by

Kafayı Hafifletmek

Epeydir yazayım diyorum olmadı. Haziran başında Bosna Hersek’e gittik, bari gezi yazısı yazayım dedim, o da gelmedi içimden. Epey uzun bir süredir kafamı hafifletmeye çalışıyorum. O niye diyeceksiniz, çok doldum çünkü.

Buradaki yazılarımdan da anlayacağınız gibi zaten her şeyi bir arada yapmaya çalışan, hiperaktif, aceleci, farklı alanlarda fazlaca ilgi alanına sahip biriyim. Yaptıklarım hoşuma gitse de – ki emeklilikten sonra zaten hoşuma giden uğraşlarla ilgilenme lüksüne sahip oldum – bazen çok yorucu olabiliyor. Fiziksel değil de, zihinsel olarak. Hele bir de benim gibi overthinking / gereksiz fazlaca düşünen bir tipseniz çatlayacak gibi hissedebiliyorsunuz bir noktada.

Uyuduğumda bile dinlenemeyen bir hale geldiğimde, “ Dur! “dedim, “ Ne yapıyorsun ? “ Sonrasında da “ Yaptıklarını niye yapıyorsun ? “ Hepsini yapman gerekiyor mu ? Ya da hepsini aynı anda mı yapman gerekiyor ? Bir süre fili parçalayarak yemek adına en önemlisinden başlayıp, diğerlerini görmemezlikten geldim. Normal insanların yaptığı gibi yani. Ne zor bir şeymiş! Odaklanma sorunum olmasa da bir işi tek başına yapmak ne kadar eksik ve boş geldi başta. Aklım hep yapamadıklarımda. Sanki biri beni cezalandıracak. Halbuki onlar da kendi seçimlerimle sürdürdüğüm işler.

Sonra biraz bedenimin sesini dinleyip, sağlıklı yaşam adına disipline girmeye çalıştım. Ama her şeyde olduğu gibi bunda da ifrada kaçma eğilimim var. Hep vur deyince öldürme durumları yani. 45 dakika yürüme hedefi koyduysam 40 dakika yürümüş olmak suçluluk duygusu yaratıyor bende örneğin. “Bugün de yarım saat yürüyeyim ne olacak.” diyemiyorum. Önceki gün check up yaptırdık. 2002’den beri yani şu tiroid olayından beri tuhaf bir alışkanlık geliştirdim. Tıbbi kontrollere kadar her şeyi unutma, ama kontrol zamanlarında sonuç alana kadar ölümcül hasta gibi davranma. Bir giysi alacağım örneğin sonuçlar bir çıksın da düşüncesi. Hani olur da öleceksem boşuna para harcamayayım. Oysa bu gece yatıp sabaha kalkamayabilirim. Hoş son zamanlarda aldığım genç arkadaş ölümlerinden sonra bu hep aklımda o da başka mesela. Yani kendimi huzursuz edecek ne varsa hepsini yapmaya her an hazırım.

Öte yandan Türkiye’de yaşayınca insanın sinirini bozacak olaylar bitmiyor ki. Dünyanın ahvali zaten malum. Bosna Hersek’e gitmek istemiyordum uzun süredir. Geçip gitmiş olsa da çekilen acıların enerjisini algılıyor insan. Oraya gidince yine öyle oldu. Soykırım Müzesinde “İşte bunun için gelmek istemiyordum.” diye düşündüm. Kendi özelimde sitedeki kedilerden şikayet eden komşu sorunsalı ile uğraşırken ( kedilerin yarısından çoğu zaten benim bahçemde, geri kalanları evlere bölsek bir kedi düşmüyor, yine de verandamdan içeri bakan kedi var, bunlar çok meraklı diyen komşuyla karşılaştım. ) ülke genelinde köpek sorunu yüzünden içim buruluyor. Yolda gördüğüm sokak köpeklerini ağlamaklı gözlerle izleyip, dertlenmekten helak oldum. Niye koskoca ülkeye birlikte sığamıyoruz?

Günler çok çabuk geçiyor, erken kalkıp, geç yatmama rağmen. Bir bakıyorum hava kararmak üzere, yine ona buna şuna zaman yetmedi diye düşünüyorum.

Bu yıl Görsel İletişim Tasarımı üçüncü sınıf öğrencisi oldum. Bahçeme yeni bitkiler diktim. Önümüzdeki dönem Ciltçilik, o olmazsa Minyatür ile ilgilenmeyi planlıyorum. Aynı anda üç dört iş birden yapmamaya çalışıyorum, bir de kafamı çok fazla doldurmamaya dikkat ediyorum. Biraz boşalınca daha verimli oluyorum çünkü. Şimdi biraz fotoğraf ekleyeyim Bosna gezisinden.

Trenle Mostar’a giderken

Belki bir ara gezi yazısını da yazarım. Bir iki fotoğraf da ülkeden koyayım.

2 Comments


  1. // Reply

    Harikasınız Nilgün hocam. Ben de sizin gibi hissediyorum. Bu yazınızı yazdığınız yeri yeni keşfetmiş bulunmaktayım. Hareket iyidir ama biraz ağırdan almak gerekiyor sanırım. Güzel işler yapıyorsunuz. Tebrikler hocam.👏💙🌺


    1. // Reply

      Çok teşekkürler, Berra hocam, sevgiler.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *