Her sabah olmasa da kahvaltı ederken duyduğum mutluluk sonrasında Cemal Süreya’nın o dizeleri hep aklıma gelir. ” Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem / Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı. ”
Sabah derslerim olduğu ilk öğrencilik zamanlarımda, daha sonraları bankacılık ve öğretmenlik yıllarımda hep kahvaltıların aklımda kalıcı yönleri olmuştur. Bir kere annem beni hep sabahçı yazdırırdı. Sabah işlerini doğru düzgün yapabilsin, benim de günüm bölünmesin, verimsiz geçmesin diye. Aslında çok uykucu olmadığımdan bunu nefret ederek anımsamıyorum. Hele şu anda en fazla dört beş saat uyuyan biri olduğumdan hem sabahların o mis gibi kokan, insanların güne başlama telaşıyla sokaklarda koşturduğu anlarının güzelliği, hem de yaratıcılığı körükleyen gecenin sessiz yapısı hoşuma gider. Ama babacığımın henüz yaşadığı, kız kardeşimle benim çocuk olduğumuz günlerin mutluluğu da aklımdan silinmiş değil. Bizim evde her daim kahvaltı hazırlanırdı. Annem ev hanımı olduğundan peynirinden reçeline güzel sofralar bizi beklerdi. Gerçi sabahın köründe çok da aç hissetmezdim. Hele reçelli ekmekleri ayakkabılığın içine saklayıp okula koşturduğum bir dönem var ki, her anımsadığımda süzme salakmışım diyorum. Kız kardeşim ise çocukluğu boyunca az yiyen, resmen ağzına beslenen tiplerdendi. Şimdi bile koyu bir kahveyle sabahı çıkardığı, kahvaltı etmediği günler çoğunluktadır.
İlk zamanların kahvaltıları benim için ekmek, peynir, zeytin ağırlıklıydı. Daha önce söz ettiğim gibi çayı sevmez, bazen bir bardak süt içerdim.Peyniri oldum olası sevmişimdir. Önceleri tatlıdan da çok hoşlanmadığım için reçel yemezdim. Annem alasını yapardı oysa. Kız kardeşimin ise reçelli ekmeğin içinden peyniri bulup çıkardığı ve yememekte inat ettiği zamanları gayet net hatırlıyorum. Zaten oldum olası damak tatlarımız farklı olmuştur. Kahvaltılara domates ve salatalığın, çeşit çeşit salamın, mısır gevreğinin filan eklendiği zamanlar çok sonralara rastlar. Okul zamanı kahvaltı edemeyip, okulda simit filan aldığım bir zamanı anımsamıyorum. Zaten annem dışardan bir şeyler yememden hoşlanmazdı. O pis macunları, ya da şam tatlısını alıp yediğim günler sayılıdır.
Okulda olduğum ilk dönemler geçip de Boğaziçi yurdunda kaldığım günler başlayınca ( Ki bu da 16 yaşıma denk gelir) kantin günleri başladı. Bir değil, iki tombik yerdim. Orta kantin müdavimiydim. Kapıdaki simitçinin sivil olduğunu herkes bilirdi. 80’li yıllar çoktan geçip bankada çalıştığım dönemlerde kendisini bu kez Mecidiyeköy’de görmüştüm. Beni hemen tanımış,koşturup iki simit getirmişti bana. Şaşkınlıktan gözlerim faltaşı gibi açılmıştı. Uzun yıllar düşük şekerle yaşamış biri olaraktan aç kalmaya pek dayanamam. İki öğün arasını biraz uzatırsam insülinim oynar, başım ağrımaya başlar. Bu saçma migren ağrısı yalnızca böyle zamanlarda olur bilirim, o yüzden de aç kalmamaya çalışırım. Şimdilerde insülin direnci ve kolestrol fazlalığı nedeniyle simit, açma gibi şeyleri fazlaca yiyemiyorum. Ama yesem her gün yerim,hamur işini severim de. Evde simit yapmışlığım da vardır, bazlama, gözleme de. Mengenli ve Çerkes genlerim sağolsun, bu gibi şeyleri hem yapma, hem de afiyetle yeme konusunda uzmanım.
Bankacılık zamanlarımdan anımsadığım en güzel anılardan biri de servisce Şişli Sütiş’e gidip kaymaklı ballı sabah kahvaltısı yaptığımız zamanlar. O zamanlar yiyip yiyip fazla kilo almadığımız kadar gençtik. Hiç unutmam bir öğle yemeğinde ( ki o sıralar hamileydim ) orta yaşlı bir kadın yanıma gelip, tepeleme dolu makarna tabağımı göstererek ” Kendini alıştırma, yiyip kilo aldığın anlar da gelecek .” demişti”. Deli midir, nedir” diye düşündüğümü anımsıyorum. Sabahları saat yediye çeyrek kala servise bindiğimi hatırlıyorum. Çoğu kez kahvaltı etmeden yani. Ama buna da çare bulmuştuk. Sonraları öğretmenken sabahçı olduğum dönemler evden çok erken çıktığım anlar oldu. O zaman da yoldan pastaneden açma, börek çörek alıp, ders başlamadan öğretmenler odasında yerdik. Sabahları patates kızartması yiyen bir arkadaşım vardı. Nasıl olup da sabah sabah kızartma yediğini hala anlayabilmiş değilim. Ama işte dünyanın pek çok yerinde kahvaltı denildiğinde herkes başka şeyler anlıyor. Kahvaltı kişiye göre de çok değişiyor. Köylerde çorba içilmesi pek yaygındır. İskoçya’da bir sabah balık var denildiğinde yüzümüzdeki ifadeye gülen pansiyon sahibini anımsıyorum. Kore dizilerimde sabahları pilav yeniyor. Pek çok Avrupa ülkesinde kruvasan, kahve sabah kahvaltısı sayılıyor. Beyaz peynir yiyelim diye döne döne feta aradığımız günler geliyor aklıma. Duyduğuma göre Güney Amerika’da sabah kahvaltısı olarak barbeküde kızartılan kobay yiyen bile varmış. Aborjinler timsah embriyosu yerken, Filipinlerde ördek embriyosu yeniyormuş.
Sabah kahvaltısı ve öğle yemeğinin birleştirildiği brunchlara gitmeye başlayalı da çok olmadı. Açıkcası ben brunch kavramını sevmiyorum. Gittiğimizde erken vakitte çayımla kahvaltımı yaparım, öğlene yakın bir zamanda da öğle yemeği niyetine yenilebileceklerden yerim. Saat onu geçen kahvaltı davetlerine ise sabah evde erken saatte bir şeyler atıştırarak gittiğim doğrudur. Saat beşte kalkan adamın o kadar saat beklememesi gerektiğine inanıyorum. Kahvaltıda yediklerime gelince, beyaz ekmek, varsa simit, peynir, zeytin olmazsa olmazlarımdan. Son zamanlarda salatalık ve bahçemin domateslerinden de yiyorum. Salam sosis sucuk üçlüsünden yalnızca sucuğu tercih ediyorum. Salamları masa altından kedilere veriyorum genellikle. Pastırma ise oldum olası sevemediğim bir şey. Rengi açık siyah zeytin- daha doğal olanından- bazen de kalamata seviyorum. Peynirlerden köy peyniri ve tulum peyniri en sevdiklerim. Ama beyaz peynir ve kaşar da severek yediğim peynirler. Sanırım en sevmediğim rokfor ve gravyer peynirleri. İlkokuldayken yakınımızda oturan bir arkadaşımın evine uğrardım, okula birlikte giderdik. Sabahları yağda biber salçası kızartıp yerlerdi, pek severdim. Şimdi bazen o acuka denilen cevizli şeyden alıyorum. Eşimin pek sevdiği kızarmış ekmeği ben sevmem. O sofrada taze ekmek de olsa kızarmış ekmek söyler. Ekmeğin kıtır tarafını değil hamur tarafını severim. Kıtır şeyleri sevmiyorum nedense. Yumurtam katı olsa iyi olur. Kahvaltıda menemen, ya da yağda yumurta sevmiyorum. Babamın, ya da kocamın sevdiği kayısı yumurta da tercihim değil. Yumurta biraz suluysa kız kardeşim ve oğlum da yemezler. Artık bahçemde yetişen meyvelerden reçel yapmaya alıştım. En son kızılcık reçeli yaptım örneğin. Reçelin de suyundan çok tanesini seven biriyim. Şimdi meyve gibi tanelerini yiyorum. Portakal, bergamut, limon, incir ve kızılcık gibi meyvelerin reçelleri favorim. Ekşimtrak olduklarından. Bu yıl bahçemizin gülünden de reçel yaptım, ama çok tatlı olduğundan kendim yemedim pek. Kaymak almamaya çalışıyorum, sevmediğimden değil, kalorisinden. Bazen kahvaltının üzerine, kahveyle kek hoşuma gidiyor. Ama çok yediğim zamanlar vicdan azabından kıvranıyorum tabii, o yaşlardayız çünkü. Sabah kahvaltısını krallar gibi yapayım, öğle yemeğini paylaşıp, akşam yemeğini hediye edeyim, o tiplerdenim ben.
Eskiden sabahları huysuz bir biçimde uyandığım günler de oldu. Ama geçti Allahtan. Yaşadığıma, nefes aldığıma, elimin ayağımın tuttuğuna, sevdiklerimle olduğuma şükrederek uyandığım günler geldi ardından. Sabahları aç karnına aldığım iki ilacın bir saat bekleme süresi de olsa, dörtte beşte aldığımdan makul bir zamanda çayımı yapıp, kahvaltımı ediyorum. Kahvaltı ederken ne kadar yanlış olduğu söylense de ya bir şey okuyor, ya bir şey seyrediyorum. Alışkanlıklar kolay kolay geçmiyor. Belki iki sevdiğim şeyi bir arada yapmak istediğimden. Kahvaltı olmazsa olmazım, çünkü mutlu olmayı seviyorum.
Permalink //
Hep keyfli uzun kahvaltıları olsun…
Permalink //
Tesekkürler, hepimizin.
Permalink