
“Bu konu da nereden çıktı?” demeyin. Söz konusu ben olduğumda çıkar. Bir kere zihnim çıfıt çarşısı gibi, çağrışım yoluyla nerelerden nerelere gidiyorum bir bilseniz, şaşırırsınız, çoğu kez ben bile takip edemiyorum.
Bu konunun çağrışımını az biraz biliyorum ama. Yaptığım bir kurabiye tarifini düşünürken, çocukluğumun kurabiyeleri geldi aklıma. Çok sevdiğim ama annemden tekrar yapmasını istediğimde aynı tadı bulamadığım kirpi kurabiyesi. Büyük olasılıkla annem tarifi yanlış anımsıyor, ya da çocukluğun mutluluğu bir daha aynı biçimde geri gelmiyor da olabilir. Ailecek gittiğimiz minik pastahanede yapılıp, ağızda dağılan un kurabiyelerinin tadı gibi.
İşte o kurabiyelerden sonra aklıma ayın yedisinin annemin günü olduğu geldi. Bu söylediğim tarih elli altmış yıl öncesinin tarihi, ama öyle kazınmış ki aklıma hala anımsıyorum. Seferihisar’da olduğumuz döneme denk geliyor ki, üç yaşından Orta ikiye geçtiğim on yaşına kadar babamın görevi nedeniyle oradaydık. Uşak’ta olduğumuz dönem de ayın 22’siydi sanırım. Kabul günü deyip de geçmeyin. TV’nin olmadığı, sonraları olup da siyah beyaz tek kanallı olduğu günler. İnternet filan zaten hak getire. Küçük bir kasabada insanların sosyalleşmekten başka zaman geçirecek eğlencelerinin olmadığı dönemler. Hele de çalışmayıp ev ve çocuklarla ilgilenen annelerimizin, ev işi, okuma, nakış dikiş dışında oyalandığı önemli etkinliklerden biri.
Bir kere oradayken evde fırınımız da yoktu başlarda. Annem ikram edilecek pasta, çörek böreği yapar tepsilerle fırına yollardı. Önce götürür, pişince de almaya giderdim. Sonraları ocak üstünde pişen kek tenceremiz olduğunu anımsıyorum, en azından kekleri fırına götürmekten kurtulmuştum.
İkram öncesi tüm ev temizlenir, özellikle de misafir odası. Sürekli kapalı tutulan misafir odası – ki o da ne saçma şeydir, evin en güzel odası devamlı kapalı kalır, siz oturma odasına sıkışır kalırsınız- hep soğuktur, evler sobalıdır çünkü. Gelecek misafirler kalabalık olacağından öncesinde her ihtimale karşı komşulardan sandalye istenir, koltukların yanına o sandalyeler dizilir. Misafirler sabahtan tüm işlerini bitirmeye gayret ederler, öğleden sonra misafirliğe gidilecektir çünkü. Evler temizlenir, akşam gelecek koca ve çocuklar için yemekler yapılır ve hazırlanılır. Ben bu yüzden tüm ilkokul ve ortaokul öğretim hayatım boyunca seçeneğim olsa da sabahçıydım, annem okul işini öğleden sonraya bırakmak istemezdi çünkü.
Misafirliğe giderken başlarda beni de yanında götürürdü, özellikle de gideceğimiz evde ben yaşta yaşıtım arkadaş varsa. Ama ben onun tercih ettiği arkadaş çocuklarıyla arkadaşlık yapmak istemeyip, evde kalmayı daha çok sevince, “Tamam, sen evde oturup ders çalış.” diyerek beni evde bırakmaya başladı. Ben mi ? Canıma minnet. Annem evden çıktı, beş dakika sonra ben de sokağa kaçtım. Akşam üzeri sokağın köşesine diktiğim arkadaşım bir işaret çaktı, ben eve dersimin başına döndüm. Zaten dersi derste öğrenen br öğrenci olduğumdan hiç bir şey fark etmedi, annem de yıllarca “ Aferin benim çalışkan kızım!” diyerek defter ve kitaplarının başındaki kızını övdü durdu.
Kabul gününe gelen misafirler sebilhane bardağı gibi yan yana dizilmiş koltuk ve sandalyelere otururlar, sonra bitmek bilmeyen bir “ Nasılsınız Ayşe hanım? İyiyim, siz nasılsınız ? Ahmet bey de iyiler mi, çocuklar nasıl ? Allah iyilik, sağlık versin. Siz nasılsınız Türkan hanım ? İlhami bey nasıllar ? İşte böyle böyle hiç atlamadan teker teker hatır sorulur, karşılığında aynı sorulara yanıtlar verilir, kimse atlanmazdı. Evin kızı eğer kızı, yoksa gelen komşulardan birinin kızı misafirlere önce kolonya, sonra da şeker ya da çikolata ikram ederdi. Daha sonraları aynı kolonya ve şeker gibi sigara ikram edildiğini hatırlıyorum. Çoğu dudak tiryakisi olan hanımlar sırf hava atmak için sigara içer, dumanaltı odalarda sohbet edilirdi. Kaçak yabancı sigara ikram edebilmek prestij meselesiydi. Sehpa üstlerinde kesme şekerlikler, sigaraların konulduğu kuşlu tablalar bulunurdu. Farklı şekilli çakmaklardan sigaralar yakılırdı. Ejderha, araba biçimli çakmaklar olduğunu anımsıyorum. Yurtdışından gelen tanıdıklar karton karton sigara getirirdi. Sigaranın zararlarının çok bilinmediği yıllar. Ancak gerçek tiryakiler kendi sigaralarını taşır, “O beni öksürtüyor canım!” diyerek, kendi sigaralarından içerlerdi. Özellikle Marlboro ikram etmek büyük misafirperverlik göstergesiydi. Çok sonraları hanımlar Salem ve onun Türk versiyonu Meltem sigarasını tercih etmeye başladılar. Hatta 70’ler öncesi babaannemin Gelincik sigara paketlerinin içine hamam böceği yakalayıp koyma hikayem vardır ki o başka bir yazı konusu.
İkram, sohbet, dedikodu o zamanlar yaygın olmayan terapinin yerine de geçiyordu. Şimdilerin sosyal medyası yerine yüz yüze görüşme yaygındı. Mimikler görülebiliyor, whatsapp gruplarındaki tartışmalar başlamadan önlenebiliyordu.
Çocuklar genellikle oturma odası ya da iklim uygunsa bahçede ağırlanır, evin çocukları misafir çocukların rahatından sorumlu olurdu. Onlara gündelik bardak ve tabaklarla servis yapılır, çayları ılıtılarak paşa çayı haline getirilir, anneler ara sıra odalarına gelerek çocuklarını kontrol edip beşyüzmilyonbininci tembihlerini yaparlardı. Çocukların ikram edilenden fazlasını almamaları için, “O içmez teyzesi, o yemez teyzesi, kahve içme kararırsın, kırıntıları dökme günah !” gibi sözler havalarda uçuşurdu. Yaş ilerleyince kızlar getir götür, bardak tabak yıka işlerini de yaparlardı. Evin kızı olarak Uşak’ta annemin gününde 30-40 kişiye üçerden bardak bardak çay getirdiğimi anımsıyorum. Bazen yakın arkadaşlarımızın annelerinin günlerine yardım etmeye de gider, kızlarla mutfakta sohbet ederdik. Bulaşık makinesi icat edildiyse de bizim evlerimize girmesine daha çok vardı. Davul fırınlar revaçtaydı. Uşak’ta annemin bir günü çok net aklımda kalmış. Seksen öncesi, okullarda her gün boykotların yapıldığı dönemler, ben lise ikinci sınıftayım ve mülki amir olarak valinin uygulamalarından hepimiz şikayetçiyiz, adam bizim gözümüzde “Faşist vali !” Kızıyla aynı okuldayız, kendisinden de hiç hoşlanmıyorum. O gün de kızı değil ama karısı bizde misafir. Ben mutfakta bulaşık yıkarken “Katil vali, faşist vali” sloganları atıyorum, annem kadın duymasın diye kapıyı çekmiş beni susturmaya çalışıyor. Aradan elli sene geçmiş, ben hala valilerin uygulamalarından şikayetçi, avaz avaz slogan atacak haldeyim, hiç mi değişmedik ?

Misafirliklerin olmazsa olmazı baba eve gelmeden misafirin kalkıp gitmesi. Altı yedi yaşındayken hiç hoşlanmadığım komşuya “ Babam gelecek artık, siz evinize gitsenize!” demişliğim de var. Misafirler gittikten sonra her şey yerine kaldırılır, misafir odası temizlenir ve kapısı kimse girmesin diye kapatılırdı.
Kabul günü olmayan günlerde çaya kahveye gidilecek ise evin çocuğu komşuya yollanır “Bir maniniz yoksa annemler size gelecek.” denirdi. Ayfer Tunç’un yetmişli yılları anlattığı bu isimli bir kitabı da var. Ozamanlar aniden gelebilecek misafirlere ikram etmek üzere evin hanımının evde kurabiye kek bulundurması da adettendi. Yoksa da hemen bir kek karılırdı. Uzun yıllar dışardan alınmış pasta börek ile misafir ağırlayanlar eleştirilir, ayıplanırdı. Çoğu kez ev hanımının çalışıyor olması hoş görülmesine neden olursa da , çalışıyor olup çoluk çocuğu büyüklerin eline ya da kreşe bırakmak da eleştiri konusuydu.
Hanımların ya da komşuların toplanıp gittiği piknikler, ya da benim çocukluğumun özelinde anmımsadığım “ Hanımlar Matinesi” eğlenceleri haricinde, özellikle Uşak’ta bulunduğumuz Ortaokul ve lise yıllarımda yaşadığım telesafirliklerden de söz etmeye değer.


Evinde televizyon olmayan komşularını, komşu çocuklarını evlerinde ağırlayan, gelecekler diye kekler, pastalar, çörekler hazırlayan , TV karşısında hep birlikte çekirdek, çiğdem çıtlatan bir neslin çocuklarıydık biz. O günlerden misafir gelince ışığı söndürüp evde yokmuş numarası yapan nesle nasıl evrildik bilemiyorum. Bayram ziyaretleri, akraba ziyaretleri, oyun günleri, altın günleri filan da çoğu insanın evinden silindi gitti. Bir kere enflasyon zıplayınca misafir ağırlamanın bedeli de çok yükseldi. Kadınlar çalışma hayatına girdi, herkes yorgun argın, gruplardan önemli günleri kutlamak hepimizin işine geliyor. Çoğumuz artık komşularımızı da tanımıyoruz. Annem geçen yeni taşınan komşusuna hoşgeldin ziyareti yapmak istemiş, hatun “Evin kirliliği ve dağınıklığı sizi rahatsız etmezse buyurun.” demiş. Evlerini kloraklarla kırklayan nesillerden nerelere değil mi ? Ben yine de canımı sıkmayıp , sık sık eski günlerin o naif yaşantısını anımsayarak mutlu oluyorum. Bence siz de öyle yapın.
