrencilerimden birer örnek bulduğum, çoğu kez kendi çabalarımla onunkileri karşılaştırdığım bir kitap oldu Okul Sıkıntısı. Pennac ” Dersini anlamayan ve ondan başka herkesin anladığı bir dünyada kaybolmuş bir öğrencinin yalnızlığı ve utancı”‘nı anlatmakta çok başarılı. ” Kötü öğrencilerimiz”( Bir şey olmayacakları konusunda adı çıkmışlar) okula asla yalnız gelmez. Sınıfa giren bir soğandır: Bir kaç kattan oluşan bir hüzün, korku, endişe, içerleme, kızgınlık, yerine getirilmemiş istekler, öfkeli vazgeçişler, hepsi de utanılacak geçmişten, tehditle bugünden, faturası peşin kesilmiş gelecekten oluşan kabuklar.” Bu soğanın kabuklarının soyulup, hüznü dağıtmak ve ruhları rahatlatma da öğretmenin işi.
Pennac birine dönüştüğü on yılda, tembel öğrencinin öğretmene dönüşmesindeki süreci anlatırken ” Tembellikten sıyrılsak bile, bize yaşattığı yaralar tam olarak kapanmıyor. Geçirilen çocukluk ve onu anımsamak kolay değildir. Bununla hava atılamaz.” der. Sonra ilk kurtarıcısı Fransızca öğretmeni , matematik , tarih ve felsefe öğretmenleri ve her birinin farklı yöntemlerini anlatır.. Öte yandan aşık olmasının, sevilmesinin hayatındaki öneminden sözeder. O tercih edilmiştir, başkalarının arasından o seçilmiştir.
Okulla ilgili filmlerden de bahseder Pennac. Ölü Ozanlar Derneği’ni niçin öğretmenlerin değil de öğrencilerin sevdiğinden. Pennac diğer okul filmlerinden ve öğretmen öğrenci ilişkilerinden de söz eder. “Biz öğretmenler sınıflarımızda otuz beşer kişilik gruplar halinde dünyanın cehaletini izliyoruz.” der. İyi öğrencileri kötülerden ayıran şeyin hızla dönüşebilme yetenekleri olduğunu söyler. “Problemli öğrencilerin akıllarını tamamen bana vermesini istiyorsam, onların dersimin içine yerleşmesine yardımcı olmak zorundayım.” diye ekler. ” Bunu başarmanın yolları nedir ? Bu yıllar içersinde özellikle de sahada öğrenilen bir şeydir. Emin olduğum bir şey varsa, o da öğrencilerimin sınıftaki varlıklarının benimkiyle doğrudan bağlı olduğudur. ” Pennac’a göre sınıfı varlığıyla dolduran öğretmen hemen fark edilir. Öğrenciler daha senenin başında bunu hissederler.
Pennac bir bayan meslektaşının sınıfı bir orkestraya benzetmesini de aktarır. Ona göre her öğrenci kendi sazını çalar. En zoru bu müzisyenleri iyi tanımak ve bir ahenk yakalayabilmektir. İyi bir sınıftan anladığımız , uygun adım yürüyen bir alay değil, aynı senfoni üzerinde çalışan bir orkestra olmalıdır. Ve sizin elinizde sadece ting ting yapan küçük bir üçgen veya bloyng bloyn yapabilen ağız harpı varsa, önemli olan bunların seslerini aynı anda, en iyi şekilde çıkartabilmelerini, mükemmel bir üçgen, kusursuz bir ağız arpına dönüşebilmelerini sağlamaktır. Katkılarının bütüne olan yansımasındaki kaliteyle gurur duymalılar. Ahenkli oldukları sürece gelişim gösterdiklerinden, en sonunda küçük üçgen de müziği anlamış, belki baş keman kadar olmasa bile aynı müziği tanımış olacaktır.” ” Sorun onları sadece baş kemanların değerli olduğu bir dünyaya inandırmaya çalışmamız. ” Ayrıca bu hanım, öğretmenleri kastederek ” Ve bazı meslektaşların, belediye bandosu yönetiyor olmalarını kendilerine yediremeyen Karajan’lar gibi davranmaları. Hepsi de Berlin Filarmoni’nin hayalini kuruyorlar. Anlaşılır bir şey.. “der.
Pennac büyüdüklerinde karşılaştığı öğrencilerini de anlatır. Örneğin, bir sınavda bomboş kağıdıyla oturan ve ona ” Ne kadar sıkıldığımı bir bilseniz hocam” diyen öğrencisi. ” Seni nelerin ilgilendirdiğini öğrenebilir miyiz?” sorusuna Pennac’tan kaşla göz arasında arakladığı köstekli saati ve dolmakalemi uzatarak, hokkabaz olmak istediğiniz söyleyen velet. Pennac ” Öyle de oldu, üstelik de tanınmış biri ve bunda benim hiçbir etkim yok.” der. Okuldan ikinci kez uzaklaştırılan, şimdi kırkına yaklaşmış Isabelle konuşma terapisti olmuş. “Kırk yaşında nasıl biri olacağınızı anlatın.” ödevine mutfaklarını bir yolcu gemisinin makine dairesiyle kıyasladığı bir restoranın baş ahçısı olmak istediğini yazan, büyük bir mekanın usta şefi Remi de öğretmeninin düzelttiği o yazıyı, beş yıl sonra o lokantada önüne koymuş.
Peki ya başaramadıklarımız. Eğer bir öğretmen olarak başaramamışsak çoğumuz bir suçlu aramaz mıyız ? O temeli eksikler, bizden öncekiler, müfredat. ” Anaokulunda bunlara doğru durmayı öğretememişler mi?” diye sorar ilkokul öğretmeni. ” İlkokulda ne halt ettiler?” diye kalayı basar ortaokul öğretmeni, okuma yazma bilmez cahiller yerine koyduğu orta birleri karşılarken.” ” Biri bana bunlara orta dörde kadar ne öğrettiklerini açıklayabilir mi? diye haykırır lise hocası, birinci sınıfların kendilerini az sayıda kelimeyle ifade etme eğilimleri karşısında. ” Gerçekten liseden mi geliyor bunlar?” diye kendi kendine sorar fakülte profesörleri, ilk ödev kağıdını titizlikle incelerken.” ” Bana üniversitede ne yaptıklarını söyler misiniz? diye gürler, taze işe alınanların karşısında sanayici.” Hiç yabancı değil bu sözler değil mi ? Fransa’da değil de Türkiye’de de duyduğumuz sözler. Pennac bunu sonuna kadar sürdürür, sendikacısından aileye kadar. ” Tam anasına çekmiş bu çocuk!” diye ateş püskürür öfkeli baba.” ” Eğer ona biraz daha sert davransaydın bugün bu noktada olmazdık! der canına tak eden anne.” Yani sözün özü suçlanacak biri, birileri, bir şeyler her zaman vardır kendi içimizdeki yetersizliğimizin bir sebebi olarak gösterebileceğimiz.
Pennac tüketim toplumunda gençlerin durumlarını da anlatıyor. Marka tutkuları, o markaların sözcükleri ele geçirmeleri ve daha sonra gençlerin karıştıkları şiddet olayları söz konusu oluyor. Şiddet ve linç sahneleri izledikten sonra gitgide artan yoksulluk ve genelleşen terör ve barbarlıktan bahisle, kanlı operanın orkestra şefliğini yapan medya kuruluşlarını görmezden gelemiyor. “Tüm bunlarda eğitimin oynadığı rol ne?” diye soruyor.” Okulun? Kültürün? Kitabın? Mantığın? Dilin ?”
Pennac onun için kırılma noktası olan öğretmenlerini anlatırken, ortak noktalarının konularını aktarma tutkusuyla dolu olmaları olduğunu söyler. Bu öğretmenler iyi öğrencilerle kötü öğrencilere eşit olarak davranan, kötü öğrencilerin içinde öğrenme isteği uyandırmasını bilen öğretmenlerdir. Çabaları adım adım izleyen, ilerliyor olmalarından zevk alan, ağır oluşları karşısında sabırsızlanmayan, başarısızlıkları asla kişisel bir hakaret olarak görmeyen öğretmenlerdir aynı zamanda da. En önemli ortak noktalarında asla yılmamaları olduğunu vurgular Pennac ve “Cehalet itiraflarımıza kulak asmazlardı.” diye de ekler. Başka bir şey daha ” Sanırım bir tarzları vardı.” der. ” Konularını aktarma konusunda bir sanatçıydılar.” “Dersleri tabii ki bir iletişim eylemiydi, fakat bilgiye öylesine hakimdiler ki, sanki o anda yaratılıyorlar gibi algılanırdı. Rahatlıkları her dersi aynen hatırlayacağımız birer anıya dönüştürürdü. ” ” Bu öğretmenler bizlerle sadece bilgilerini değil, bilgi edinme isteğini de paylaşıyorlardı. Bana da bilgiyi aktarma zevkini aşıladılar. ”
Pennac en son evinin yakınından bağırış çığırış geçen kırlangıç filosundan söz ediyor. Göç mevsimi. Bu filo uçarken bir ikisi mutlaka pencerelere tosluyor. İşte bunlar tembel tenekeler. Kuralları bozanlar, sıradan çıkanlar. Bunlardan biri halının üzerine baygın düştüğünde, biri kalkıp baygın kırlangıcı avcuna alıyor ve kendine gelmesini bekliyor. Dirilen kuş sersem sepelek uçuyor. Çocukları kurtaran öğretmenler de böyleler. Kanadı kırık bir dizi kırlangıcı okul komasından çıkartıyorlar. Bazısı uyanmıyor, halının üstünde yatmaya devam ediyor, ya da bir sonraki pencereye çarpıp boynunu kırıyor. Bazı denemeler de başarıyla sonuçlanıyor. Pennac sözlerini şöyle bitiriyor ” Baygın bir kırlangıç canlandırılması gereken bir kırlangıçtır, o kadar. ”
Permalink //
Sevgili Nilgün,
Senin bu güzel değerlendirmen sonrası ,çevremde çok yaşadığım bu tür olumsuz yorumlanan öğrenci profillerinin doğru yönlendirilmesi için önce kendim okuyup
Pennac’ın bu kitabından bir çok kişiye vermek istiyorum…
Teşekkürler…
Permalink //
Teşekkürler tanıtım için. Kitabı arıyorum ben de. D&R da yoktu. Suçlama döngüsüne değinilmesini merak ettim. Suçlama döngüsü rezil bir şey. Öğretmenler iyi değil, öyleyse fakülteler iyi değil, öyleyse ösym iyi değil ve profesörler iyi değil. İşin ucu korkarım ki ülkeye kadar gidecek. Suçlama döngüsünün her durumda kırılması önemli. Ailenin, ilkokulun, ortaokul ve lisenin eksiklikleri olabilir fakat suçlama döngüsü işi daha iyi bir noktaya getirmiyor. Doğru yönlendirme mekanizması işlemeli.
Permalink //
Evet, şimdi baktım Idefix’te de tükenmiş. Kitapçılara bir bakmak lazım, ellerinde kalmış olabilir. Her şey birbirini tetikliyor maalesef, ama yine de her bir öğrenci için umut var. Yeter ki ilgilenmesini bilelim, veliler ve öğretmenler olarak.Her bir öğrencinin başarılı olduğu bir alan mutlaka vardır. Onu yakaladık mı, bir tek şeyde iyi olduğunu bilmek bile kendisine güvenmesine ve diğer şeylerde de iyi olmaya başlamasına yol açıyor. Soğan kabuklarını soymak kolay değil, ama öğretmenlerimizi de en azından o soğan kabuklarını görebilecek noktaya getirmek gerek, en önemlisi o.
Permalink //
Çocukların başarıyı tatması çok önemli. İnsan başardığı işi seviyor. Basitten karmaşığa adım adım başarıyı tatması önemli. Öğrenciler farklı özelliklere sahip ve inanın pekçok sorun var. Aslında bir asırdır süren sorunlar. Şuçlamak hiçbir yere çıkmayan kısır bir süreç. Suçlayarak değil iş birliği ile mesafe alınabileceğine inanıyorum.