Bazen sıkıldığımda yeni bir bilimkurgu ya da müzikal film olsa da seyretsem derim. Bilimkurgudan yana bir sıkıntımız yok. Son zamanlarda vizyona giren yeni bir bilimkurgu mutlaka oluyor. Aksiyon, polisiye ve bilimkurgu hep iş yapmıştır. Ruh durumuma göre yalnızca romantik komedi seyretmek istediğim anlar da olmuyor değil. Sanırım en sevmediklerim korku filmleri. Filmin yarısında gözlerimi kapattığım için seyretmemeyi tercih ediyorum. Ama müzikaller, işte onlar her zaman çekilmiyor. Her yıl bir tane adam gibi müzikal yapılsa, öpüp de başımıza koyacağız. Ama olmadığında, işte o zaman gelsin arşiv filmlerim.
Yalnızca TRT’nin olduğu yıllarda kovboy filmleri gibi müzikal filmler de çok olurdu. Broadway müzikallerini seyreder, tap danslarına hayran kalır, o zaman bulunduğum ortam içinde o müzikleri dinleyebilecek plak ya da sonraları kaset bulamaz, filmin yeniden oynamasını beklerdim. Sonra üniversitede kütüphanenin görsel işitsel bölümünde o müzikleri dinlemeye, kütüphaneden de oyuncuların hayat hikayelerini anlatan biyografileri bulup, resimli albümlerini karıştırmaya başladım. Şimdi ise çok kolay eski yeni istediğiniz müziğe ulaşabiliyorsunuz ve görüntüye de. Ben bir dönem yurtdışından DVD’lerini de almıştım bazı filmlerin. Hala da her gidişimde bakınır, bir iki tane almadan dönmem.
O ilk zamanların en sevdiğim müzikallerinden bir kaçı, hep aklımdadır. Örneğin yedi kardeşe yedi gelin. Hem dansları hem müziği hoşuma giderdi. 1954 yapımı filmi Stanley Donen yönetmiş. Zaten ellili yıllara takıntım vardır. 50’li yılların klasik arabalarının da hayranıyım ve biriktiriyorum. Okula hazırlık yaptığım Pazar günlerinin öğleden sonraları bu filmlerden mutlaka bir tane olurdu.
The Sound of Music ( Neşeli Günler ) ve Mary Poppins Julie Andrews’un sevdiğim filmlerinden. Geçenlerde The Sound of Music müzikalinin 50. yılı şerefine Oscar gecesinde Lady Gaga’nın şarkı söylemesinden sonra sahneye gelen Julie Andrews’ı izledim. Hala ne kadar genç ve müthiş gözüküyordu.
İşte filmin açılış sahnesi.
Supercalifragilisticexpialidocious , Julie Andrews ve Dick Van Dike’tan :
Fred Astaire ve daha sonra Gene Kelly hep tap dance yapma isteğimi canlandırdılar. Hala tap dance öğrenemedim, ama nefes aldıkça ümit var. Fred Astaire’in hemen hemen bütün filmlerini izlememe karşın, sanırım favorim Daddy Long Legs. Örümcek Dede diye çevrilmişti Türkçe’ye sanırım. Uzun bacaklı Fred Astaire’in Leslie Caron ile oynadığı film. “Azıcık dans edebiliyor” diye yorumladıkları bu adam tarihe kazındı. Ginger Rogers ile partnerliği de pek hoşuma gider.
Pek tabii Rita Hayword ile sahnelerini görmezden gelemeyiz. Rita güzelliğiyle efsanedir.
Fred’ten sonra Gene Kelly gelir. Gene Kelly deyince de hemen Singing in the Rain’i anımsarız. Ama ben bu ikisinin birlikte dans etmelerine de bayılırım. İkisi de sevimlilikten pırıl pırıl parlar.
Gene Kelly’nin o müthiş yağmurda dans etme sahnesini de koyalım buraya. Tekrar seyretmek isteyenler için tabii. Bir de bu filmde en sevdiğim sahnelerden biri şarkıyı söyleyen kişinin asıl kız olduğunu cümle aleme gösterme sahneleridir ki, perdeyi açan üç kafadar muziplikleriyle beni hep güldürmüşlerdir. O karga sesli kıza da oh olmuştur.
Frank Sinatra’nın müzikal filmleri de söz etmeden geçemeyeceklerimden. Hemen aklıma gelenler High Society, Guys and Dolls, On the Town, Anchors Aweigh. Bing Crosby ve Louis Armstrong’lu High Society unutulmazlardan.
Barbra’nın oynadığı müzikallerden söz edersek, benim favorilerim Funny Girl, Hello Dolly, A Star is born, On a clear day you can see forever. Ömer Şerif’in ” Sen kadınsın, ben erkek hadi öpüşelim, dediği o şarkı unutulacak gibi değildi. Barbra’nın mükemmel oyunculuğu da.
Yine eskilerden Yul Brynner’ın The King and I’daki unutulmaz performansını ben yaştakilerin hepsi hatırlar. 1956 tarihli müzikalde kadın oyuncu Deborah Kerr’di. O minik Siyamlı çocukların tanıştırılma töreni şimdi bile aklımda. O zamanlar sanırım ilk defa kel bir adamın ne kadar çekici olabileceğini fark etmiştim.
Bu araya Raj Kapore’un Avare filmini sıkıştırmak istiyorum. Bu kadar müzikalin içinde bir tane de Hint filmi olmalı değil mi? Film bizde Alkışlarla Yaşıyorum adıyla oynamıştı. 1951 yapımı filmde, Raj Kapoor hem filmi yönetmiş, hem de başrolünde oynamıştı.
Beyaz çoraplar ve John Travolta. O zamanlar beyaz çoraplarla ve briyantinli saçlarla dolaşan yaşıtlarımız bize gayet normal geliyordu. Sandy ile Danny’nin hikayesini hala ara sıra açıp izlerim. Zaman içinde John Travolta şişmanladı, Pulp Fiction’ı ve başka filmleri çekti, o zaman ki fit delikanlıdan epeyce uzaklaştı. Ama ben Grease ve Saturday Night Fever’daki Travolta’yı hala anımsarım.
Hair. Hala şarkılarını yürürken dinlediğim, hepsini ezbere bildiğim efsane film. Bir kere benim şarkım Aquarius ile açılıyordu, ötesi var mı ? Kova burcu olup da bunu izlemeyen varsa, başını taşlara vursun.Tempo hiç düşmez. Milos Forman’ın 1979 yapımı savaş karşıtı filmi. Bak yine izleyesim geldi. İşte iki güzel şarkı:
ve filmin final şarkısı Let’s the Sunshine :
Bugsy Malone’u düşünmek için dahi olmak gerek. Bir film dolusu ganster, ama hepsi de çocuk. 1976 yapımı filmin yönetmeni Alan Parker. Jodie Foster’ın minik halini görebileceğiniz bu film bir sevimlilik muskası.
Tabii ki anne kız oyuncular, şarkıcılar Judy Garland ve Liza Minelli’nin Wizard of Oz ve Cabaret’si unutulmaz. Sonra West Side Story, o Maria şarkısı kulaklarımdan hiç gitmez. Blues Brothers, Chicago, The Umbrellas of Cherbourg, My Fair Lady, Moulen Rouge, sonra dizisi de düzenlenen Fame, Evita, Fiddler on the Roof, New York New York bu böylece sürer gider, belki başka bir zaman onları da yazarım. Ama biliyor musunuz, ruhu dinlendiren bir şey müzikaller, en azından benim için öyle. Müzik iyi ki var değil mi ?
Permalink //
Nilgün’cüm,
Günümü yazınla canlandırıp , renklendirdin.
Gençlik yıllarımda çekingenliğimden pek dans edememişimdir.
Yakın zamanlarda ise dansı, müzikle doğal beden ve ruh egzersizi olarak görmeye başladım.. Bizim Nüket Kürşat’ı da latin dansları uğraşısıyla takdir ederim.
Teşekkürler..
Permalink //
Evet dans her daim müthiş. Biz de geçen yıl Hüsam’la Latin dansları öğrendik. Nüket’leri de Facebooktan izliyorum, çok hoşlar 🙂