Pek öyle görünmese de, ben dışa dönük gözüken içe dönük bir kişiyim. Dolayısıyla, İnternet, sosyal medya uzaktan sosyalleşme açısından tam bana göre. Bir de kedi gibi meraklıyımdır. Stalker ( ben buna iz sürücü filan yerine musallat sözcüğünü bulmuştum bir zamanlar ) olmamak için zaman zaman kendimle savaştığımı bilirim. Kova burcu da her yeni şeye atlar bildiğiniz gibi. Sonuç olarak hemen hemen her sosyal medya mecrasında bir iki hesabım olması kaçınılmaz oldu. Bir kendi arkadaşlarım, bir de öğrencilerim için açtığım iki Facebook hesabım, ( Oyun için açtığım iki üç sahte hesabı saymıyorum ) biri bu olmak üzere, bir de Kore Dizi ve filmleri için açtığım iki blogum, biri özel, diğeri Kore fanlarını topladığım iki Twitter hesabım var. Tabii Pinterest’te, Linkedin’de, yine iki hesapla Instagram‘da ve şu anda aklıma gelmeyen bir dolu ıvır zıvır yerde de varım.
E kadın, senin hayatın PC başında geçiyor o zaman diyeceksiniz, ama öyle değil. Uzun zamandır az uyumanın getirdiği avantajla, şu an saat 10.30 olmasına rağmen, sabahın beşinde kalkmış bir kişi olarak, kahvaltı hazırlayıp kocamı uğurladım, ardından yeni diktiğim fideleri kontrol edip, sulanacakları suladım. Dolap yerleştirip, evi süpürüp, toz aldım. Üçüncü kazan çamaşır dönüyor, ilk ikisini astım. Biri evdeki olmak üzere iki adet kediyi doyurdum. Bob’un Korece derslerinden birini dinledim. İsmail Erünsal’ın Osmanlı Kültür Tarihinin Bilinmeyenleri kitabından bir bölüm daha okudum. Yalnız on dakikam hala nerde olduğunu bilmediğim boncuk kutusunu aramakla geçti. Önceki yazlarda bilezik kolye filan yapmıştım. Şimdi bir kısmını ayırıp kardeşime vermem gerekiyor. Bir ihtimal şehirde kutu. Kahvaltı kalktı, bulaşık makinası çalıştırıldı. Bütün bunların yanısıra her hesapta akşamdan beri ne olmuş kontrol edildi, çünkü çoğu arkadaşım yurtdışında ve ben uyurken paylaşım yapıyorlar. Kore Magazin haberlerini de aldım. Kahvemi yapıp yazmaya oturdum. Blog haricinde de yazılacak, düzenlenecek şeyler var. Daha alışveriş, yemek ve başka okumalar da beni bekliyor, üstelik bu aralar illustrasyona takmış durumdayım. Çizmeyi planladıklarım da var ve sanırım gece ikiye üçe kadar da yolu var.
Yalnız biri Facebook hesabıma girse deli olabilir. Çeşitli yerlerde çalıştığımdan, birbirinden farklı bir arkadaş listem var. Her çeşit politik görüş. Askeri düzeni de sevmediğimden, “Bu sevmediğim bir şey söyledi atayım, her gün küfrediyor sileyim, spamden gına geldi, listemden çıkarayım.” tutumunda değilim. En fazla iyi arkadaş konumundan çıkarıp paylaşımları daha az görme yoluna gidiyorum. Öğrenci odaklı Facebook’um ise her cinsten politik görüşü bir arada görebilmem ve araştırabilmem için ideal. Ara sıra açıp bakalım ne düşünüyorlar diye teker teker paylaşımları okuduğum doğrudur.
Bir aralar öğrenci sesinden kafam davul olmuş durumda eve geldiğimden naif ve saçma sapan bazı oyunlara sarmıştım. En az bir saat leyla gibi oyun oynuyor, ancak doğru düzgün bir şeyler yapabilecek gücü topluyordum. Gayet de basit, ama çocuksu Fluff Friends ve Pet Society oyunları bana o dönemde dünyanın her yerinden kedi sever yaşıtım kadınlarla arkadaş olmamı sağladı. Profilinde kedi olanlar birbirlerini arkadaş olarak listelerine eklediler ve sonrasında herkes kendi kedilerini ve hayatını paylaşmaya başladı. Dünyadaki crazy cat lady’lerin hemen hemen hepsi benzer özelliklere sahipmiş. Bunu anlamış oldum. Okuduğumuz kitaplar, seyrettiğimiz filmler bile benzer çıktı. Şimdilerde onu bunu paylaşa paylaşa, arkadaşlığı ilerlettiğim, her Yeni yılda ve doğum günümde kart hatta doğum günü hediyeleri aldığım ve gönderdiğim, bildiğimiz eski usul yazıştığım, bahçelerimizdeki çiçekler hakkında bile bilgi alışverişinde bulunduğum pek çok arkadaşım var. Hayvanlar, bitkiler ve pek çok şey hakkında başka yerlerden öğrenemeyeceğim, envai çeşit bilgiyi seriveriyorlar insanın önüne. Bir gün tarif ettikleri yemeği yapıp, bir başka gün önerdikleri kitabı okuyabilirsiniz. Tuhaf deyimler öğrenip, yabancı dilimin de gelişmesine yol açtılar. Şimdi Korelileri ekliyorum başka mecralardan, malum Korecemin de gelişmesi gerek. Artık o iki oyun da yok Facebookta , bu kez de Fairyland diye bir başka oyun oynuyorum. Fazla para kazandırmayan oyunları kaldırıyorlar. Geride o oyuna para harcamış ve duygusal bağla bağlanmış bir dolu insan kalıyor. Oyunlara para harcamadığım için en azından maddi kaybım yok, ama kazandığım arkadaşlar sanırım manevi kazancım. Son oynadığım oyun, çok basitmiş gibi gözüken, ama çok ayrıntısı olan bir oyun. Bu oyun aracılığıyla tanıştığım yabancı arkadaşlar dışında, Türk arkadaşlarla da toplanır olduk. Sanırım oyun yabancı dil gerektirdiğinden oynayan Türk arkadaşların eğitim düzeyi de yüksek. Bu da komik ama ilginç bir başka yazı konusu aslında.
Tabii toplanma deyince eski iş yerlerinden, okullardan arkadaşlarla da herkes gibi buluşur olduk.Bazen bazıları zaten görüşmek istediklerimle görüşüyordum, Facebook’a da ne gerek varmış diyor. Açıkcası benim görmek istediğim , ama koşuşturmaktan göremediğim takip edemediğim pek çok arkadaşım vardı. Bankacılık günlerimden kalan arkadaşlarım gibi. Şimdi de belki çok sık görüşmüyoruz, ama birbirimizi takip edip yılda iki kez buluşabiliyoruz, hiç de fena olmadı. Çocuklarımız büyümüş evlenme çağına gelmiş, o gençlik günlerimizi anmak bile eğlendirici oluyor.
Yaşlı genç herkesin ailesi de Facebookta olmaya başladı. Gerçi çok gençler Facebook’u yaşlı işi bulup, daha çok Twitter’da Instagramda vakit geçiriyorlar. Facebook hesapları varsa da paylaşımlarını aile ve arkadaşlarına göre ayarlayacak kadar yeni çağ çocukları. Biz eskiyi ve yeniyi gördüğümüz için şanslı bir nesiliz. Bizim anne ve babalarımızdan çağdaş ve cesur olanları da el yordamıyla sosyal medyayı kullanıyor. Tabii sık sık bizleri arayıp, sorup soruşturarak. Öyle de olsa yetmişlerini aşmış nice insan ellerinde akıllı telefonlar gezip gördükleri yerleri, arkadaşlarını paylaşıyorlar, az şey mi ? Herkesin iş güç peşinde koşuşturduğu bir dönemde gidemeyecek, uğrayamayacak olduğunuz dostların en azından neler yaptığından haberdar oluyorsunuz. Birisi öldü mü, Facebook’tan cenazenin nereden kalkacağı haber verilebiliyor. Yine doğumla, yaş günleri, önemli günler takip edilebiliyor.
Öte yandan ” Aaa geçen gün toplanmışsınız, beni niye çağırmadınız? ” gibi gönül koyanlar olacaktır. Artık kaçış yok. Çünkü biri mutlaka bir fotoğraf paylaşmış, ya da bir yerde check in yapmıştır. Bu paylaşım konusunda da her tür insan var. Kimisi neredeyse tuvalete gittiğini bile dakikası saniyesine paylaşıyor. Bir yerde yakalamasanız, başka yerde yakalarsınız mutlaka. Çocuklarını sosyal medya aracılığıyla takip eden çok arkadaşım var. “Dur bakayım nerede check in yapmış” diye elimizden telefonları düşürmüyoruz. Yurtdışı gezileri mutlaka fotoğraflanıp paylaşılıyor, düğünler nişanlar atlanmıyor. Bir de etiketleme olayı var ki, sanırım herkesi çileden çıkartan bir şey. Ağzınız burnunuz kaymış, kendinizi tanıyamayacağınız fotoğraflar anında profilinizde. Eğer bu konuda biraz tecrübeliyseniz ayarlardan “Etiketlenen paylaşımları yalnızca ben görebileyim.” kısmını işaretler kurtulursunuz, yoksa yandınız.
Facebook’u siyasi görüş bildirimi için paylaşmamayı tercih ediyorum. Doğa, hayvan fotoğrafları görmek istiyorum. Paylaştıklarım da bu tarz şeyler. Benim paylaştığım kedi kuş, hayvanat fotoğrafından gına gelenler olduğuna da eminim, ama dediğim gibi ayarlamak çok kolay. Benim listemde küfür kıyamet hükümet eleştirisi yapan da, hükümet yanlısı paylaşımlarda bulunanlar da var. En şaşırdığım listesi zaten kendi görüşünden başkasına açık olmayanların o paylaşımlarının ne işe yaradığı. Herhalde yalnızca psikolojik rahatlama sağlıyor diye düşünüyorum. Hep beraber karşı tarafa söverek rahatlama durumları yani. Siyasi paylaşımların Facebook’tan ziyade tanımadığınız kişilerin de takip edebileceği Twitter üzerinden yapılmasının daha uygun olduğunu düşünüyorum yine de. Bazı arkadaşlar listesinden kendi görüşünde olmayanı çıkartmamış. O zaman paylaşım altlarında yorumlar ve kavgalar oluyor. En hoşuma gidenler de onlar. Yalnız bu gibi durumların çoğunda aksi yorum yazana kızıp, sonunda listeden çıkaranlar çoğunlukta.
Bir de Facebook hesabını ticari kazanç için kullananlar var. Aslında görse selam verme zahmetinde bulunmayacağı bir çok kişiyi sırf yarın öbür gün iş çıkar niyetine listesine toplayan arkadaşlar da var. İlgilendiği iş her ne ise,onu reklamını yapıp, müşteri bulmak için çaba harcadıkları gayet açık. E, mutlaka işe de yarıyor ki, buna devam ediyorlar. Taş atıp da kolları yorulmuyor ki, insanlara ulaşmanın bir yolu bu. Siz de bu sayede nerede hangi emlak satılık ya da kiralık,kim hangi eğitimi veriyor, özel ders verenler kimler bilgi sahibi olabiliyorsunuz. Daha profesyonel olanların kendi siteleri var, onları paylaşıyorlar.
Bir yazı okumuştum en can sıkıcı 12 Facebook tipinden söz ediyordu. İlki “İzin ver, yaşamımın her ayrıntısını sana anlatayım.” tipiydi. “Uyandım, kahvaltıda zeytin ekmek yedim, trafikte sıkıştım.” falan da filan. İkincisi yazdığım blog, okuduğum şiir, sanat şaheserim, çizdiğim resim diye her dakika kendi ürettiklerimi paylaşanlar. Üçüncü olarak arkadaş sayısından söz ediliyordu ki çok gülmüştüm. Ortalama 120 arkadaşınız olur. Metroda arkadaş edinecek kadar sosyal kelebekseniz belki 300- 400 arkadaşınız vardır. Ama 1000’in üstü de ne oluyor. George Clooney’ misiniz yoksa Lotto’dan para mı çıktı ? diye soruyordu. Şimdi kontrol ettim bir hesabım 884 diğeri 923 kişiymiş. Bana da para çıktı da haberim mi yok acaba ?
En sıkıcı Facebook tiplerinden bir tür de son dakika haberi bildirenlermiş. “Behiye Aksoy öldü, İran’da deprem oldu” vs vs. Özel hayatlarını utanmadan sergileyenler de ayrı bir tür. Hemoroidim azdı, kocamla yine kavga ettik, eniştemle gece gece delirmeler filan. Bir de siz izin vermediğiniz halde sizin özel fotoğraflarınızı profilinde tanımadığınız arkadaş listesine, daha da kötüsü genel olarak paylaşanlar vardır. Aslında bunu yapanların bir kısmı nasıl yaptığının farkında olmayan yaşlı teyzeler. ( Benden de yaşlı olanlar yani 🙂 ) Paylaşma fotoğraflarımı dersin, ne zaman paylaşmışım diye sorar. Bir de şunu imzala, bunu destekle’ciler vardır, her daim karşı çıktıkları şey her neyse size onunla ilgili imzalanacak bir yazı gönderirler. Bunların arasında oyun davetleri gönderenler de çoğunluktadır. Aslında bu davetleri engellemenin yolu çok kolay. Oyunun yanına küçük bir tık atıyorsunuz bir daha istek mistek gelmiyor. Facebookumun yarısı ” Ben oyun oynamıyorum, bana oyun daveti göndermeyin,” diye haykıran kişiyle dolu. Öğrenin anacım! Bir de kendiniz hakkında 25 şey yazın, Hangi Star Trek karakterisiniz? Çiçek olsaydınız hangi çiçek olurdunuz? gibi testleri yollayanlar var. Bana yollayabilirsiniz, ben seviyorum onları 🙂
Benim hem güldüğüm , hem de kendimi tutamayıp izlediğim bir başka Facebook tipi- ki bunların da yaşları genellikle 50 üzeri- paylaşılan bir fotograf ya da resmin altında “günaydın ve iyi geceler” notları yazanlar. Bir gül resmi paylaşılmış diyelim. Paylaşan da sabah “Günaydın” demiş. Altına listesindeki 120 kişi “Günaydın Melike hanım, nasılsınız, İyiyim Sevim Hanım, Siz Nasılsınız? ” şeklinde yazılar yazıyorlar. Aynı kişi gece yatarken de “İyi Geceler” diyor ve aynı terane. O zaman aklıma çocukluğumun kabul günleri geliyor. Yuvarlak biçiminde oturmuş hanımlar, tek tek birbirlerine sorar ve yanıtlarlardı. “Nasılsınız Ayşe Hanım, Allaha Şükür İyiyim, Eşiniz nasıllar? Çoluk çocuk afiyettedirler inşallah. ” Sonra bir yandakine geçilir aynı sorular sorulurdu.
Facebook grupları da kendi düşüncenize yakın kişilerle buluşmanızı sağlayabiliyor. Ben hesabı açtığım ilk yıllarda Çiğ Börek Sevenler diye bir grup açmıştım, epeyce de üye vardı. Sonra grup ayarları değiştiğinde iş yoğunluğundan güncelleyemedim kayboldu. O ara Türkiye’deki Kırım Tatarlarının çoğu gruptaydı ve Çiğ Börek satan yerler de kendi reklamlarını yapıyorlardı. Şimdi üye olduğum gruplara baktım da Fairyland Cats’den, Aquarius 1962’ye, Trakuş’tan, Zizek Studies’e, Meslek gruplarından Kuş yaşamına dünyanın grubunu takip ediyorum. Admini olduğum üç beş grup da var ayrıca. Gruplar konuşmaların gruba sınırlı kalmasından ötürü işe yarıyorlar. Boğaziçi Yurt arkadaşlarımızla yeni bir grup kurduk örneğin. Amerika’da yaşayan ve MS hastası olan bir arkadaşımızın hastalığıyla ilgili gelişmeleri kurduğumuz grupta takip etmiştik. Doğrudan yazıp başkasını ilgilendirmeyen detayları açık etmeyelim diye. Yine Mumbai’deki saldırılarda ölen bir Fluff Friend oyuncusu arkadaşa adanan bir grup var. O zamandan beri arkadaşları bu grup ile onu anıyorlar.
Eskiden bir eve ziyarete gidildiğinde albüm sorulur, fotoğraflara bakılırdı. O zamanki merakla şimdiki merak arasında pek bir farklılık yok bence. Kapı önüne oturulup, çekirdek çitleyerek mahallenin sakinlerinin dedikodusunun yapıldığı zamanları anımsayanlar vardır. Şimdi ekrana bakıp gördüklerimizin dedikodusunu yapıyoruz. Biraz daha bireyselleştik, biraz daha içe döndük, ama merak aynı merak. E hız da arttı biraz, her konuda daha çabuk bilgileniyoruz. O da olması gereken. Internet insanı asosyalleştiriyormuş öyle mi? Ben hiç sanmıyorum. O asosyal dediğiniz çocuklar hepimizin çocukluğunu da, sosyalleşmesini de cebinden çıkarır. Durum budur; gerçekten. 🙂