by

Çok eğlendim, hoşçakalın ve teşekkürler *

Nedendir bilmem sevdiğim yazarların pek çoğu  intihar etmiştir.  Bunu farkedeli epey bir zaman oldu. Yeni okuyup sevdiğim bir yazar oldu mu, hemen hayat hikayesine bakarım, bir biçimde hayatına son vermiş olduğunu görmek benim için şaşırtıcı olmaz. Bir ara “Acaba ben de intihar eğilimli miyim?”  diye düşünmedim değil. Ama sonuçta şu sonuca vardım. Sanırım içinden, taa içinden kırılmış, uyumsuz kişiler  çok daha iyi yazıyorlar.

İntihar eden yazarlardan Pavese, özellikle günlükleri Yaşama Uğraşı ile beni etkilemiştir. “Sözler değil, eylem. Artık yazmayacağım.” diye bitirdiği günlüklerinde yalnız bir adam görürsünüz. Kendini yalnız bırakmamak için bütün gece aynanın karşısında oturacak kadar yalnız bir adam.  “Ben hiçbir zaman dünyayı umursamadan hayatın tadını çıkarabilen rahat bir insan olamadım. O yürek yok bende.” der. Aşkta hayal kırıklığına uğramıştır. Aşk için “Aşk konusunda önemli olan, evinde, yatağında bir kadın olmasıdır. Bunun ötesinde herşey palavradır, palavranın dikalasıdır hem de.” demiştir. Bu hayal kırıklığı “Cehenneme kadar yolu var dehanın! Hepsinin canı cehenneme! Hayatımda hiçbir zaman ancak bir şaşkının yapabileceği şeylerden başka bir şey yapabildim mi?” demesine yol açar. “Bir kadına bir somun ekmek gibi, onu oyalayabilecek bir şey gibi, bakabilme sanatını” başaramamıştır söylese de.

Günlüklerinde intihar hakkında sıklıkla yazar. İntiharın bir boyun eğme olduğunu söyler. Ona göre  intihar yerine çıkar yol olarak bir sanat eserinin aracılığıyla fırtınayı yaşamak ve baskı altındaki duygulardan kurtulmak mümkün değildir. Her ne kadar hayatın saldırılarına karşı edebiyatı bir savunma olarak görse de, sonunda bırakıp gitmiştir. “Yine de bir şeydir beklemek, bekleyecek bir şeyi olmamaktır korkunç olan” dediğine göre bekleyecek bir şeyi olmamasının korkunçluğuna dayanamamıştır belki de.

Zweig bir başka yazardır sevdiğim. Psikolojik derinlikli kitapları hep hoşuma gitmiştir. Hitler’in yarattığı ortama dayanamaması, Avrupa’nın düştüğü durum ve belki de daha derinlerde başka şeyler yüzünden karısı ile birlikte intihar ederler. Yaşam öyküsünü yazdığı Dünün Dünyası adlı anılarında  ve Günlüklerinde umutsuzluğunu ve sıkışmışlık hissini kolayca görebiliriz. 1940 yılının günlüklerinde şöyle der :

Paris’in kaderi belli oldu, olsa olsa bir kaç gün sonra tarihteki en korkunç dönüm noktalarından biri yaşanacak. Şunu sormalıyım şimdi kendime: Ne için düşüneceğim artık ? Bu savaş, bütün varlığımızın dayandığı bir ilke uğrunaydı; bu ilke yok olursa, bütün varlığımız da yok olur. O zaman ne için ve nerede yaşayacağımızı bilemem. Sürekli bir kaçışa dönüşür yaşamım, suyun üstünde kalabilme isteğine, ama benim yaşımda yerleşebileceğim bir ülke göremiyorum..” “Hiç bir zaman bu kadar karamsar, bu kadar umarsız olmamıştım.”  da der. Önce Londra sonra Amerika’ya giden Zweig çeşitli sorunlar yüzünden  bu ükelerde kalamaz, son durağı Brezilya’dır. İntihar mektubunda “Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım, uzun gecenin ardından gelecek olan sabahın kızıllığını hala görebilirler, ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum.” der.

 

Sylvia Plath, Lady Lazarus’ta, ” Ölmek / Bir sanattır her şey gibi./ Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.”  diyen Sylvia Plath. İki küçük çocukla sıkıştığı hayatta, Ted Hughes kadar şanslı olmayan, iki küçük çocuğunu yatırıp, boşlukları ıslak havlularla  kapattıktan sonra kafasını fırının içine sokarak ölmeye yatan o güzel kadın. Güncesinde şöyle diyor : ” Ted’e gece gündüz yakın olmak tehlikeli. Onunkinden ayrı bir yaşamım yok, salt bir tamamlayıcı olacağım belki de. Almanca ders almak, kendi başıma dışarı çıkmak, düşünmek kendi başıma çalışmak önemli. Ayrı yaşamlar yaşamalıyız. beni içeriden destekleyen bir yaşamım olmalı. Burası benim için bir çeşit korkunç kadınlar manastırı. Odamızdan nefret ediyorum, kısır beyazlığından, odayı baştan başa dolduran yataklardan.”

Sylvia-Plath_2378978bYine intihar eden yazarlardan olan Virginia Woolf’un dediği gibi bir kadının yazabilmesi için parası ve kendine ait odası  olması gereği ön plana çıkıyor. Bakım isteyen iki küçük çocuk ve bencil bir kocayla, istediği gibi yaşayamamış olmanın, engellenmiş hissetmenin ve  biraz da bipolar duygu durum bozukluğunun da etkisiyle ağırlaşan koşulların getirdiği bir son Plath’in ki. Belki de bizim koyduğumuz tanıların çok ötesinde farklı başka şeyler.  Ama Plath deyince gözardı edemeyeceğimiz bir diğer kişi Nilgün Marmara. Plath  üzerine yazdığı “Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi”isimli tezi onu ne derece etkilemiştir bilinmez, ama onunla arasında ortak bir şeyler bulduğu su geçirmez bir gerçek. Kırmızı Kahverengi Defter kitabı aldığı notları, günlüklerini kapsar. Nilgün Marmara şöyle demiş ölüm hakkında : ‘Ölüm, yaşayabilmek için sonsuzca kaçındığımız, ama sözcükleri yaşatabilmek için kucak açtığımız…”

Jerzy Kosinski Boyalı Kuş isimli romanı ile beni büyülemiş bir yazar. Kitabında betimlediği bazı sahnelerin  uzun süre gözümün önünden gitmediğini itiraf etmeliyim. Boyalı Kuş’un kendi yaşamından izler taşıması Kosinski’nin zorlu bir hayatı olduğu gerçeğini gözler önüne serer. Nazi zamanı Polonya’ya kaçırmıştır onu ailesi, sahte bir kimlikle,  ama olacaklardan koruyamamışlardır. Kitapta boyandıktan sonra diğer kuşların arasına salınan boyalı kuşun hikayesi vardır. Kuş kendilerinden biri olduğuna diğerlerini inandırmaya çalışır ama kuşlar onu kabullenmez ve gagalayarak öldürürler. Kosinski de boyalı bir kuştur. Başına plastik bir poşet geçirerek kendini öldüren yazar intihar notunda ” Kendimi normalden daha uzun bir süre uyutacağım,  buna sonsuzluk deyin.” der.

boyali-kusjerzy-kosinski-1-sized

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Konu intihar eden yazarlar olunca Yesenin ve Mayakovski, Ernest Hemingway, Jack London, ölümü tartışmalı olsa da Walter Benjamin ve Romain Gary de geliyor aklıma. Bir de “Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum, kapıyı kapadım diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı.” diye intiharını anlatan Beşir Fuat.  Deney yapar gibi intihar eden gazeteci, asker, fikir adamı  Fuat, “Vücudumu teşhir olunmak üzere Mekteb-i Tıbbiyye’ye teberrüan bahşettim. Cenaze oraya naklolunmalıdır. Beşir Fuad” 
5 Şubat 1887″ diyerek bu işe son noktayı koymuştur.

Kendi yaşamlarının sonlanmasında inisiyatifi ellerine alan bu yazarlar karşısında ben   sanırım “Ne doğan güne hükmüm geçer / Ne halden anlayan bulunur/ Ah aklımdan ölümüm geçer / Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur/ Ve gönül Tanrısına der ki / Pervam yok verdiğin elemden / Her mihnet kabulüm yeter ki / Gün eksilmesin penceremden” diyen Cahit Sıtkı gibiyim.

* Romain Gary’nin intihar notundan

 

 

 

 

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *