Komşu denilince anımsadığım ilk şey bu başlığın içinde geçtiği tekerleme. Çocukken çok söylediğimizden herhalde. Anımsadınız mı ? Şöyledir : “Komşu komşu huu, Oğlun geldi mi ? Geldi geldi, ne getirdi ? İnci boncuk ( Biz buna nedense incik boncuk derdik ) Kime Kime ? Sana bana, Daha kime ? Kara kediye ( benim kara kedim olduğundan çok hoşuma giderdi , hoş şimdi de pek çok kara kedim var ) Kara kedi nerede? Ağaca çıktı, ağaç nerede ? Balta kesti ? Balta nerede? Suya düştü, Su nerede ? İnek içti, İnek nerede? Dağa kaçtı, Dağ nerede? Yandı bitti kül oldu. Tabii yanan dağ değil de dağdaki ağaçlardı garanti. Ben küçükken Seferihisar’da penceremden görünen dağlarda sık sık yangın çıkardı yazları. Ben korku içinde “Anne yangın buraya da gelir mi ?” diye sorardım. Annem de “Gelmez!” diye yatıştırmaya çalışırdı. Ben yine de pencere önünde oturur, yangın söndürülene kadar beklerdim.
Komşu bizim çocukluğumuzda gidip “ Annemin selamı var, eğer varsa annem bir yumurta istedi, ya da bir limon istedi.”diye evde bitmiş olan ve bakkala gidilmeden acil gereken şeyleri istediğimiz kişilerdi. Bazen de “ Eğer bir maniniz yoksa öğleden sonra annemler size gelecek.” dedirtilirdi. Annelerimizde yakındaki komşulara sabah kahvesine, öğleden sonra çayına filan giderdik. İlk anımsadığım komşu Leman Teyze’ydi. Berber İhsan Amcanın hanımı. Anneme “ Senin kız okula nasıl gidiyor, gördün mü ?” diye soran teyze. ( Bizim kız beş yaşına kadar kimse bir şey yapmasın diye eve kapatıldıktan sonra okula başlayınca, özgürlüğüne kavuşmuş, çamur birikintilerine basa basa okula gider olmuştu. ) Bir de Leman Teyze’nin kedisinin yılda iki kez yavruladığını , yazın doğurduklarını besleyip, kışın doğurduklarını yediğini anımsıyorum. Bir nevi doğum kontrolu.
Komşularımızdan bir başkası da çok dedikoducuydu. Evde herhalde sözü geçmiş ve babam da “Dedikoducu kadın” demiş kendisine. ( Ben yine 5-6 yaşındayım. ) Bahçe duvarından sarkıp “ Dedikoducu kadın, dedikoducu kadın” diye bağırıyorum. Annem çok mahçup oluyor tabii. “ Ben babasına söylerim kulağını çeker.” diyor. Babama olanları anlatınca babam “E doğru söylemiş, kadın dedikoducunun teki.” deyip gülüyor. Annem komşumuzu tekrar gördüğünde “Ben babasına söyledim, azarladı kendisini.” deme gafletinde bulunuyor. Ben hemen “Yoo hiç de azarlamadı, dedikoducunun teki zaten” dedi diye yumurtluyorum. Annem yer yarılsa da içine girsem durumlarında.
Sonra Uşak’a taşınıyoruz. beş katlı bir apartman, Dülgeroğlu Apartmanı. Ev sahibimizin battaniye, halı fabrikası var. En alt katta bir öğretmen Ayla Hanım oturuyor, İkinci kat ev sahibimizin oğlu için düzenlenmiş. Üçüncü katta ev sahipleri, onların üstlerinde biz ve en üst kattada Mübeccel Teyzeler, çocuksuz çok sevimli bir karı koca. Hepsi komşularımız. Apartmandaki kızlarla birlikte apartman merdivenlerini yıkıyoruz, Gülperi abla, ben, bazen erkekler de yardım ediyorlar. En üst katta kocaman bir teras var, orada tarhana kurutuluyor, salça yapılıyor. Yetmişli yılların başı ve biz henüz televizyon almamışız, telesafirlik günleri. Ev sahiplerinde ve Mübeccel Teyzelerde televizyon izliyoruz akşamları. Sadece biz de yokuz, etrafta televizyonu olmayan başka komşular da var. Çay yapılıyor, kek, poğaça ikram ediliyor, mutlaka kuruyemiş oluyor. Ben Uzay Yolu’nu kaçırmıyorum. Onu daha çok ev sahiplerinde izliyorum, akşamları da Mübeccel Teyze’lere çıkıyoruz kız kardeşimle. Çocukları olmadığından çok memnun oluyorlar, hep güleryüzlüler. Telesafirlik o kadar doğal ki, hiç kimsenin her akşam her akşam hizmet mi edeceğim, ne diye geliyorlar diye düşündüğü yok. Tam tersine o akşam gitmediysek kapıyı çalıp “ Çay yaptık, hadi gelin.” diyorlar. Zaten o devirler çat kapı misafirliğe gitme devirleri. Kapatılmış soğuk misafir odalar her daim misafirler için hazır. Annem misafir gelirse diye her zaman kek, poğaça, kurabiye bulundurur. Herkes de öyle. Eğer kapı önleri uygunsa akşamüstleri çay demlenir, kapı önünde çekirdek çitlenir.
Sonraları tam da Kıbrıs Barış Harekatı sırasında televizyon alıyoruz. Ben Uzay Yolu izleyeceğim için heyecanlıyım, ama Tv programı değiştiriliyor. Hasan Mutlucan çıkıp kahramanlık türküleri söylüyor. Genç Osman dediğin bir küçük uşaaak ya da yine de şahlanıyoooor aman filan. O dönemin dizileri için yazdığım yazı işte şurada.
Uşak’tan Adapazarı’na tayin olduğumuzda ben Boğaziçi Üniversitesi’nde yurtta kalıyorum çoktan. Hafta sonları trenle geliyorum. Bazen anneannemle birlikte geliyoruz. Annemler orada kaldıkları süre içinde önce Çark Caddesi arkasında Kırklar Apartmanı’nda kalıyorlar, sonradan lojmana geçiyorlar. O dönemden anımsadığım bir komşunun pekmezli aşure getirdiği ki ilk kez içine pekmez konan aşure yemiştim, çok ağır gelmişti, diğeri de bir bayramda evde yapılmış baklava ardından sodalı ayran ikramı, ardından yine başka tatlılar sunulması şişmiştim resmen. Adapazarı okuduğum bir şehir olmadığından meslektaş çocuklarından bir kaçını tanıdığım, yazının sıcağını anımsadığım bir şehir. Annem bazen hani lojmanda şurada otururlardı, kızı şuydu oğlu buydu diye anlatıyor, çok da ilgiilenmemiş olduğumu anlıyorum.
Anneannemde kalıp bankada çalıştığım dönemde dayımın halası ve hala kızı komşumuz, onlarla gidip geliyoruz. Sabah kahvesine, beş çayına, ama İstanbul’da komşuluklar azalmış. Zaten çalışanlar komşu ziyaretine zaman bulamıyorlar, çok katlı apartmanlarda kimse kimseyi tanımıyor. Öyleki evlendiğimizde ilk taşındığımız evde sular akmıyor, öyle erken çıkıp öyle geç geliyoruz ki sular herkeste kesik sanıyoruz. Tesadüfen bir hafta sonu komşulardan biri “Aaa bizde sular akıyor.” diyor da borularda bir sorun olduğunu anlıyoruz.
Sonra bankadan arkadaşımız Bülent’i ziyaret edip apartmana bayıldığımızda yeniden taşınıyoruz. Dilkum 2. Bir yazımda bu taşınmaları da anlatmıştım. Bülent ve Gül çok uzun süre komşumuz olamadılar maalesef, taşındılar. Ama evlendikten sonraki ilk komşu diyebileceğimiz komşularımız da bizimle aynı katta yaşayan Levent ve Şule oldu. Levent ile tanışma hikayesi de öyle ilginç ki hala anımsar güleriz. Biz yine çok yoğun çalışıyoruz, o yüzden kimseyi tanıyamamışız. Ama yanımızdaki katta yaşlıca bir aile var, evin sakallı babası ile asansör önünce karşılaşıyoruz, “ Günaydın diyorum” his ses çıkarmıyor. Ne zaman ki hamile kaldım, adam bana selam vermeye başladı 😳 Neyse Bir gün kapımız çalındı, Levent “Tentürtiyot var mı ?” diye sordu. “ Elimi balık ısırdı da” Gayriihtiyari nasıl ya ?? dediğimizi anımsıyorum. Kadıköy’den canlı balık almış, balık can havliyle torbadan zıplayıp elini ısırmış. Sonra birbirimize gidip gelmeye başladık. Ama Şule de İş Bankası’nda çalışıyor, anca fırsat bulabildiğimşzde işte. İki üç apartman arayla Hüsam’ın kuzenleri Ahmet ve Emel oturuyorlardı. Onlarla da sık görüşürdük. Emel de bankacı olduğundan feci yorgun olduğumuz bir Cuma akşamı bize geldiklerini, bir süre sonra hepimizin oturduğumuz yerde uyuyakaldığımızı hatırlıyorum. Sonra Emel “Hadi Ahmet kalk, gidip evde uyuyalım.” dediydi de kalkıp gittilerdi.
O evde on on beş daire Adalet Bakanlığının lojmanı olmasına rağmen bir katta bir mamanın ikamet ettiğini kapıcıyı gözaltına aldıkları zaman öğrenmiştik. Kızları orada çalıştırmasa da evlere gönderiyormuş. Dilkum sitesinden ayrılmadan önce de penceremden görünen kavak ağacını kestikleri, Burak kızıp itiraz ettiğinde de küçücük çocukla kavga ettiklerini hatırlıyorum. Özür dilediği halde, hala üstüne gittiklerinde de ben kavga etmiştim, hadi ayrıntılarını anlatmayayım şimdi. Komşu böyle bir şeydir maalesef, her zaman iyi geçinmezsiniz. Bazen evcil hayvan besledikleri için, bazen çocukları gürültü ettiğinden dolayı, bazen sınırdaki çiti yükselttiler, duvar ördüler diye, bazen ağaçları çok yüksek olup güneşinizi kestiler diye, bazen gelip giden misafirlerinden dolayı, kapı önüne bıraktıkları ayakkabılardan, işte bin türlü şeyden gıcık kaparsınız. Birbirini öldüren komşular olur, yani her zaman komşu komşunun külüne muhtaç değildir. Bazen de olmaz olsun böyle komşudur.
Sonraki evlerimizde hiç komşumuz olmadı. ev, Burak okul, Boğaziçi, tez mez derken uyuyacak zaman kalmıyordu, nerede kalmış komşuya gitmek. Kapı önünde apartman bahçesinde selamlaşıyorduk tabii. Sondan bir önceki evimizde komşuları sarı kedisi olan, bisikletçi çocuk, park yerimin yanındaki komşu filan olarak tanıyordum.
Şimdiki sitemizde de yaz kış kalan komşumuz az. Yazları daha kalabalık oluyor site. Yeni sistem whatsapp grupları filan var. Birbiriyle daha samimi olanlar olduğu gibi, bahçe sınırı, kedi, tavuk, ağaç yüzünden kavgalı olanlar var. Hadi itiraf edeyim ben de bundan önceki yan komşuma bahçe duvarını yükseltip, rüzgarımı, güneşimi, manzaramı yok etti diye kızmıştım. Ne dediysem anlamamıştı. Adam iflas edip gitti. “Beddua mı ettin ne yaptın? “dediler. “Allah’ından bulsun dedim.”diye yanıtladım. Ama bu sitede de çok iyi komşularımız var, bir derdimiz sıkıntımız olduğunda koşup geliyorlar, bazı tartışmalar da tabii ki olacak, insan ilişkisi denildiğinde bu kaçınılmaz. Apartman, site toplantılarında kavga çıkmaması nadirdir. Sağduyulu komşular hemen durumu toparlamaya çalışırlar, ama bazen de başaramazlar.
Yazıyı sonlandırırken bir kaç atasözünü de unutmayalım :
Komşu komşunun külüne muhtaçtır.
Komşu köpeği komşuya ürümez.
Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür. ( Hüsam da hep komşunun şu çiçeği, şu ağacı ne güzel bizimki niye böyle büyümüyor der durur. Halbuki bazı bitkiler de bizim bahçede güzel büyüyor. )
Komşu kızı almak kalaylı kaptan su içmek gibidir.
Komşuda pişer , bize de düşer.
Komşu ekmeği komşuya borçtur.
Komşu boncuğunu çalan gece takınır.
Komşu hakkı Allah hakkıdır.
Komşunu iki inekli iste ki, kendin bir inekli olasın. ( Bu sözü de ilk kez duydum. Kendi durumunun iyi olmasını istiyorsan başkalarının da iyiliğini iste demekmiş. )
Ev alma komşu al.
Kötü komşu insanı ev sahibi eder.
Gülme komşuna gelir başına.
Kapını kilitli tut, komşunu hırsız tutma.
Aç kurt bile komşusunu dalamaz.
Hayır söyle komşuna, hayır çıksın karşına.
Komşunun sakalını yoldularsa sen de sakalını kazıt.
Not 1 : Şiirlerde komşuyu düşününce de ilk aklıma gelen dizi “ Ne güzel komşumuzdun sen Fahriye Abla” tabii ki. Ahmet Muhip Dranas’ın.
Not 2 : Komşuluk ve mahalle yaşantısıyla ilgili enfes bir dizi izlemek isteyenlere Reply 1988 dizisini öneririm.