Elimdeki yaşam öykülerini okudukça yazacağımı söylemiştim. İlk bitirdiğim Boğaziçi Üniversitesinden hocamız Profesör Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın Lüla ve Ben isimli Çifte anı öyküsü. Okuldayken Çiğdem Hanım’dan Sosyal Psikoloji Dersi almıştım. Biz Alan Duben ile Cem Behar’ın Aile araştırmasında çalışırken, onlar da yanıbaşımızda AÇEV Anne Çocuk Eğitim Vakfı projelerine başlamışlardı.
Lüla ve Ben Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın annesi ve kendisinin hayat öyküsünü iç içe anlattığı bir kitap. Aslında annesi Süheyla Çizakça kendi yaşam öyküsünü daha önce Bir Ömür ki adlı kitapta anlatmış. Çiğdem hanım annesinin ölümünden sonra onun kitabında anlatmadıklarını da ekleyerek kendi öyküsü ile birlikte onun anılarını da canlandırmak istemiş ve bu kitap ortaya çıkmış.Annesinin yazdıklarını olduğu gibi korumak istediğinden onun anılarını italik olarak vermiş, diğerleri ise kendisine ait.
Süheyla Hanım ve eşi öğretmen ve zamanla Bursa’da kendi okullarına sahip, önemli eğitimciler olarak bulunmuşlar. Süheyla Hanım’ın yetişmesi, öğretmenlik hayatı, hayata bakış açısı, o zamanların ileri gelen eğitimcilerinden biri olarak yaşadıkları bu kitapta açıkça anlatılmış. Bu arada Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın nasıl yetiştiğine dair bir fikir sahibi de oluyoruz. Çiğdem hanım hem akademisyen kimliğiyle, hem de Türkiye’de AÇEV ile Türk Eğitimine katkılarıyla gerçekten değerli bir hocamızdır. Böyle bir kişinin yetiştiği ortamı, annesi ve babasını, ailesini tanıyarak daha iyi anlayabiliyoruz. Ayrıca o dönemde Bursa’daki hayatı da görebiliyoruz. Çiğdem hocanın nasıl evlendiğini anlattığı bölüm ve Amerika’da okuduğu dönem özellikle ilgimi çekti. 1980 yılında 40 yaşındayken profesör olan hocam, ben okuldayken Sosyal Bilimler Bölüm Başkanlığını da üstlenmişti. AÇEV ile yüzbinlerce anne ve babaya, çocuğa, aileye ulaşan Vakıf, umarım eğitim sistemimizdeki dalgalanmalara rağmen sürekliliğini korur.
İkinci kitap İrfan Sarp’ın ” Bir Jet Pilotunun Anıları”. 1936 yılında Adapazarı’nda doğan İrfan Sarp Kuleli ve Hava Harp Okulundan mezun olduktan sonra, pilotaj eğitimini ABD’de tamamlar. Pek çok uçakla uçar, Washington’da Hava Ateşeliği, Eskişehir 1. Ana Jet Üs Komutanlığı görevlerinde bulunur. Hava Kuvvetleri Lojistik Başkanlığı ve Diyarbakır 2. Hava Kuvveti Komutan yardımcılığı görevinde de bulunan Tuğgeneral İrfan Sarp 1987 yılında emekli olmuştur. Bu kitapta onun uçuş tarihini takip ederken, Türkiye’de askeri pilot olmanın evrelerini ve o yıllardaki zorlukları da görebilirsiniz. Özellikle yeni pilotlar bu gelişimi hepimizden daha iyi takip edilebilecektir. Askerliğin, darbenin, askeri okulların ve ordunun tartışılıp masaya yatırıldığı bu günlerde bu işlerin ne kadar zor olduğunu iyi bir pilotun ne zahmetlerle yetiştiğini derinden hissedeceksiniz büyük ihtimalle. Uçmaktan tırsan biri olarak, “Eğer uçağı ben uçursaydım, sanırım korkmazdım.” diyebilecek bir noktadayım. Bütün bunar hep kontrol freaklikten oluyor sanırım. Bu konuda şurada yazmıştım. Uçmak gerçekten de sihirli bir şey.
İrfan Sarp’ın anlattığı çoğu şey ilginçti. Ama ben en çok Personel Çağırma planlarına şaşırdım. Nato tarafından planlanan çağırma tatbikatının ( quick train ) ileri safhası belirli zaman içinde tüm personelin Üs’e çağırılmasını, uçakların uçuşa hazırlanarak, silahların yüklenmesini ve kalkışa hazır duruma getirilmesini gerektirirmiş. Zaman faktörü önem taşıdığından şehirdeki personele alarmın bildirilmesi için bir F-86 uçağının pike flapları açık durumda ve yüksek devirle şehir üstünde uçurulması planlarda yer almış. Şehir üstünde alçaktan uçularak personelin çağrılması yöntemiİrfan Sarp’ın alarm nöbetçisi olduğu bir bayram gününe rastlamış. Merzifon’da yedi sekiz kez geçiş yapıp, acaba duydular mı? diye merak ederken uçuş kulesi” Üs komutanı derhal üsse dönmenizi istiyor.” diyerek kendisini aramış. Üsse dönen Sarp’a Albay Kemal Yada :
” Oğlum, Teğmen! Ortalığı boş buldun! Üç defa geçtin, beş defa geçtin ! Gözümüz kör değil, kulağımız sağır değil! Alarm verildiğini daha ilk geçişte herkes anladı. Kuleye söylemesem acaba daha kaç defa geçmeyi düşünüyordun ? Sonra bu kadar alçaktan geçmene gerek var mı ? Siz gençlere vur deyince öldürürsünüz! Oğlum, sen bu dünyadan başka bir aleme doğru mekan mı değiştirmek istiyorsun ? Bir daha sakın böyle saçmalıklar yapma!” şeklinde ikaz edip telefonu kapatmış.
Ankara’da 30 Ağustos 1956 yılında merasim uçuşunda iki F-86 uçağının havada çarpışıp düşme öyküsünü, Amerikalı pilot eğitmenleriyle uçma serüvenlerini,Diyarbakır Hava üssünde yapılan uçuşları, Konya’ya mecburi inişi, uçuşta vertigo olaylarını, tayyare sözcüğünden uçağa geçişi ve daha pek çok uçuş serüvenini öğrenmek isterseniz İrfan Sarp’ın samimi anlatımıyla okuyabilirsiniz.
Elimdeki kitaplardan biri de Orhan Pamuk’un Saf ve Düşünceli Romancı kitabı. Bir biyografi değil tabii ki, ama Norton Konferanslarından oluşan bu deneme epeyce ilgimi çekti. Bu kitap Yapı Kredi Yayınlarından çıkmış.
Pamuk “Roman okurken kafamızda neler olup biter?” başlıklı ilk yazısında kendi roman okuma deneyiminden yola çıkarak, roman okurken neler hissettiğini , roman okuma tarzlarını, roman yazarken kullanılan teknikleri anlatmış. “Bir romanı okumaya başlamanın , bir manzara resmine girmek gibi bir şey olduğunu romancıların çoğu gizlice ya da açıkça sezerler.” demiş. Daha sonra saf ve düşünceli okur tiplerinden söz etmiş. Metinle kurduğumuz yoğun ilişki, yazarla aramızda gelişen mahremiyet ve sırdaşlık, giderek suç ortaklığı , romanın gizli merkezini aramamız irdelenmiş. Pamuk ” Bir romanın gerçek değeri, bide hayatın tam böyle bir şey olduğu duygusunu uyandırmasıyla ölçülmelidir. Romanlar, hayat hakkındaki temel düşüncemize seslenmeli ve bu beklentiyle okunmalıdırlar.” der.
İkinci bölümde okuyucunun en çok merak ettiği soru üzerine kafa yorar. Acaba yazar bunları gerçekten yaşamış mıdır ? Yazılanların ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgusaldır ? Daha sonra duyumsal deneyimlerden bahisle “Bir pencereyi açarken, kahve yudumlarken, merdiven çıkarken, şehir kalabalığı içinde kaybolmuşken, tıkanmış trafikte arabanın içinde sıkılırken, parmağımızı kapıya sıkıştırınca, gözlüğümüzü kaybedince, soğukta üşürken, yokuş çıkarken, yazın ilk defa denize girerken, güzel bir kadın ile karşılaşınca, çocukluğumuzda yediğimiz bir bisküviyi yeniden yiyince, trende oturup pencereden dışarı bakarken, hiç bilmediğimiz bir çiçeği ilk defa koklayınca, babamıza kızınca, öpüşünce, denizi hayatımızda ik defa görünce, kıskançlığa kapılınca, bir bardak soğuk su içerken yaşadığımız deneyimlerin özgünlüğü ve başka insanların benzer deneyimleri ile örtüşmesi, bir romanı anlamamızın ve ondan zevk almamızın temelini oluşturur.” der. “Ve bütün bunlardan zevk alırken saflıkla bu romanın bir yazar tarafından hesaplanarak yazıldığını unutabiliriz de saflıkla , roman sanatının kuvvetli özelliği , yazarı en çok unuttuğumuz anlarda onun metninde en çok var olmasıdır.” diye de ekler.
Edebi karakter, olay örgüsü, zaman bölümüne Orhan Pamuk, edebi kahramanların nasıl yaratıldığı ve nasıl algılandığını tartışmakla başlar. Edebi kahramanı ve kişiliğini romanın merkezine yerleştiren görüşlerden bahisle roman sanatının temel derdinin hayatı doğru temsil etmek olduğuna inandığını , roman kişisinin karakteri değil, içinde yaşadığı manzaraya yerleşmesi, olaylar ve şeylerle çevrilmesinin daha belirleyici olduğunu söyler.
Yazarın kendisini başka kişilerin yerine koyarken değiştiğini, kendi görüş açısının dışına çıkmaya başladığını, bunun da romancılığın en zevkli yanlarından biri olduğunu söyler Pamuk. Büyük bütünü görebilmeyi, mümkün olduğunca çok kişiyle özdeşleşip, çok şey görmeyi sağladığını belirtir.
Olay örgüsü ve zamanı anlatırken bu konudaki görüşleri anlatır. Kendisi Rus Formalistlerin olay örgüsü kuramına kendisini yakın hissetmekteymiş.
Şimdi ben Rus Formalistleri ve oradan da okuldayken yazdığım bir paper konusuna geçmeden, bence bu konuyu sonlandırayım. Bundan sonraki bölümlerde de roman yazma, romancı, okurun bakış açısı çeşitli yönleriyle ele alınıyor. Konuya yakın olan ve merak eden kitabı okuyabilir, benden böylece bir giriş olsun.
Elimde okuduğum başka kitaplar da var. Ama bugünlük bu üçünü anlatmış olayım. Yani demem odur ki arkası yarın, ya da başka bir gün 🙂
Permalink //
Yazılarını okuduğumda tatlı bir huzur hissediyorum.
Samimi duygularını ve akıcı anlatımını seviyorum.
Teşekkürler paylaşımların için.
Permalink //
Ben teşekkür ederim asıl 🙂