12 ay önce Yeni Yıl Hedefleri başlıklı yazımda yıl içinde neleri yapmak ya da yapmamak istediğimi anlatmışım. Şimdi yeniden okudum. Gerçekleştirdiklerim de var, hep aklımda olmalarına rağmen gerçekleştiremediklerim de. Zaten hep öyle olmaz mı ?
Satürn de Oğlak burcuna girdiğine göre artık yarım kalan işlerimizi toparlayıp, daha bir disiplinli biçimde sonuçlandıracağız diye umut ediyorum. Geçtiğimiz yılı önümüzdeki yılla karşılaştırınca benim için en çok eksikliğini hissedeceğim şey Miço tabii. Dile kolay 15.5 yıl. Eve yeni bir can almak istemiyorum. Dışarda beslediklerim var. Sanki bundan sonra son kedim ilk anımsadığım kedim gibi kara bir kedi olacak ve hayatımın sonlarına doğru benimle olacak gibi geliyor. Onun ölümünü görmeden de ben veda edeceğim. Bu tip şeylerde genellikle doğru çıkan hislerim vardır.
Geçtiğimiz yıl Miço’nun da hastalık süreci dolayısıyla çok istediğim halde Faroe adalarına gidemedim. Gerçi orasını değil, bizimkilerin isteği üzerine İspanya’yı seçmiştik tatil için. Laf aramızda içimden de hiç gitmek gelmiyordu. İsabet oldu yani. Bu yıl yine Kore ve Japonya istiyorum. Kore’de son gidişimizde ameliyattan ötürü gidemediğimiz Jeju Adası ve Busan, Japonya’da da Osaka. Son gidişimizden beri hem Korecem ilerledi, hem de JDramalara daldığımdan Japonya’yı görüşüm değişti. Tabii bir de Murakami etkisi var. Artık sanırım farklı yerleri görmek , farklı etkinlikler yapmak isteyeceğim.
Geçen yılki hedeflerimde yokmuş ama bu yıl Astrolojiye iyiden iyiye bulaştım. Demek ki zamanı gelmiş. 3 yıllık bir programın ilk yılındayım. Daha şimdiden baktığım haritalarda her şeyin ne kadar isabetli olduğunu görüp şaşırıyorum. En tuhaf özelliğimin bile bir nedeni varmış.
Hedeflerimden biri dikiş dikmeyi öğrenmekmiş, yine yapamadım. Ama bu aralar yine örgüye sardırdım. Son merakım yünden bandanalar. Ve tabii ki kabaklarımı boyamaya devam ediyorum. En son bir Noel baba boyadım. Sanırım bu yıl içinde yaptığım en sıra dışı şey Miço’nun mezar taşı oldu.
Bu yılın beklenmedik ama en önemli olayı Burak’ın evlenmesiydi sanırım. Biz anneler en minikliklerine şahit olduğumuz için şaşırıyoruz doğal olarak 🙂
Gözlerimi kapatıp geçtiğimiz yılı düşündüğümde aklıma gelen güzel şeyler Saklıköy’de çayımı ya da kahvemi yudumlarken kuş sesleri eşliğinde manzarayı izlemem, Kriton Curi parkında Korece derslerimi dinleyerek ve kedileri izleyerek yürüyüş yapmam, 3-4 günlüğüne kaçtığımız Antalya tatili de güzeldi. Denizi hep sevmişimdir, güneşte yatmaktan çok denizde arka üstü uzanıp kendimi akıntıya bırakmak ve tüm dünyayla bütünleştiğimi hisssetmek en güzeli. Tabii en yakınlarımla paylaştığım tüm güzel anlar da geçtiğimiz yılın iyilerindendi. Kötüleri ise düşünmek istemiyorum.
Bu yıl akrabalarım, dostlarım ve arkadaşlarımla daha çok zaman geçirmek istiyorum. Çok sosyal gözüken asosyal ve içe dönük bir yapım var aslında. Eve bir kapandım mı, tam kapanıyorum. O yüzden bu yıl zorla da olsa kendimi evden dışarı atacağım. Hoş bugünkü dersimi Cumartesiye erteledim soğuk algınlığından ötürü. Bazen de şartlar zorluyor işte. Yine de Orhan Veli’nin ” Bir de sevgilim vardır, pek muteber; / İsmini söyleyemem, Edebiyat tarihçisi bulsun.” diye söz ettiği Nahit hanım’a olan mektuplarını okuyorum. YKY’larından çıkmış, “Yalnız seni Arıyorum” Nahit Hanım o zamanlar evli. Kocasının Orhan Veli’nin pek umrunda olduğunu sanmıyorum. O sıralar ayrıca genç mi genç Bella Eskenazi’den de hoşlanıyormuş. Nahit Hanım ” Orhan Veli benimdir, kimseye kaptırmam” bile demiş kızın yanında. Arif Damar ile de evlenen ve pek çok hayran olan Nahit hanım’ı merak ettim ben aslında. Bu kadar entellektüel erkeği nasıl çekti ? Bir röportajında ” Beni bilen bilir, Nahit hanım dersin , yeter!” diyebilecek kadar özgüveni sağlam bir kişilik. Samet Ağaoğlu’nun Rönesans gibi kadın, Cemal Süreyya’nın bin dokuz yüz yirmi üç ya da Cumhuriyet gibi kadın dediği Nahit hanım. Yani yine Cemal Süreya’nın deyimiyle “Cumhuriyet döneminin küçük burjuva duyarlılığının anası.” Orhan Veli’nin Aşk Resmi Geçidi şiirinde
Hiç birine bağlanmadım
Ona bağlandığım kadar
Sade kadın değil, insan
Ne kibarlık budalası
Ne malda mülkte gözü var
Hür olsak der
Eşit olsak der
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar
diye anlattığı söylenen kadın. Bu kadar şaire esin vermek de az şey değil yani. Öğrencisi Gülten Akın da onu şöyle anlatmış bir şiirinde :
“kürsü’nün yüksek duruşu
nedendi? ürksün diye mi
bir sınıf dolusu kara önlüklü çocuk
ondan çekinmezdik, örtük kapıdan
duvargeçen gibi sessiz girerdi
usulca yürürdü, kürsü susardı
ufalırdı. genişçe solurduk biz kızlar
düz ve kumral dökülürdü yüzüne saçları
ve yüzü solgun bir azizenin yüzüydü
maskeydi kimileri için, değişmezdi
bilen bir ben miydim
keyifli ya da kederli
ağır mı duyardı? yoksa dünyanın
sözleri onu yaralamasındı.
kapanır mıydı?
ince bedenini eski ebrimiş
önlüğüyle gizlerdi
görünmez zırhı içinden
anlattığı ne eksik ne fazla
havada kapılan üç beş sözcükle
dersin dışına çıkılmıştı
balzac, dostoyevski, kafka
evinden taşırdı silone
yüksek duvarlarla çevrili taş avluda
güneşe uzanmış kediler gbi
keyifle dünyayı seyrana çıkardım
ekmek ve şaraptı, karamazof’lardı
belki vadideki zambak
düşlerim artardı
kimdi küçük çaresiz bir kızı
böyle güneşle dolduran
“rakı şişesinde balık”mıydı
söylentiler. onlar nasıl insanlardı
akşamlar nasıldı bilmek isterdim
sanki gündüzü kaplayan gecelerdi
ders biter, o uzun leylek bacaklı
“bir garip orhan veli”
eski pardösüsü, yakası kalkık
gelir, alır giderdi
onu belki bu yüzden suçladım”
Mektuplar bitmek üzereyken etrafımı saran Albert Camus- Rene Char yazışmaları ( 1946-1959 ) İki Devir İki Kadın Münevver ile Perizat’ın romanı, Kobakizade İsmail Hakkı’nın Bir Mübadili’in Hatıraları bana göz kırpıyor. Bu yıl maraton dizilerimi azaltıp, hobilerimle eşit ilgilenmeyi başarabilirsem belki esas hedefime ulaşabilirim.