Aslında doğum tarihini planlamıştık. İkizler burcunu tutturamayacağımızı farkedince bari babası gibi Aslan Burcu olsun dediydik. Doktoru “Aman ne güzel, ben Temmuz’da izne çıkıyorum, Ağustos’ta döndüğümde bebeğimizi doğurturum inşallah” demişti. Ama Ağustosun 22’si gibi beklediğimiz oğlumuz, bankada doğum öncesi iznini kullanmayı dört gözle bekleyen annesine aldırış etmeyip bir ay önce doğuverdi. 44 cm ve 2 kg olarak hem de.
İşte o parmak çocuk bugün 25 yaşını doldurdu. 44 santimlik velet artık tepemden bakıyor. Ufacık doğmasından dolayı çok zor büyüdü. Hep ateşi çıkardı. Babası ve ben nöbetleşe baş ucunda beklerdik. İlaç içmez, anında kusar çıkartırdı ne yapacağımızı şaşırırdık. Bir gün havale geçirdi, bir başka gün okuldan küçük bir kaza geçirdi dikiş atılması gerekiyor diye aradılar. Tahtaya kalkarken bir arkadaşı çelme takmış, nasıl koştuğumu bilmiyorum. Daha büyükken bisiklete binmeye çıktı, iki dişi ve bileği kırık bir biçimde geri döndü. Beta mikrobunun 65 suşu varsa 63’ünü geçirmiştir. Aslında bunlar çoğu çocuk büyüten annenin başına gelen şeyler. Ben biraz, hadi biraz demeyeyim epeyce evhamlı olduğum için yuvaya başlayana kadar onu kimseye emanet edemedim. Aslında küçük doğduğu için zaten benden başkası bakamazdı. . O dönemi part time işlerle geçirdim, full time annelik şanslı bir dönem, eğer mümkünse, aklınız çocuğunuzda kalmıyor.
Ben çok kaydedici bir tip olduğum ve zaten günlük de yazdığım için çok ayrıntı biriktirmişim. Örneğin 25 Kasım 1990’da ilk defa pekmezli yoğurt yemiş ve çok hoşuna gitmiş. 30 Kasım’da ilk şehirlerarası yolculuğunu yapıp trenle Ankara’ya gitmiş.
15 Aralık’ta ilk defa muz yemiş. 28 Aralık’ta ilk defa peynir tatmış. Aynı güne 11.30-12’den önce uyumadığını ve avaz avaz çığlık çığlığa anlamsız konuşmalar yaptığını da yazmışım. Şimdi de hala geç uyur.
İlk süt dişi üst sağ taraftan 30 Mayıs 1991’de çıkmış.İlk kestiğim saçını günlüğüme yapıştırmışım.
21Eylül 1993’te babasına ” Bana çocuk gibi davranma!” demiş. Zaten kendisine çocuk gibi davranılmasına hiç izin vermedi. Aklına yatmayan bir şeyi asla yapmadı, kafasına uyarsa da yapmaktan kaçınmadı. 23 Kasım 1993’te Kitap Fuarına gitmişiz. Babası ona Nuh’un Gemisi maketi almış. Sonra da Nuh Tufanını anlatmış. O ise gülerek ” Sen de ne komik şeyler anlatıyorsun, hiç olur mu ? ” demiş.
İnsan çocuğu büyürken, nesi bana benziyor diye incelemeye başlıyor. Bazı huyları bana bazıları babasına benziyor doğal olarak. Ama teyzesine benzettiğimiz huyları da var. Benim gibi okumayı seviyor. Biriktirdiğim onca kitabın boşa gitmeyeceğini düşünmek de beni sevindiriyor. Gerçi farklı ilgi alanları da olduğundan, o da ayrıca kitap biriktirmeye başladı. Babası bazen şaka yollu “Oğlum annenin bir dolu kitabı var , satın alacağına onları okusana.” diyor. Kendine güvenini ve sosyal yanını babasından almış. Cebinde beş para olmadan metroya binip babasından para alıp dönüşte ödediği bir günü anımsıyorum. Üniversite bursunu da kendi görüşüp halletmişti. Her hangi bir sorun olduğunda kişilerle konuşup, yardım da ister, çözmek için de çalışır. Benim gibi değil bu konuda, buna memnunum. Ben her işe olumsuz yaklaşırım, birisiyle görüşmem gerekirse gözümde büyür. Sonunda görüşürüm, ama ayaklarım geri geri gider. Küçükken boncuklardan bilezik yapıp satıyordu. Hatta anneannesinin yaptığı keki balkondan doktor komşuya satmaya çalıştığını anımsıyorum. Yaptığı bileziklerin yanına evdeki eşantiyon sabunları koyuyor, yaşı ilerlemiş hanımlara ” Ama siz yaşlı değilsiniz ki” diyordu. Onlar da torunlarına alıyorlardı. Bizim gibi memur zihniyetli ebeveynin aklının almayacağı durumlar. İnat etti mi de inat ederdi. İlkokul dördüncü sınıfta resim dersi dört olan tek öğrenciydi. Öğretmenin çiz dediği resmi çizmediği için. Ertesi yıl, öğretmen değişti, bir resmi Topkapı Sarayında sergilendi. Lisede bir öyküsü Bilgi Üniversitesinin düzenlediği kısa film öyküsü yazma yarışmasında ödül aldı. Feride Çiçekoğlu ” Çok iyi yazıyor, ne kadar gurur duysanız az.” demişti. Çok iyi yazdığı halde, yazmaya devam etmemesi sinirimi bozmuyor değil, ama işte çocuklarımız sonuçta ayrı bireyler ve seçimlerine saygı göstermek zorundayız. Ama bilim kurguyu benim kadar sevmesi beni çok mutlu ediyor. Üniversiteye girdiği yıl, benim de tez yazdığım yıldı. İkimiz de stres atmak için Lost izliyorduk çiğdem yiyerek. Daha önce kardan okulların tatil olduğu bir hafta Star Trek Original Seriyi seyretmiştik, eve kapanıp. Şimdilerde güzel dizileri hemen haber verir. Kore Dramalarıma gıcık oluyor biliyorum, , buna rağmen Kore blogumun IT uzmanı da kendisi. Bizim ailede yön duygusu olan tek kişidir oğlum. Babası durmaksızın çıkmaz sokaklara girer. Küçükken bir kez ” Baba sen İstanbul’un çıkmaz sokakları, ya da İstanbul’da bir yere en uzun yoldan nasıl gidilir ?” başlıklı bir kitap yazsana dediydi. Şimdilerde tatile gittiğimizde yolları ayarlayan, nereye nasıl gideceğimizi çabucak bulan yine o. Babası gibi tamirat işlerinde becerikli. Bizim Mengen geninden aldığından mı nedir, yemek yapma konusunda da iyi. Ufacıkken arkadaşlarına krep yapardı. Babası biraz önce “Hiç çalışmadan liseyi, üniversiteyi ve yüksek lisansı bitirdi, biz burada konuşurken doktorayı da bitirmiş olabilir, onu da yazsana” dedi. “Her şeyi son dakikada yaptığı doğru, ama hiç çalışmadan da olmuş değil bunca şey.” dedim. Sadece abartmayı sevmiyor. Lisede Cimri’de oynayacağım dediği ve evde bir kez bile çalıştığını görmediğimiz oyunu izlemeye gittiğimizde, Harpagon’un Burak olduğunu görmüş, çıkardığı oyunu öğretmenleri gibi biz de şaşkınlıkla izlemiştik. Doğum günü diye hep iyi yanlarını saydığıma bakmayın. Çabuk sinirlenir, inatçıdır, dağınıktır. Her konuda en iyiyi kendisinin bildiğini düşünür. Kime çekmiş bilmem 🙂 Özellikle benim gibi kontrol manyağı, OCD’li anneleri delirtecek pek çok yanı vardır. Tamam öğretmen annelerin kolay olduğunu söylemiyorum, hiçbir zaman tatmin olmayız, ama kavga gürültü de olsa yeteneğin boşa gitmesine izin verecek göz yoktur bizde. Ama ilkokulda ödevlerini yapmamak için inatla kitap ve defterlerini okulda bırakıp eve gelen bir oğlunuz varsa ve ödev yapmanın gereğinden söz ettiğinizde” Anne bu dünyada ödevden daha önemli şeyler var.” diyorsa, o çocuk gerçekten de size bir şeyler öğretmek için gelmiştir, bunu da atlamayın.
Bugün karıştırdığım günlüklerden birinde 12 Eylül 1990 tarihinde yazdığım notu gördüm. “Bugün onu öptüğümde bana gülümsedi.”demişim sevinçle. Artık sık sık gülümsüyor diye de eklemişim. İnşallah bütün hayatı boyunca gülümsediğini görürüm, Live Long and Prosper sevgili oğlum.
Permalink //
Amin, cümleten inş… Tüm doğramacı ailesi… Live long and prosper… Her zaman olduğu gibi sevgi ve huzur ortamında….
Permalink //
Teşekkürler Oğulcum, hep beraber inşallah.
Permalink //
Ne güzel anlatmışsın ve iyi ki günlük tutmuşsun. Ben evlendikten sonra günlük tutmayı bıraktım. Kızlar için tutmadığıma pişman oldum şimdi. Günlükten sır saklamak olmayacağı için yazmamıştım…
Permalink //
Bakınca unuttuğu çoğu şeyi hatırlıyor insan, ne çok ayrıntı var aslında. Bazı şeyler zaten günlüklere yansıtılamıyor, insanın hissettiklerini tam olarak anlatması imkansız gibi.