by

Merak Ettiklerim “Ve rüzgarlı havalarda yağmur iğri yağar” *

 

Her şeyi bir arada yapmak huyum nedense yazmak söz konusu olduğunda işlemiyor. Aynı anda bir kaç kitap okuyup, farklı el işleri yapabiliyorum. Bir kanepede örgüm, bir masada kabaklarım, diğerinde taşlarım olabiliyor. Her odada ayrı ayrı okuduğum kitaplar da var. Ne var ki, gün içinde bir yazı yazmışsam bir başka yazı yazasım gelmiyor. Bu aralar hiç gerek olmadığı halde Kore bloguna yazdığım, onu yazmadığımda da başka yazılarla uğraştığım için buraya yazamadım. Halbuki ne güzel bir ara her gün olmasa da, iki üç günde bir yazıyordum. Yazacak bir şeyler olmadığından değil, ama dediğim gibi benim için bu böyle.

Geçenlerde eskiden yazdığım günlüklere baktım. 2000’lerde tuhaf bir tarz tutturmuşum. Olanı biteni yazdığım gibi, bazı küçük başlıklar açmışım. Günün alıntısı, Günün Şiiri, Şaşırdıklarım, Üzüldüklerim, Sevindiklerim, Merak Ettiklerim, Yapılması Gerekenler, İyi Şeyler, Kötü şeyler, Bugün Öğrendiklerim gibi. Aslında şaşırtıcı değil. Çünkü okurken hoşuma giden yerleri yazmak gibi bir huyum var. Günün alıntıları onlardan oluşuyor. Şiiri ne çok sevdiğimi bir kaç kez söylemişimdir burada da. Hatta şu yazıyı da paylaştığımı anımsıyorum. Akşam uyumadan önce bugün ne öğrendim ben sorusunu hala aklımdan geçiriyorum. Dolayısıyla bunun için bir bölüm açmak da doğal benim için. Haa tüm bunların yanı sıra bir de Günün Anı Kırıntısı diye bir bölüm var. O bölüm de gündelik yaşamın kısa bir özeti, ya da en önemli anlarından oluşan kısım. Uzman anı biriktiriciliğiyle ilgili yazımı ve biyografi, günlükler ve ruh gözlemcileri hakkında düşündüklerimi yazdığım yazıyı da  anımsayanlarınız vardır belki. Bu biriktirmecilik huyum, bazen işe yarıyor. Her ne kadar hafızam iyidir diye övünsem de, pek çok şeyi unutuyorum. Ya da her şey bir biçimde bir yerlerde saklanıp gizleniyor, yeri ve zamanı gelince tekrar ortaya çıkmak için. O zamanları beklemeden eskiden yazdıklarımı okursam, pek çok eski anıya, ya da güzel şiirlere, bilgilere ulaşabiliyorum.

18 Haziran 2002 tarihinde seçtiğim şiir Ahmet Oktay’danmış :

Sığınak

Kaçıp sana saklanıyorum akşam oldu mu

sen dokununca mı denizleşiyor masa

senin avcıların mı çok hayvanları kovalayan

sıkıntımın ormanında

 

Üç beş günümüz var şuracığında,

nice oyuncağımızı kırdılar

Biz de güzel çocuklardık bahçelerde

sularda alabalık

Azla avunmaya alıştık

ne yapalım paramız yoksa,

şarabımız bitince yağmura çıkarız

Kim güzelleşmiyor öpüşünce

Ahmet Oktay

Şaşırdıklarım kısmına ise “Türk Milli Takımı Japonya’yı yendi.” yazmışım. Benim gibi ilgi alanı içinde futbol olmayan, ve evde iki tane futbolla yakından uzaktan ilgisi olmayan erkek olduğu için her daim şükreden biri olarak bunu yazmamı garipsedim. Demek ki o zamanlar gündemde bu varmış. Üzüldüklerim arasında yengemin ve komşulardan birinin ölümünü, kız kardeşimin iş arama sürecini yazmışım. Sevindiklerim arasında kediyi aşıya götürmeyi becerebilmem ve kız kardeşimin ev sahibinin önerilen kira artışına razı olmasını saymışım. Merak ettiklerim kısmında Dali’nin 6 Temmuz tarihli güncesinden söz etmişim. Şöyle yazmış Dali :

” Tanrı’ya şükretmek için üç kere dizlerimin üstüne çöktüm. … Tekrar diz çöküp, Gala’nın Rafael’in resimlerindekiler kadar güzel bir yaratık olması nedeniyle Tanrı’ya bir kez daha şükrediyorum. Bu güzelliğin algılanması, yemin ederim olanaksız ve onu hiç kimse benim kadar canlı bir biçimde yansıtmayı başaramadı, gergedan boynuzlarıma düşkünlüğüm sağ olsun. ” Şimdi merak ettiğim kısma geliyoruz : Bu deli herifteki Gala düşkünlüğü gerçekten inanılmaz. Gala’nın kuyruğu mu vardı acaba?”  Bu yorumu yaptığına inanamıyorum ve  kendime şaşırıyorum. Hem Eluard hem de Dali’nin  karısı olmuş, Ernst’in de sevgilisi olan  bir kadından söz ediyoruz burada. Hadi her şeyi geçelim, niye romantizmin r’si yok bende acaba ? Kuyrukmuş, peh ! Bu arada bugün öğrendiklerim kısmına “Dali Gala’nın elbiselerini de çizermiş.” diye eklemeyi unutmamışım. Dali’nin tuvalete kulağında yaseminle girdiğini, başka kokular yerine yasemin kokusunu duymak istediğini de.

gala
Gala ve Dali

 

 

galapainting
Gala Portre

image

Başka bir gün Bimen Şen’in Muhayyer Kürdi Ağır Aksak şarkısından alıntı yapmışım. ( Koparan sinemi ağyar elidir / Dost elinden yüreğim yarelidir / Yareme yara açan yar elidir / Dost elinden yüreğim yarelidir ) Asıl adının Bimen Dergazaryan Şen olduğunu belirtmeyi de unutmayarak. Şarkıyı merak edenlere :

Hemen altında ise Robert Mantran’ın İstanbul Tarihinden başkentin buluşma yeri olan meyhaneler hakkında Evliya Çelebi’nin yazdıklarını alıntılamışım. Kentin dört yönetim bölümünde binden çok meyhane varmış ve şarap satan kişilerin sayısı da altı binmiş. Bir sonraki paragrafta  başsız ayaksız ( Bi ser ü pa) Melami Hamzavi Mezar Taşlarından da bahsedip, Melamilerin hayatta iken kendilerini gizlediğini, öldükten sonra mezar taşlarından tanındıklarını yazmışım. Abdülbaki Gölpınarlı’nın mezar taşının da bunlardan biri  olduğunu belirtmişim. Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’da Melamiymiş. Bugün öğrendiklerim kısmında “Koska Beyazıt’ta eski bir yerleşme alanıymış.” diye bir de not var. Ayrıca sanırım o günler  Tolstoy’un Kreutzer Sonat’ını okuyup, ardından ünlü çiftler ile ilgili seriyi bitirmeye çalışmışım. Kreutzer Sonat’tan alıntı yaptığım kısım vurucu :

“ İnsanlar aşk denilen tutkuyu gerçekten duyarlar…hem de aylar ya da yıllar boyu değil, ömür boyunca. Doğru değil mi ?”

Hiç de değil! Bir erkek bir kadını ömrü boyunca sevse bile, kadın muhakkak bir başkasını sevecektir. Örneğin Menelas… Güzel Helene’i sevmesine rağmen, Helen sonunda bir başkasına, Paris’e kaçmadı mı? Bu hep böyledir, böyle de olacaktır.

Adam tabakasını çıkardı, bir sigara yaktı.

Avukat : Evet ama, bu duygular karşılıklı da olabilir dedi.

Hayır beyim. Tıpkı bir çuval dolusu nohudun içinde, işaretli iki nohudun yan yana düşmesi kadar imkansız! Sonra söz konusu olan bu imkansızlık değil ki. Ayrıca kaçınılmaz bir sonuç var : Doymak. Helen’in Menelas’a, ya da onun Helene’e karşı doymuş olması. Tek fark bu durumun biriyle biraz daha önce, bir başkasıyla biraz daha sonra meydana gelmesi. Bıkkınlık, doyma aşkta kaçınılmaz bir sondur. Ancak budalaca bir takım romanlarda vardır o “ Birbirimizi ömür boyu seveceğiz falan gibi laflar. Ancak çocuklar inanır buna.”” Bir insanı bir ömür boyu sevmek bir mumun bir ömür boyu yanacağını ileri sürmek gibi olur. “

Şimdi bunu okuyunca bir insanı ömür boyu sevmenin farklı yolları vardır diyorum. Tabii nasıl sevmek ve sevilmek istediğin kendi seçeneğindir. Aradığını bulamayanın da başka sevgilere kucak açması olasıdır. O dönemde okuduğum aşklar ve çiftler serisinden dört kitap buldum evde. Daha fazla olmalı diye düşündüm, ama şu anda kitaplığı deşmek yapmam gereken son iş olmalı. Öte yandan bu seriden Arthur Miller- Marilyn Monroe, Humphrey Bogard- Lauren Bacall, Ingrid Bergman- Roberto Rossellini,John Lennon -Yoko Ono, Rosa Luxemburg- Leo Jogiches, kitaplarını bugün ısmarlasam hafta sonu gelmeden elimde olurlar  diye düşünüyorum. Bazen eski defterleri karıştırmak sizi ekonomik yönden de kayba uğratabilir tabii.

12304215_10153699568773686_8198137345975895068_o

 

12244605_10153699536878686_2132174548239405813_o

12303954_10153699628198686_2650087451481059601_o

 

Son olarak merak ettiklerim kısmından bazı sorularla yazıma son veriyorum.

 

Zweig’ın dediği gibi sara hastası olması gerçekten Dostoyevski’nin yaratıcılığını arttıran bir unsur muydu ?

  • Dolmabahçe Sarayı stoklarında sergilenen eşyalar arasındaki buzdolabı nasıl çalışıyordu ? ( Acayip bir kutuya benzemekteydi )
  • Eski İstanbul’daki debbağlar niçin vahşi ve canavar kişilikli insanlardan oluşuyordu. Ve niye bunlar gözünü kan bürümüş hain bir kimse aralarına sığındığında , onu adalete teslim etmeyip tabakhanede kullanılan köpek pisliği temizletiyorlardı.
  • Kangal köpekleri ve kırmalarında niye ekstra bir tırnak oluyor ?
  • Eskiden İran şahları ve hatta Osmanlı padişahları sincap derisi yatakta yatar, üzerine gül döktürürlermiş, ayrıca sincap kürkü kullanma adeti de varmış, insanların minik ve zavallı hayvanlara bu garezi nedendir?
  • Daha erke dönergeci gibi bir adı hazmedememişken bunun aslen “emişli memiş” gibi bir cihazdan esinlendiğini söylemek, üstelik de bunu bir tümgeneralin icat etmiş olması ne demektir?? İcat ettiği alete emişli memiş gibi bir isim veren tümgeneral nasıl bir kişidir .

P.S En son şunu yazmadan edemeyeceğim. Orta büyük küçük gövdeli uçakların hangi pistlere ineceğini soran ALES sözel mantık sorusunun nasıl çözüleceğini bilen varsa kendine saklasın. Bununla uğraşılır mı ? Ayrıca Roma Açık Şehir filminin yönetmenini Fellini olarak yazan geri zekalıya da buradan, insan bir açar bakar diyorum, Rossellini olacak o !  Soruları  hazırlayanlar Allah hepinizin müstehakını versin !

* 

?
Neden liman diyince
Hatırıma direkler gelir
Ve açık deniz diyince yelken?

Mart diyince kedi,
Hak diyince işçi
Ve neden ihtiyar değirmenci
Allaha inanır düşünmeden?

Ve rüzgârlı havalarda
Yağmur iğri yağar?

Orhan Veli

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *