Toprağa düşen tohumun mucizevi çimlenişi ne zaman beni büyüledi, toprak benim için ne zaman vazgeçilmez oldu çok net anımsamıyorum. Ama babaannemin bahçesinde fasulye yetiştirişimizle, kendi bahçemle ilgilenmeye başlamam arasında çok fazla bir zaman yoktu sanırım.
Beş altı yaşlarında Seferihisar’daki ikinci evimize taşındık. Kocaman bir bahçesi olan, kapısının önünde hanımelleri sarılı, düzayak bir ev. Yıllar sonra o bahçenin de, evin de çok büyük olmadığını anladım, ama o zamanlar bana koskocaman gelirdi. Annem “Bu bahçenin sorumlusu sensin.” demişti, temizlenmesinden, sulanmasından, sebzelerin bakımından. Her hafta toz toprak içinde o bahçeyi önce sulayıp, sonra süpürdüğümü anımsıyorum. O bahçe ve kara kedim ayrılmaz bir ikiliydi. Arap, o bahçenin kedisi. Şimdi düşününce ne ırkçı bir isim vermişim diye düşünüyorum, ama o zamanlar kedi siyahsa adının da Arap olması kaçınılmazdı sanırım. Ara sıra canım sıkıldığında, bodruma kapanıp, bana yapılan haksızlıkları anlattığım arkadaşım. Bir gün koskocaman bir fareyi yemiş, kemikleri ve kuyruğuyla, kulaklarını gururla sergilemişti. Mahallede düğün olduğu için, arabaların çoğaldığı bir başka gün , kaçmasın diye sıkı sıkı tuttuğumdan sinirlenmiş, boynumu ısırmıştı. Tam da tatil zamanına denk geldiği için İstanbul’da her gün Cerrahpaşa’ya taşınıp, 15 gün kuduz iğnesi olmak zorunda kalmıştım. Bahçemi o denli seviyordum ki şimdi bile her köşesinde ne ekili anımsarım. İki şeftali , bir limon ağacı, en dipte bir musluk, kapı kenarında kümes ve iki bodrum vardı. Şeftaliler yarma şeftaliydi ve tadından yenmezdi. Bahçede anneme ait maydanoz ve naneler ile yine onun dikip ilgilendiği, mor menekşeler, leylak ağacı, yaseminler vardı. Çocukluğumun kokuları olduğundan mı nedir, leylak, yasemin ve mor menekşe en sevdiğim kokulardır. En sevdiğim parfümler de bu üç kokudan oluşur. Yıllar sonra yine bahçem oldu. Leylak ve yaseminlerde sorun yok, ama mor menekşede hep başarısız oluyorum. Sanırım bahçemin soğuk olmasından kaynaklanan bir sorun. Ya da mor menekşelerin hassaslığından. Kümese gelince; babam her yıl hevesle civcivler getirir. O civcivleri ampul altında büyütürdü. Biz de başında tabii. Yarka olan civcivler hep horoz çıkar, her gün biri öterdi. Sonları ise kesilmekti tabii. O zamanlar hazır tavuk bulunmazdı. Hayvansever bir insan olmama rağmen, eve canlı tavuk alındığında tavuk, tepsi ve bıçak eşliğinde bahçeye inişimiz, babamın tavuğu kesmesi, annemin tüylerini yolup tütsüleyip, içini temizlemesi başından sonuna kadar dikkatle izlediğim bir olaydı. Bazen tavuğun içinden yumurtlamak üzere olduğu ve yumurtlayacağı irili ufaklı yumurtalar da çıkardı.
Bahçenin bir bölümünde de benim ektiğim sebzeler vardı tabii. Her yıl mutlaka domates, biber, salatalık, fasulye ekerdim. Fasulyeler sırıklara bağlanır, babaannemin bahçesinde ilgilendiğimiz gibi titizlikle gözlenirdi. O bahçede çok fazla çeşit yetiştirememiştim. Ama hep patates yetiştirmeyi istedim. Antika rüyalarımdan biri, bir tarlayı kazıp patates çıkardığım ve sevinçten öleyazdığım bir rüyadır ve çocukluğum boyunca çok sık görmüşümdür. Çocukluğumda hiç patates tarlası ve patates yetiştiren birini görmediğim için de , bu rüyanın daha önceki yaşamlarımdan birinde, kıtlık zamanları ve büyük olasılıkla da savaş zamanıydı; patatesin hayat kurtarıcı olduğu zamanlara ait silinmeyen anılarım yüzünden olduğuna inanırım. Daha sonra yeni bahçemde patates de yetiştirmeye başladım. Her sene yiyip de hoşlandığım patates olursa mutlaka bahçeme dikiyorum. Tatlı patates yetiştirmeyi de denedim. Henüz başarılı olamasam da ümidimi kaybetmiyorum. İngiliz Şef Jamie kitaplarından birinde “Bir lokantaya yemeye gittiğinizde eğer yediğiniz patatesten hoşlandıysanız, mutlaka garsondan bir tane isteyin ve dikin.” der. TV programlarından birinde de bahçesini tanıtırken patateslerini büyük siyah bir torbanın içine diktiğini görmüştüm. Torbanın yan kısımlarında delikler vardı. Böylece sert olmayan bir toprağa ekilen patatesler, üstelik nerde olduğu da belli olan bir yerde gayet güzel gelişiyorlardı. Jamie’nin sebzeleri nasıl yetiştireceğimizle ilgili kitabı, her bölümün sonuna koyduğu yemek tarifleriyle şenlenir. Kitaplarının içinden özellikle bu kitabı hoşuma gidiyor. Patatesle ilgili bölümde ise somon balıklı bir patates tarifi var ki, pek çok kez yapıp, afiyetle yedik.
Toprağa bu kadar bağlı olunca üniversitede de Ziraat Mühendisliği okumak istedim. İlk dört tercihim Ege Ziraat’ti. O zamanlar Ziraat Mühendisliği epey revaçtaydı ve puanı da yüksekti. Yarım yamalak okuduğum, öğretmensiz geçen matematik ve fen dersleri yüzünden yeterli puanı alamadım. Ama o zamanlar Fen puanımın Diş Hekimliği bölümünü tutup, Ziraat Fakültesini tutmamasını düşününce, zaman içinde bölümlerin taban puanlarının nasıl da değiştiğini anlayabiliriz. Ankara Ziraat’e girebilirdim, puanım tutuyordu, ama bizimkiler yakında olmamı tercih ediyorlardı, o yüzden yazamamıştım. Şimdi acaba Ziraat Mühendisi olsaydım, hayatım nasıl şekillenecekti diye ara sıra düşünürüm. Öte yandan çok sevdiğiniz bir uğraş eğer sizin için görev, iş haline gelirse, eskisi kadar hoşlanmayabiliyorsunuz. Belki toprakla uğraşmak benim için iş haline gelseydi, bir süre sonra bıktırıcı olabilecekti. Ya da olmayabilirdi bilemiyorum. Ama ben her gün topraktan ve doğadan yeni şeyler öğrenmeye devam ediyorum.
Her yıl bahçemde yeni bir şeyler yetiştirmeye çalışıyorum. Geçen yıl 4-5 çeşit farklı kabak yetiştirdim örneğin. Yurtdışına gittiğimde, ya da yurtiçinde yeni yerlere mutlaka tohum toplamaya ya da satın almaya gayret ediyorum. Yediğim meyvenin çekirdeğini saklamak uzun süredir yaptığım bir şey. Sokaklarda yürürken bazen bahçelerden çiçek aşırdığım da doğrudur. Çalıntı çiçek daha iyi tutar derler, gerçekten de öyle. Bahçede sevdiğim leylak, yasemin akşam sefası, hanımeli gibi kokan çiçekler haricindekilerle eşim ilgileniyor. Gülleri buduyor, çiçekleri bazen saksılara yerleştiriyor, ya da oraya buraya sardırıyor. Ben daha çok sebze ve meyve olayı ile ilgiliyim. Bunun reçelini yapabilirim, ya da şunu da dikelim yiyelim diye bakıyorum her şeye. Şimdiye kadar çilek, ayva, elma, erik reçelleri yaptım bahçedeki meyvelerden. Pek de güzel oldu. Her yıl istediğiniz kadar özen gösterin umulmadık bazı koşullar gelişebiliyor. Bazen bir kuş biraz geç göçediyor. E bundan sana ne diyeceksiniz. O kuşun beslendiği tırtıl artıyor bu sefer bahçede. Hevesle beklediğiniz meyve ağaçlarınızın yaprakları tırtılca kıtır kıtır yeniyor. Bazen parlak yeşil janjanlı böcekler nanelerinizi yiyor, bahçedeki deliklerden fareler koşarak diğer deliğe atlıyor. Gerçi sitede kedi beslemeye başlayalı bu görüntüyü artık pek görememeye başladık.
Eğer doğayı takip ederseniz mutluluktan ölebilirsiniz. Örneğin her yıl, her bir çiçek için farklı bir arı geliyor. Bunlar yaban arıları. Hani şu çocuk şiirinde “Camda kocaman bir arı, halka halka siyah sarı” denilen bumble bee’lerden. Bir yıl bir eşek arısı kolonisi üst balkona yuva yaptı. Evet evet kovan değil, resmen bir yuvaydı. Tabii bu balarılarının bir süre bahçede görünmemesine yol açtı. Badana yapılacağı için bir böcek ilaçlama servisi çağırıp yuvayı kaldırtmak zorunda kaldık, ama o yuva gider gitmez balarıları yine gelmeye başladı.
Geçtiğimiz yıl bahçeye sinek kuşu da geldi. Daha doğrusu diktiğim bir çiçeğe, bilmeyenin böcek sanabileceği ufaklıkta bir şey. Ama yakından bakınca nefis bir sinekkuşu ( Humming bird) olduğu görülebiliyordu. Geçtiğimiz hafta karşımızdaki tarlanın bittiği yerde başlayan ağaçlardan birinin üzerinde kocaman bir baykuş gördüm. kafasını 180 derece döndürüp duruyordu. Artık onları gözleyebilmek için bir dürbünüm de var. Şimdi sıra geceleri yıldızları gözlemek için almam gereken teleskopta.
Toprakla uğraşmak insanın yediklerine karşı saygılı ve duyarlı olmasına da yol açıyor. Eskiden yarısı yenmiş bir domatesi, salatalığı rahatlıkla atarken, ya da bir ucu çürük bir nektarini yemeye değer bulmazken şimdi çürük yerini çıkarıp yiyorum. Ne aşamalardan geçip ayakta kalıyor biliyorum çünkü. Nasıl gözünün içine bakarak büyütülüyor farkındayım. Şimdilerde bahçeme bir küçük havuz yapıp ördek yetiştirmek istiyorum, hayat bitkiler ve hayvanlarla hep beraber yaşayınca güzel çünkü.
Bu yazıya Bedri Rahmi’den bir alıntıyla son vermek istiyorum, Üçüncü Mektup’tan :
Fidana sormuşlar: – Niçin büyürsün?
– Tohum itiyor, demiş.
Tohuma sormuşlar: – Niçin itersin?
– Toprak rahat bırakmıyor! demiş.
Toprağa sormuşlar: – Niçin tohumla uğraşırsın?
– Sebebini toprak olduğun zaman kulağına söylerim, demiş.
* Bedri Rahmi’nin “Sana Acımayı Öğreteceğim” şiirinden
Permalink //
Sevgili Nilgün,
Bir klişe deyişle ”duygularıma tercüman oldun” demek istiyorum.
Anlatınlarında Ege havasını ve Seferihisar’daki Teyzemlerin evini anımsatıyorsun bana..
Bahçe’yle uğraşının ne büyük bir keyf olduğuna katılıyorum. Çocuklukta Babaannemin evindeki izlenimlerim, senin tasfirlerinle çakışıyor..
Son senelerde, yazlık bahçemizde yetiştirdiğimiz domates biber nane ve maydonuzların yeşermesini izlemek bir mucizeyi izlemek gibiydi.
Bu nedenle de pazardaki maydonuzun ve biberin fiyatının emeğe kıyasla çok ucuz olduğunu düşünür oldum…
Kalemine kuvvet…zevkle okuyorum yazılarını…Teşekkürler…
Permalink //
Ben de o eve çok gittim Seferihisar’dayken. Çok net hatırlıyorum o evi. Hep beraber kadın matinelerine giderdik, annemde fotoğrafları bile var. Çok teşekkürler.
Permalink //
Canım Kuzenim yüreğine, kalemine sağlık o kadar güzel yazmışsın ki, bende de bahçe sevgisini uyandırdın. Bizim evin bahçesinde hep daima kayın babam ve eşim ilgilenirdi, ben hep evin içi ile ilgilenir bahçe ile hiç ilgilenmezdim. Ama şimdi senin yazından sonra bahçe ile ilgilenmeyi düşünüyorum.
Tekrar tekrar tebrik ederim ve senin gibi kalemi kuvvetli, güzel kalpli, akıllı kuzenim olduğundan dolayı ne mutlu bana ne mutlu sevenlerine…