by

Miço

Miço abisinin penceresinin dışında

Miço 26 Eylül saat birde kalbimize pati izlerini bırakıp gitti. Hala beni kapıda karşılayacak, yatağa gittiğimizde yanımıza gelip uyuyacak, hiç kesmediğim tırnaklarıyla pıtır pıtır sesler çıkararak salona girecek ve oturduğum koltuğun yanına kendini sığıştıracak sanıyorum. Pencere, kapı açarken temkinli bir biçimde açıp kapıyor, yüzünü yüzüme sürüp burnunun tam üstünden öpmeyi özlüyorum, ama o yok artık. Muhteşem yelesi, derin mavi gözleri, sıcacık nefesi ve sık sık kokladığım kedi kokusu da yok. Ama paylaştığımız sevgi sonsuza kadar var olacak eminim.

Aslında şu anda bunları yazmak benim için çok zor. Ama düşündüm, zaten hiç kolay olmayacak. Çok sevdiğim her kişinin fiziksel olarak benden uzaklaşmasında olduğu gibi ,ne zaman düşünsem burnumun direği sızlayacak, derin bir özlem içinde olacağım. O yüzden onu tanıyan, tanımayan pek çok kişi için onu tanıtmak, onun sevgisini vurgulamak istiyorum.

Miço bir akrabamızın arkadaşının siyam kedisinin yavrularından biriydi. Sanırım annesinden çok babasına benziyordu. Seal Point bir siyamdı. 2002 yılında tiroid  tedavisi olduğumda yavrulardan birisini almak söz konusu oldu. Hayatından kedi eksik olmayan ben şiddetle karşı çıktım. Bir önceki kedim, binlerce kez tembih etmeme karşın balkon penceresini açık bırakan temizliğe gelen hanım yüzünden kuş kovalamak için pencere pervazına çıkmış, dengesini kaybederek 6. kattan kötü bir biçimde düşüp ölmüştü. Bir yaşındaki tekirimi okuldan eve gelince yerde bulmuş, veterinere götürüp kurtaramamıştım. Günlerce okulda, derslerde, öğretmen odalarında, her yerde avaz avaz ağladığımı, o çok ünlü “Allah’ın gücüne gidecek “lafını farklı kişilerden duyduğumu anımsıyorum. Hiç de sevmediğim bir sözdür. Bir kediye bile mukayyet olamadım, bir daha asla kedi filan almam diye düşünüyordum. Ama Burak çok ısrar etti. “Anne ne olur bu kediyi alalım, bak bana da arkadaş olur.” dedi. O sıralar radyoaktif iyot aldığımdan yavruyu hemen alamadık. Ama gidip görüp seçmiştik. Hatta sahibi oje ile işaretlemiş, diğer ikisiyle karışmasını engellemişti. Minik siyamımız artık annesinin sabrı taşıp onu dövmeye başladıktan sonra, benim de millete radyasyon bulaştırma riskim kalktıktan sonra geldi evimize. İlk fotoğrafını annesiyle yan yana yattığında doğduğu evde çekmiştik.

Miço annesiyle

Gördüğünüz gibi bembeyaz. Zaten siyamlar önce beyaz oluyor, sonra yavaş yavaş kararıyorlar. Minik patileri siyah oluyor. Derin mavi gözleri, Allah’ın özene bezene yarattığı bir vücut yapıları var. Her tür ve cins kediyi sevmeme rağmen bir siyamın diğer kedilerden farklılığını ancak Miço ile yaşadığımda anladım. Hoş cinsi ne olursa olsun, her kedi ayrı bir şahsiyet ve birini biliyor olmak diğerlerini de biliyor olmayı getirmiyor, aynı insanlar gibi.

Eve geldiğinde korkup kanepenin altına girdi ve bir süre oradan çıkmadı. Sonra yavaş yavaş çıktı ve iki günde tüm evin hakimi haline geldi. Hemen her kedi gibi her yere çıkıyor, her deliğe giriyordu. Bu hareketli yapısı bize ilk şokumuzu yaşatmakta gecikmedi. Br gün bornozlarımızı yıkamak için çamaşır makinesinin yanına koydum. Beni tanıyanlar bilir, aynı anda birden fazla iş yapma alışkanlığım vardır. İçeri gidip odalarda bir şeyler topladım, akşam kızkardeşim yemeğe gelecekti, mutfakta yemeğe baktım ve geri gelip bornozları makineye  attım ve aleti çalıştırdım. Ama kedisi olanların da bildiği gibi hep nerede bu hayvancağız, ne yapıyor diye kontrol etme alışkanlığımız vardır. Ortalıkta Miço’yu göremeyince ama miyav diye de hafif bir ses duyunca derhal banyoya seyirttim ve korktuğum manzarayı gördüm. Makine dönüyordu ve içinde Miço’nun kuyruğunu görebiliyordum. O panikle nasıl düğmeye bastığımı, makinenin  açılması için gereken bir dakikanın bana nasıl asırlarca sürmüş gibi geldiğini anlatmama imkan yok. Pek minik olduğu için bornozların içine girdiğini anlamamışım bile. Allahtan havlular tüm suyu çekmiş ve üst kısımda da nefes alacağı bir boşluk kalmış. Sadece şaşırmıştı, ama bizim kendimize gelmemiz dört saati buldu. Kızkardeşim  “Şok geçiren o değil de sizsiniz gibi.” demişti. Ondan sonra her çamaşırda çamaşırları kontrol etme alışkanlığı kazandık tabii. Miço’nun ilk fotoğraflarına bakınca ilk evimizi ve Burak’ın nasıl küçük olduğunu anımsadım şimdi ve Miço’nun da nasıl beyaz olduğunu. O zamanlar tasma da takmış bir süre, sonra hiç takmadım ve müthiş yelesiyle muhteşemdi.

Miço televizyonun üzerinde
Miço mutfak penceresinin içinde

Miço’yu kısırlaştırmadım. Kedileri sokaklardan toplayıp kısırlaştıranları, ev kedilerini koku bıraktığı ve kızıştığı için kısırlaştıranları eleştirmek istemiyorum, onların tercihi. Ama bu tip eylemlerde aklıma Maymunlar Cehennemi filmi geliyor hep.  İnsanların kafeslere konup, kısırlaştırıldığı, tıbbi denek olarak kullanıldığı ve bizim aynı maymunlara , diğer hayvanlara yaptığımız gibi davranıldığı ve herkesi dehşete düşüren o kareler. Ve kusura bakmayın ama ben hayvanlar insanlar için var, tabii ki bizim için denek olacaklar, çoğalınca sokaklarda ezilip ölüyorlar, onları kurtarmanın yolu bu, çoğalıp da sokaklarda ölsünler mi, ya da onları yemezsek ölürüz düşüncelerine katılmıyorum. Bir türlü vejetaryen olamamış bir kişinin söyleyeceği şeyler değil bunlar belki ve şu yazımda da söz etmiştim bu konudan, ama onları doğal ortamlarından uzaklaştırarak evlere kapatmak, onların yaşam alanlarına yayılıp onlara yaşama alanı bırakmamak, dahası hepsine kötü davranıp akla hayale gelmez işkenceler yapmak , fazla geldiler diye uyutmak ki bu pek çok modern dediğimiz ülkenin genel geçer uygulaması, hep bizim içimizdeki kötülükten, empati yapamamamızdan. Ben de zorunlu olarak Miço’yu doğal hayattan uzaklaştırdım ve bu beni hep üzecek. Öte yandan sokaklar da kedicikler için güvenli değil artık. Şimdilerde sonradan Saklıköy’de aldığımız evde hiç olmazsa bahçeye çıkabildiğini, başka kedilerle tanışabildiğini- gerçi erkek olanlardan hiç hoşlanmayıp kovalamak istiyordu doğal olarak- düşündükçe mutlu oluyorum.

Anne yazı yazıyor, Miço eşlik ediyor
Eşref gelmiş yine, sinir bozucu hayvan, buraları benim git !
Bu evde şömine var, üzerine çıkayım.
Kediler pencerenin hep yanlış tarafındadır demişti Kanadalı arkadaşım Sharon , gerçekten de öyle.
Saklıköy’deki banyonun kapısının üzerine çıktığı bir gün anımsıyorum, şaşıp kalmıştım.

Unuttuğum bir ayrıntıyı hemen yazayım. Niye Miço ? Çünkü abisi Burak Reis. O da onun yardımcısı olduğundan miçosu. Aklıma Boro’ların ünlü kedileri Miço da gelmedi değil tabii.

Miço dışarıyı izlemeyi, açık havaya çıkmayı, tehlikeli de olsa pencere dışında oturmayı hep sevdi. Ben de ciyak ciyak “İn oğlum oradan, düşeceksin şimdi !” diye vızıldamayı hiç bırakmadım. Bizimkiler “Bırak hayvanı bir nefes alsın.”dediler durdular. şehirdeki evimizde kargalar kedilere saldırıyor diye, onun balkonda olduğu saatleri onunla birlikte geçirdiğimi bilirim. Miço  sağlığına çok düşkündü ve kediler kendileri için yararlı her şeyi biliyorlar. Hiç güneşin dik olduğu öğle saatlerinde dışarıda olmadı örneğin, midesi bozulduğunda yemeyi kesip midesini dinlendirdi, kabız olduğunda ot yedi. Kediler böyledir.

Şehirdeki evimizde pencereden bakıyor.
Balkon sefası, düşman kargalar olduğundan balkondayken yalnız bırakamıyordum
Görevimiz tehlike 🙂 Ataşehir’deki evde pencere içinde
Eşref ile bakışıyorlar. Bir gün ona saldırmak istedi, ben engel olunca elimi ısırdı hayatında ilk ve son kez. Yoksa çok munis bir kediydi hep.
Bu kez pencerenin dışında.

Miço sadece kendi yemeğini yiyen bir kediydi. Bizim yemeklerimize sulanmadığı gibi, bir gün bile mutfaktan içeri girdiğini görmedim. ben içerdeyken bile kapının önüne gelip dışarı çıkmamı beklerdi. Eğer çıkmamı istiyorsa da acı acı miyavlardı. Bir ara yemek sofrasına bir sandalye üzerine oturup yemeğimiz bitene kadar bize eşlik etme alışkanlığı edindi. Yemek bitince inip giderdi. Bu süre boyunca ne sofraya uzandığını ne de bir şey kokladığını gördük. Ben de ailedenim demek istiyordu sadece. Pek çok kedinin yaptığı gibi genellikle biz sofraya oturunca koşarak gidip yemeğini yerdi. Hasta olduğu  ve iki kg’a kadar zayıfladığı son zamanları hariç 4.5 kg civarında seyretti, hiç çok tombul ve obur bir kedi olmadı, atletikti.

Her kedi gibi kutuların ve kuytu yerlerin içine girmeyi çok sevdi. Biz de onu fotoğraflamaya bayıldık.

Sığabiliyorken çalışma masasının gözünde
Miço şiiri sever 🙂 Kitaplıkta.
Bana yine kutu getirmişler, maviş 🙂

Şehir içi ya da yurtdışı gezilere çıkacağımız zamanlar benim için sevinç değil üzünç kaynağı oluyordu. Miço yalnız kalacaktı çünkü.  Ben şanslıydım çünkü kızkardeşim Gülgün sayesinde hiç bir zaman gerçekten gözüm arkada kalmadı. Evde kedisi olmadığı zamanlar onun evinde, olduğu zamanlar bizim evimizde Miço’ta şefkatle baktı. Miço da onu çok sevdi. Ama yine de kalışımız biraz uzadığında kabız oluyor, bizi özlüyordu. Ben de gezdiğim yerlerden bir şey anlamamaya başlıyordum bir süre sonra. Kız kardeşimden haber bekliyor, Miço iyi merak etme sözlerinden sonra içim rahatlamış gezmeye devam ediyordum.

Yine nereye gidiyorsunuz ? Beni de alın!

Miço Saklıköy’e giderken arada heyecandan nefes nefese kalıyor, arabayı durdurup sakinleşmesini bekliyordum. Sonra bir şey farkettim. Arabayı ben kullanmayıp da başkası kullanıyorsa ve arka koltukta kafesinin içinde değil de yanımda oturuyorsa, hiç sesi çıkmıyordu. Daha çok öyle yapmaya çalıştık sonraları. Son zamanlarında neredeyse her gün veterinere gitti, o zamanki acı acı miyavlamaları aklımdan çıkmıyor. Gülgün teyzesiyle oturuyorlar. Bir ara ona bir giysi almıştım bir heves, yakışmasına rağmen hoşlanmadı ve giydirmedim. Bu sadece fotoğraf çektirmek için giydirilmiş.[/caption]

Aileden herkese ayrı muhabbeti vardı. Tanıdık tanımadık herkese iyi davranırdı. Sayım memurunun bile önüne yattığını anımsıyorum. Yalnızca küçük çocuklardan çekinir, eve misafir çocuk geldiğinde gidip yatağın altına girerdi. Burak bir haftadan fazla şehir dışında kalmışsa, odasına girip yatağına yattığını hatırlıyorum. Hüsam işten gelince hemen yanına gider onunla otururdu. Ölmeden önce de eve gelmesini bekledi ve üçümüz bir aradayken son nefesini verdi. Serum verme işini iğne batıramadığımdan ben yapamadım Hüsam üstlendi.

Abi ile beraber
Sosyal medya zamanı
Burun sürtüştürelim 🙂

Miço her kedi gibi antik kuntik yerlere girmeyi çok severdi.

ütü masasının üzerinde
Çekmece içinde
Dolap tepesinde
Halı üzerinde
kanepe kenarında
Havuçla 🙂
Yine kutu
Banyoda

Çoğu kedi gibi musluktan su içmeye bayılırdı. Pis diye içirmek istemezdik. Özellikle böbrek yetmezliği olduğunda belki içindeki klordan hep musluk suyu içmek istedi, su içmesi de arttı. Bizim bardaklarımızdan su içmeyi de severdi. Ortada bardak bırakmayagörün 🙂

Miço’nun ilgi çekici bir başka özelliği de Türk kahvesi sevmesiydi. Başka hiç bir şeye dokunmayan Miço benim Türk kahvesi fincanımın telvesini yalardı bitirdikten sonra.

Güneşte yatmaya bayılırdı.

Güneşli bir nokta bulmuş yine.
Saklıköy’de bahçede
Bu yatağı alır almaz hemen kendisinin olduğunu anlayıp, içine girmişti. Uzun yıllar kullandı ve ne yazık ki yine bu yatağın içinde öldü.

Miço mobilya tırmalama açısından pek çok kedide olmadığı ölçüde efendiydi. Ona aldığımız tırmalama tahtasında tırnaklarını biledi hep.

Tırmalama tahtasını Saklıköy’e bahçeye götürdüm, oradaki kediler kullansınlar diye.
Bunun gibi üç evi vardı, genellikle kışları kullanırdı.

Miço çok üşüyen bir hayvandı. Belli zamanlarda kansız olmasının da bunda etkisi olabilir, genetik kodlarının da. Hemen battaniye içine girerdi. Bazen ben üşümesin diye üstünü örterdim.

Bahçede hava esmeye başlamış, üzerine hırkamı koymuşum.

Miço ilk geldiğinde sabahları ilacımı almam için erkenden beni uyandırırdı. Sonra bir gün 3-4 günlüğüne Asos’a gitmeye karar verdik ve Miço’yu da anneme bıraktık. Tamiratta olan yollar nedeniyle 8 saatte Asos’a ulaştıktan sonra annem telefon etti ve Miço’nun pencere telinden çıkıp kaçtığını , bulamadıklarını söyledi. Apar topar geri döndük. Kızkardeşim ertesi gün İngiltere’ye gidecekti. Bavulunu bile toplamadan Miço’yu aramaya koyulmuş. Bakmadıkları yer kalmamış. Hava kararırken anneme ulaştık. Burak arabadan indi ve Miço diye seslendi. İki dakika sonra bahçede yığılı odun yığınının arkasından çıkıp yanımıza geldi. Eve girdik, yüzüme bakmıyor. Yalana yalana geçti oturdu, ama göz teması yapmıyor. Sonraki bir hafta dil döktüm, yüzüme bile bakmadı. Bir hafta sonra ilişkimiz biraz yumuşadı, ama ondan sonra erken kalkıp da ilacımı almam için uyandırmadı.

Her kedi gibi şifacıydı. Başlarda hep boynuma yakın yatardı. Bir gün Hüsam hastalanmıştı. İğne olmaktan hoşlanmadığı için enfeksiyonu geçmemiş,  bir konferans verirken düşüp bayılmış. Ambulans gelmiş. Eve geldik. Hemen gidip yanına yattı ve bir buçuk gün yanından ayrılmadı. Kalktığında Hüsam da iyileşmişti.

Koltuğa çok yakışmamış mı ?

Miço Burak küçükken ve babasıyla ders çalışırlarken masaya çıkar onları dinlerdi. Bir süre sonra sadece fizik kimya gibi konuları dinlediğini diğerlerinde inip gittiğini farkettim. TV’de de bilimsel bir şeyler olduğunda ilgilenirdi. Uzaylı bu derdik. Hard Rock sevdiğini fark etmiştim. Ama Jazz’dan hoşlanmazdı. Ben genellikle Caz dinlerdim hemen kalkıp kaçardı. Burak’ın dinlediği Rock parçalarında kalkıp gittiğine şahit olmadım ama. Son zamanlarda dinlediğim Korece Dizi müziklerinden de hoşlanmadığını biliyorum.

Çok temiz bir kediydi. Saatlerce yalanır, uzun süre kumunu örtmeye çalışırdı. Hastalandıktan sonra idrar yapması zorlaştığında yorgunluktan bitap düşüp kumunun içinde oturmaya başlamıştı. veterineri Erkan Bey farklı huylar geliştirmesinin normal olduğunu söyledi. Onu öyle görmek içimi parçalıyordu. Son iki gün artık yürüyemedi, buna rağmen kumuna gitmek istedi ve kuma koyunca çişini yaptı. Son hafta geçirdiği krizden sonra gözleri çok az görmeye başlamıştı. Tedaviye başladığımız Temmuz ortasından öldüğü güne kadar kendisiyle Anaconda Veteriner’de Erkan Morgül, Ahmet Bey ve Sena Hanım sevgiyle ilgilendiler. Onu rahatlatıp, hayatını uzatabilmek adına da ellerinden geleni yaptılar. Hepsi de her türlü soruma sabırla ve uzun uzun cevap verdiler. Miço ve diğer hayvanlarla olan ilişkileri ve hayvanlara yaklaşımları çoğu kez gözlerimi yaşarttı. Sena Hanım’ın Miço’nun yelesini farketmiş olması bile benim için sevinç kaynağıydı. Erkan beyin Miço’nun olmak zorunda olduğu iğneler yüzünden acı çekmesine üzüntüsü, Ahmet beyle yaptığımız tekirler başka oluyor sohbetleri, o yoğun tempoda fedakarca çalışmaları. Ötenaziye karşı olmaları, pek çok felçli hayvana bakıyor olmaları, Erkan beyin sağlam kediyi herkes alır, ben kör olana yardım etmeliyim diye daha önce de baktığı gibi kör olan bir kediyi evine alması, son hafta kara kedi diye kimsenin sahiplenmediği Ecevit’i, bir ailenin sahiplenmesi ve evlerine götürürken orada olmam mutlulukla anımsadığım olaylar. Ne yazık ki Miço 15.5 yaşındaydı ( 22 Şubat 2002 doğumlu ) ve vücudu ancak bu kadar dayanabildi. Son günü acılıydı, anımsamak bile istemiyorum. Huzurla ölsün diye dua ettim. Ona sevgimiz her daim sürecek, sonunda buluşacağız, özgür olacağın yere git oğlum dedim. Bir önceki gece elini tuttum , onunla konuştum, öptüm öptüm.

O şimdi Saklıköy’de dut ağacının dibinde onun için hazırladığımız yerde yatıyor. Ertesi sabah sabah ezanı okunurken salonda oturuyordum ve çıtır çıtır tırnaklarının üzerine basarak salona girme sesini duydum açıkça. Burak da tam o anda aynı sesi düşünerek odama girerdi diye düşünmüş nedense. Bence bizi ziyarete geldi.

Kim kimin sahibi sahi ?

Ve ben onu ikinci çocuğu yapamadığım için ikinci oğlum yerine koyduğumdan değil, başkalarından sevgi alamadığımdan değil, o olduğu için, sevgi dolu olduğu için, bana çok şey öğrettiği için, karşılıksız sevgiyi tattığım için, beni seçtiği için şükrederek sevdim. Kapıda sevgiyle beni karşılayışlarını görüp,  ağzımı açmadan kafamda düşündüğüm şeyleri anında anlayışını, çocukken Burak bana bağırdığında uçarak ona saldırmasını anımsayarak her zaman sevgisine şaşırdım ve saygı duydum. Fiziksel olarak onu göremiyor olmam hiç önemli değil, sevgi boyutları aşar, onun her daim beni düşüneceğini, benim de onu düşüneceğimi ve günün birinde yeniden buluşacağımızı biliyorum. Kalbimde pati izleri bırakan kedi,  seni seviyorum.

8 Comments


  1. // Reply

    Yazdıklarını ağlayarak okudum Nilgüncüm,yazdıklarında içindeki acıyı,özlemi,kederi tüm yüreğimle hissettim..Her ölümde üzülürüz belki ama en çok sevdiklerimize,dostlarımıza üzülürüz ki,bazıları için sadece hayvan olan kediler,köpekler,kuşlar vb.bizim hayatımızı,anılarımızı paylaşan o canlılar da bazılarımıza büyük kayıptır..
    Sözün bittiği o yer işte, hayat devam ediyor.


    1. // Reply

      Evet, aynı şeyleri yaşamış biri olarak beni anladığını biliyorum canım. Önce o gitti, beni bekleyecek diye düşünüyorum.


  2. // Reply

    Sevgili Nilgün,
    Ben de kedi sahibi biri olarak yaşadığın çoğu şeyi gönülden hissediyorum. İyi ki ailenizin bir parçası olmuş ve size güzellikler yaşatmış


    1. // Reply

      Evet çok haklısınız Tülay Hanım, iyi ki hayatımıza girdi.


  3. // Reply

    O kadar tanıdık ki yaşadığın duygular. Başın sağolsun.


    1. // Reply

      Teşekkürler Emelcim.


  4. // Reply

    Sevgili Nilgün, çok etkileyici bir yazı. Bir kedisever olarak ne kadar güzel ve doğru yansıtmışsiniz bir kedinin hayatını ve bizlerin hayatına derin temasını. Özellikle siyamlar çok akıllı ve duyarlı. Ben de her seyahat dönüşü bir tür “dayak” yiyorum, sözlerle ve patilerle! Hayatımızı zenginleştiren bu olağanüstü varlıklara gereken değeri vermemiz ve onlara bizleri seçtikleri için teşekkür etmemiz gerekiyor diye düşünuyorum sık sık. Çünkü, sizin de dediğiniz gibi, esas sahip onlar, biz beraber olmayı ya da yanında kalmayı tercih ettikleri kişileriz yanlızca. Işıklar içinde olsun Miço…


    1. // Reply

      Çok teşekkür ederim 🙂 Sizinkine de uzun ve sağlıklı bir yaşam diliyorum.

Leave a Reply to Nilgun Gunaydin Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *