Eylül geldi Allah’a şükür. Her ne kadar sıcaklar henüz gitmediyse de Sonbahar’ın gelmiş olmasının sevincini yine de yaşıyorum. Yazları sevmediğimi artık beni okuyan herkes biliyor. Denize girmeyi sevsem de yüzdükten sonra derhal içeri kaçıyorum. Sıcak, nem, yapış yapışlık duygusu, gözümü alan parlayan güneş, cildimi kavuran güneş, sinekler, sinekler, sinekler, hepsinden nefret ediyorum. Yazı sevenler kusura bakmasın ama bürünüp serin ya da soğuk havada gezeceğim o günleri özlüyorum hep.Sıcak bir çay ya da kahvenin kokusu, serin havada çalışan beynim, yürüyüşlerin zevkli hale gelmesi, yaz rehavetinden uyanmış , işinde gücünde insanlar, sarı kırmız dökülen yapraklar filan, ne bileyim işte yaz insanı değilim ben.
Bir ara Kasım ayıyla ilgili şiirler yazıyordum. Neden Kasım ayına takmıştım onu da bilmiyorum. Bildiğim kadarıyla şairler de hep belirli aylara takmışlardır. İlkbaharın başı için Nisan şiirleri ve Nisan yazıları da yazdığımı anımsıyorum. Hatta bir ara Nisandır yazım Hürriyet Agora’da yayınlanmıştı. Nette hala bazı linkleri var. Ne diyordum işte Eylül ayı da şairlerin çok şiir yazdığı aylardan. Ahmet Altan’ın Eylül şiiri
“Beni bu eylül öldürecek
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağ bozumu rengi solukları kadar ürpertici.” diye başlıyor mesela ve bir yerinde şiirin:
“Eylülde aşk, eylülde acı, eylülde yalnızlık zordur,
eylülde herşey zordur,ben eylülü onun için severim.
Eylül ışıklarında çırılçıplak ruhlar yıkanır
Herkes herşeye kapısını aralar ‘bir aşk oluverir aşinalık’.
Ölüm kıvırcık saçlarını hayatın göğsüne dokundurur.
Aşkı ve ölümü ben hep bu ayda beklerim.
Nasıl da mahsun ve nasıl da tehditkardır.
Ben eylülde bütün aşklardan ve ve kadınlardan korkarım…demiş.
Yine Ahmet Telli Eylül şiirine
“Eylül, gülleri soldurarak
duyurdu bu yıl kendini
Böyle olacağını bile bile
şaşırttı bizi yine de” diye başlamış. Eylül ayı ve ayrılığın bir araya gelmediği şiir yok gibi Ahmet Telli de ” Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık” demiş.
Hilmi Yavuz’un Eylül Şiiri de geldi aklıma. İşte bir kısmı :
“Eylül, kırılgan mevsim!
Cam hançeri güzün
Dağılırdı kalbimde
Birden gecenin ve gündüzün
Perdesiyle örtülürdünüz
Tenhâyla ve tül
dolardı içim… Eylül!”
Attila İlhan’ın Yağmur Kaçağı’nda da Eylül’den bahis vardır :
“Akşamsa eylülse ıslanmışsam
Beni görsen belki anlayamazsın
İçlenir gizli gizli ağlarsın
Eğer ben yalnızsam, yanılmışsam
Elimden tut, yoksa düşeceğim
Yağmur beni götürecek yoksa beni”
Cemal Süreya’nın Eylüldü şiirinin tümünü yazarak Eylül’e saygımızı, sevgimizi göstermeyi bitirelim, daha sözümüz var söylenecek.
Eylüldü
Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu…
Eylüldü
Di ‘li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan
Ellerin kadar ıssız
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz
Eylüldü
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin
Şimdi yoktu bir anlamı suskunluğun
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğin orta yerinde
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ
Gözlerini sildi zaman
Dedim ya… Eylüldü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimin…
Yazın kalanından azıcık söz edecek olursak, misafirlerimizle gezip tozduk. Bir ara Burak geldi İzmir’e onu görmeye gittik. Sığacık’ta kalıp Akkum’da denize girdik. Buralar benim çocukluğumun anılarını kapsar, daha önce anlatmıştım. Akkum’un soğuk denizini de çok severim. Bu gidişimde Kan kardeşim Belgin ile de buluştuk tesadüfen. Evet kan kardeş hiç şaşırmayın, resmen parmağımızı kesip kanlarımızı birleştirerek kan kardeş olmuştuk. İlk buluştuğumuz lokantada garsona elli yıllık arkadaşım deyince çocukcağız “Kaç yaşınızdasınız da elli yıllık arkadaşınız oluyor?” diye sordu 🙂 Belgin benim 5-6 yaşımda tanıdığım arkadaşım. Yıllar sonra çoluk çocuklu bir şekilde buluşmak da çok hoş. Anne ve babasını da görmekten çok memnun oldum. Giderken yolsa Uluabat Gölü kıyısında Eskikaraağaç Köyü’ne uğradık. Bir Leylek köyü. Oturan, uçan bir çok leylek, nasıl hoşumuza gitti.
Şehirde 1001 İstanbul’un Boğaz turuna katıldık. Gece turuydu bu kez.
Saklıköy’de misafir ağırladık, çalıştık, köpekler büyüdü, kedileri besledik, okuduk, dinlendik.Ben Kaptan Kirk, Spock ve Uhura’yı Kokeshi usulü boyadm kabaktan 🙂
Yazın pek çok kitap okudum. Bugünlük yalnızca birisinden söz edeceğim. Hughette Eyüboğlu’nun Kanadalı bir Gelinin Türkiye Anıları. İş Bankası Yayınlarından basılmış. Hughette Bedri Rahmi ve Eren Eyüpoğlu’nun gelini. Mehmet’in karısı Rahmi’nin annesi. Kanadalı Bir doktor. Çok genç yaşta evlenip bir süre Amerika’da kaldıktan sonra Türkiye’ye gelmiş. Gelin geldiği ailesi, Türkiye’deki yaşamı, yabancı bir kadın olarak ülkemizi ve bizi görüşü anılarında işlenmiş. Ben Bedri Rahmi’yi çok severim. Çok yönlü bir sanatçıdır. Şiirleri de çok hoşuma gider. Hughette Hanımı da sevdim. Doğal, içten bir tarzı var.
Son olarak bir de dizi tavsiye edeyim. Henüz devam ediyor , 24 bölümlük bir Kore Dönem Dizisi. Netflix’te mevcut. Mr Sunshine. Kore senaristlerinin en başarılılarından Kim Eun Sook’un elinden çıkma. Başrollerini Kim Tae Ri, Amerika’da da tanınan Lee Byung Hun, Yoo Yeon Seok , Byun Yo Han ve Kim Min Jung paylaşıyorlar. tanıtıma da şuradan erişebilirsiniz.
,