Bilen bilir, 40 ve 50’lerin arabalarına ilgim vardır. Hatta küçük de bir model araba koleksiyonum var. Uzun yıllar arabalar benim için düt seviyesinde kaldı. Ehliyet alma serüvenim ise başlı başına bir kabus.
Her genç gibi ben de 18 yaşımı doldurduktan, daha doğrusu işe başlayıp elim para tuttuktan sonra ehliyet almaya niyetlendim. Aslında üniversitedeyken bir part time tanıtım işi dönüşü, içinde bulunduğumuz minibüs yağmurlu havada kayarak kaza yapmış, ben de ön ortada emniyet kemersiz oturan bir salak olarak- o zamanlar kimse kemer takmazdı, muhtemelen zaten oturduğum kısımda da kemer yoktu- başımı ön cama çarpıp burnumu kırmıştım. Bir iki hafta suratım mosmor gezdikten sonra düzeldim Allahtan. Ama o günden sonra uzun bir süre herhangi bir aracın önüne oturamadım. Dolayısıyla hafiften bir trafik korkusu da vardı. Kızıltoprak’ta yazıldığım kursun en kötü hocasına düşmem benim suçum değildi tabii. Adamın gerçekten kötü olduğu, benden sonra ona düşen başka arkadaşlarca da onaylandı sonradan. Adam güven vermek bir yana, insanı delirtecek herşeyi yaptı ve ben kursu tamamlamadan ve sınava girmeden bıraktım.
O sıralar Anadol, Renault, Mercedes ve Vosvos dışında başka bir arabayı tanımadığım halde, yolda gördüğüm farklı bir arabayı ki – belki iki ya da üç kez görmüşümdür- heyecanla yanımdakine gösterdiğimi ve ben bunu daha önce mutlaka kullandım, hangi hayatımda bilemiyorum dediğimi anımsıyorum. Ehliyet alıp araba kullanmam ise 2000 yılına rastlar, on beş yıldır da kocamın deyimiyle taksi şöförü gibi araba kullanıyorum. İkinci öğretmenim Gazkesmez Yılmaz Beydi, onun sayesinde bıçkın şöför oldum. Sözünü ettiğim arabanın markasının Citroen 2CV yani Citroen eux chevaux ( döşova) olduğunu da çoktan öğrenmiştim. Sonraları özellikle klasik arabalarla çok ilgilenir oldum. Bu huyum beni bazen korkutuyor. Sanki içimde saklı bir şeyler var ve olmadık zamanlarda hortlayıp, beni ele geçiriyorlar. Kore sevdam gibi. Geçenlerde Kamboçya’dan bahsederken bizimkilerin bana korkuyla baktığını farkettim. Khmerce öğrenmeye niyetleneceğimden korkmuş olmalılar.
Almanların çirkin ördek yavrusu, Fransızların 2 beygir tanımıyla 1948-1990 arasında üretilen bu sevimli, minik araba genellikle vosvosa rakip olarak görülmüş. Bu minik araç kırsal kesimde yaşayıp da araba almaya parası yetmeyen Fransızlara dört tekerlek üzerinde şemsiye tanımıyla yeni bir fırsat sunma amacıyla geliştirilmiş. 1960’lar Almanya’sında 2CV’nin fiyatı rakibi Vosvosun yarısı kadarmış. 1950-70 arası arabaya sahip olanlar arasında doktorlar, rahipler, işçiler de bulunuyormuş. 1950’lerde bir de van modeli çıkmış. Tam bir ticari başarı örneği olan arabanın önce üç, sonra beş yıllık bekleme listesi olmuş.
1954 yılında 2CV PO ( for dust ) adıyla geliştirilen bir model motoru kumdan koruma özelliğiyle Afrikadaki kolonilere pzarlandı. 1958 yılında ise 4×4 , iki motorlu Sahara modeli üretildi.
1976 yılındaki 2CV Spot da 2CV4’ün yenilenmesiyle oluşmuştu ve güzeldi.
1985 yılında 2CV Dolly modeli çıktı.1988 yılında ördeğin Fransa’da üretimi tamamen durduruldu ve üretime Portekiz’de devam edildi.
Ben her arabanın woody modellerini de çok seviyorum. İşte aşağıda 2CV’nin woody’si :
James Bond’lardan Roger Moore For your eyes only’de bir Citroen 2CV kullanmış :
Snoopy’nin arabası da Citroen 2 CV :
Tenten’de de Citroen çok görürüz :
Bazen satılık araba ilanlarında ucuz 2CV’ler görmüyor değilim. Birini alıp bahçenin bir kenarına koyasım var. Varsın hızlı gitmesin, köye gidip gelirim diye düşünüyorum. Öyle de güzeller ki !