by

Kısa Kısa

Bu aralar yine okumaya, boyamaya daldım. Deli Ajumma blogu ile ilgilenip bununla pek ilgilenmemek üzüyor beni. O yüzden kısa kısa yazayım diyorum.

Uzun süredir Saklıköy’deyiz. Uzun dediysem ilk defa bu kadar uzun süre kalıyoruz. Eğer doğal gaz işi hallolursa, belki kışın da burada kalabiliriz. Bunu en çok kediler için istiyorum.

İlk eve kapanma dönemi panikleri geçtiyse de ben yine dışarıda maske artı yüz siperi ve bazen eldiven ile dolaşıyorum. Tabii yanımızda her zaman antiseptik, dezenfektan kolonya vs oluyor. Hala en yakın aile üyeleriyle bile öpüşmüyoruz.

Bu pandeminin bende bıraktığı en büyük hasar mide problemi oldu. Zaten her stress anında mideme ve bağırsaklarıma vurur. Ayrıca gluten ve laktoz duyarlılığı, insülin direnci ve pek çok şeye alerjim olduğundan bir ara çok rahatsız dönemler geçirdim. Sonra sıkı bir diyetle denge kurmayı başardım. Hala da tam değil. Yediğim içtiğim şeylerin herkesten farklı olması sıkıntı verici. Bu arada beş kilo da verdim. Her gün de yürüyorum. Beş kilo daha verirsem daha rahat olacağımı düşünüyorum. Öte yandan yediklerimin çok sınırlı olması da hoşuma gitmiyor, ama sağlığım için böyle olmak zorunda.

Neyse tatsız haberlerden sonra benim için güzel sayılabilecek haberler de vereyim. Burada iki erkek kedi haricinde beş altı dişi kedi var benim gördüğüm. Hepsi de ya hamile ya yavruları var. Yavruları biri haricinde görmüş değiliz, ama anneler düzenli gelip besleniyorlar. Yavrulardan biri de bizim olmuş gibi. Doğada yaşasın ve eve ve bana bağımlı olmasın istiyorum, ama dün içeri girmek için camdan kapıdan saldırıya geçti. Pek de sevimli bir şey. Dişi sanıp Honey , Balkız adını vermiştik ama sanırım erkek. O yüzden hala başka isimler araştırıp duruyoruz. Galiba ismi Misket olacak. Zıp zıp bir şey çünkü. Önceleri annesi Nari ile birlikteydi hep, ama anne hamile kalınca, büyüdüğü için onu uzaklaştırdı. Ama öncesinde her şeyi de öğretti gözümüzün önünde.

Bu yıl yasaklardan dolayı Saklıköy’e geç geldiğimiz için tohum ve fidelerimizi de geç diktik. Balkabaklarımız hani o küçük sarı olanlar, hala sararmadı. Domatesler kızarmadı, ama patlıcan, biber ve Londra’dan aldığım tohumlardan diktiğim salatalar oldu, her sabah yedik. Meyveler de öyle, şu sıralar nektarinler oluyor örneğin.

Bu üstteki rhubarb bitkisini de İngiltere’den aldığım tohumlardan elde ettim. Bir dolu tohumdan iki tanesi tuttu. Şimdi başka yere dikeceğim, seneye büyüyecek, inşallah yani. Jamie’nin verdiği tariflerden birini yapacağım büyürse.

Boyalarımı getirdim tabii. Burak ve Derya için bir rüzgar çanı yaptım, saksıları boyadım ve kabaklardan yeni figürler yaptım.

Murakami’nin Kumandan’ı Öldürmek kitabını bitirdim. Yine fantastik, çok hoşuma gitti. Kitaptan bazı cümleleri alıntılayacak olursam :

  • Hepimiz hiç kimseye açamayacağımız sırlarla yaşıyoruz.
  • Olmuş bir kişi bile yoktur şu hayatta, yapım aşamasındadır herkes aslında.
  • Gerçek bazen daha büyük bir yalnızlık getirir.
  • İnsanın mümkün olduğunca bilmezden gelmesinin daha iyi olacağı şeyler vardır.

Murakami evrenine bayılıyorum. Kitaplarını okurken başka işler yaptığım anlarda bir an önce kitabıma dönsem ve o dünyanın içine girsem diye düşünüyorum. Murakami ile yazdığım bir yazıyı şuradan okuyabilirsiniz.

Şu anda Yuval Noah Hariri’nin Homo Deus’unu okuyorum. Tabii bir iki tane daha kitabım var devam ettiğim. Ama ağırlıklı olarak bu. Günde yarım saat ile kırk dakika arası da yürüyorum. O ara okuduğum da oluyor.

İzlediğim Kore dizilerini yazdığım malum. Ama arada başka diziler de izliyorum. En son iki sezon Umbrella Academy izledim örneğin. Sonra Hintlilerin görücü usulü evliliklerini konu alan Indian Matchmaking serisini izledim. Bir de yine düğünleri konu alan Say I Do’yu. Hali hazırda Stranger 2. sezon. Flower of Evil ve Once Again adlı aile dizisini izliyorum. Bu hafta iki yeni diziye daha başlayacağım. Evden 1976 – 1977 ve 1978 yıllarını içeren günlüklerimi getirmiştim. Bir şey fark ettim. TRT’nin üç yıllık dizi ve film programını onlardan izleyebilirsiniz. Her gün izlediğim dizi ve filmleri, hatta çoğunun da konularını yazmışım. 1978’de üniversiteye başlıyorum. Daha sonraki dört yılın günlüklerinde de okuduğum kitaplarla ilgili ayrıntılı bilgi var. Hiç de sıkılmamışım. Bazen seminerleri, bazen okulda ya da okul dışında izlediğim filmleri anlatmışım. Çok da planlı, programlı gitmişim doğrusu. Allahtan kütüphane var. Yine de kitapların pahalılığından söz ediyorum. Haa bir de lise birinci sınıfta yazdığım bir günlükte beni çok şaşırtan bir şey okudum. Kozalaklar bulup boyayıp, verniklemişim. Bu merakın 14 yaşımdan beri olduğunu bilmiyordum. Demek ki hep içimde varmış.

Neyse sözde az yazacaktım, yine çenem düştü. Yarın devam ederiz.

1 Comment


  1. // Reply

    Severek oldum çok naif bi yazı olmuş🙂

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *