by

İki Günde Edirne / İlk Gün

Bu hafta iki gün kaçıp Edirne’ye gittik. Aaa şimdiye kadar daha önce gitmemiş miydiniz diye soracaksınız. Evet gitmişiz.  İkimiz de farklı zamanlarda.  Evlenmeden de önce olduğuna göre, 30 yıldan önce, hem de  kapsamlı gezme fırsatımız olmamış. Bu kez bunu başardık. İstanbul’un fethine kadar Osmanlı İmparatorluğuna başkentlik eden bu şehirde göreceğimiz çok şey olduğunu düşünüyorduk, öyle de oldu.

İstanbul Edirne arası 239 km. 2.5 saatte gidiliyor. Biz Salı günü erkenden kalkıp, bir de kahvaltımızı ettikten sonra planladığımız saatten bir yarım saat daha geç çıktık yola. İstanbul’da saat yediyi geçirince köprüler kalabalıklaşmaya başlıyor. Avrasya tüneline kadar kalabalıktı, sonra hiç durmadan gittik. Ben epeydir bu yönde yolculuk yapmamıştım, yolda “Aaa şuna bak, aaaa buna bak!”  diye diye ilerledik. Ben DJ olarak yine ortaya karışık müzik çaldım IPOD’umdan. Bu hoşuma gidiyor Queen’den, Korece bir OST’a, Dede Efendi’den Django Reinhard’a geçebiliyorsunuz, Salah Birsel’in çok bilindik deyimiyle de, şallak mallak olabilirsiniz yani.

Edirne girişinde sizi Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi karşılıyor. Tabii hemen aklıma sevgili Nükleer Tıpçı doktorum Mehmet Onur Demirkol geldi. Kendisi buradan mezundur. Tabii ihtisasını İstanbul Üniversitesinde yapmış. Umarım ciddi bir hastalık filan geçirip de ihtiyacınız olmaz, ama yine de ihtiyacı olanlara gözüm kapalı tavsiye edebileceğim dünyalar tatlısı bir doktordur. İnsan rahatlatır, işinde uzmandır. Ben radyoaktif iyot aldığımda Alman Hastanesindeydi. Sonra Amerikan Hastanesinde de pek çok tetkikimi yapmıştır.

Her neyse efendim, sonra Selimiye görünmeye başlıyor tabii. Böyle anıtsal binaları her gördüğümde Sanat Tarihi Yüksek lisansını bırakmak zorunda kaldığım günler geliyor aklıma ve biraz buruluyorum, itiraf edeyim. Selimiye yanındaki otoparka girdiğimizde ellerinde mıknatıslı aynalı süpürgeler, yine mıknatıslı ıvır zıvır olan bir kadın siftah yapayım diye peşimize takıldı. Maalesef en yapışkan cinsinden çıktı. Hüsam tuhaf mıknatıslı bir şey alıp, bir beş lira verdi, sonra Selimiye’yi gezmek üzere caminin avlusuna girdik. Hava biraz pusluydu. Ay da görünüyordu. Avluda bir kadın şadırvanın etrafını yıkıyordu. Pek fazla kişi de yoktu etrafta. Saat 10.30’a geliyordu. Yanıma başörtümü almıştım, ama kapıda hem başörtüsü hem de etekler vardı. Ayakkabılar için ayakkabılık ve torba da vardı. Tabii cami muhteşem. Mimar Sinan’ın  büyüklüğünü tekrar etmeye gerek yok, ama yine de edelim. Mimar Sinan’ın ” Ustalık Eserim” dediği yapı inanılmaz bir etki bırakıyor insanın üzerinde.

Ay da var

Camiden çıkınca eski mezar taşlarının sergilendiği bölgeye geldik. Edirne’deki eski tarihli pek çok mezar taşının tahrip edildiği, hem insan hem de doğa eliyle yok olduğu malum. Bunların kurtarılmasına yönelik girişimler de var. Bunlardan biri eski Yeniçeri mezarlarının restore edilip, sergilenmesi olmuş. Edirne Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi önderliğinde 70 yeniçeri mezarı restore edilmiş. Biz daha sonra başka camilerin hazirelerinde de mezar taşlarına rastladık. Gönül ister ki bu mezarların tüm yazıları çevrilsin. Tabii bunu yapmaya yetkin kişiler tarafından.  Aslında normalde çalınmaları önlensin, kırılmasın dökülmesin, tutup yanlış lahitlere yerleştirilmesin, bu bile yeter.  Müzede bulunan bir  görevliyle konuştuğumuzda Osmanlıca yeterliliği olan çalışanların yeni yeni geldiğini söyledi. Müzede gördüğümüz bir levhanın iki kelimesinin yanlış çevrildiğini tespit edip, not bıraktık. Kilk-i kudret’i gelen kudret, müselles-i vefk’i ise müselles-i vakıf olarak çevirmişler.

Müzeye girmeden önce Taş Odalara yöneldik. Burası konaklamak için kullanılıyor. Bazı kaynaklarda Fatih Sultan Mehmet’in doğduğu yer olarak gösterilen Taş Odaların bahçesinde kedi yavruları ve bir anne köpek ile tombiş yavrusunu sevdik. İnanılmaz güzellerdi.

Buradaki bir diğer önemli yapı da Saray Hamamı. Saray-ı Atik’ten kalan bu hamam önceleri kapalıyken, sonra hizmete açılmış.

Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesine geldiğimizde ise Müze kartımın süresinin bittiğini farkettim. Neyse kapıda yenisini çıkardılar. Ama İstanbul’dan aldığım gibi fotoğraflı değil ve üzerine de süresini ve adımı keçeli kalemle yazdılar.

Müzeden sonraki durağımız Edirne Ulu Cami, Edirnelilerin daha çok kullandığı biçimde Eski Cami oldu. Oraya geçerken anıt ağaçların da fotoğrafını çektim Selimiye Camiin bahçesinde. Bir de Şahi toplarının.  Cami 1414 tarihli. Burası yazılarıyla ünlü. Zaten bu bölgedeki üç önemli yapı için Eski Cami’nin yazısı, Selimiye’nin yapısı, Üç Şerefeli Cami’nin kapısı diyerek önemli yerlerini ortaya çıkarmışlar. Eski Cami’nin başka özellikleri de kapıda belirtilmiş. Bunlardan biri  Kabe’den gelen bir taşın cami duvarında yer alması, ikincisi  Hacı bayram Veli’nin bu camiye Bayram Namazı kılmaya  geldiğinde Hz Muhammed’i caminin ortasında namaz kılarken görmesi, üçüncüsü de Cuma hutbesine İmamının kılıç ile çıkmasıymış.

   

Üç Şerefeli Cami de bu bölgede. 1443-1447 arasında Sultan II. Murad’ın yaptırdığı bu Cami revaklı avlunun ilk kullanıldığı cami.Revak kubbelerinde çok güzel kalem işleri var. Süslemeleri de çok hoş. Büyük merkezi kubbesi 24 m çapındaymış.

Saat sanırım ikiye geliyordu iyice acıktığımızı farkettik. Daha önce neti araştırırken bulduğumuz yerlerin en yakınına Köfteci Osman’a gittik. Yarım porsiyon köfte, yarım porsiyon ciğer istedik. Vegan arkadaşlarım burayı es geçsin lütfen, ama gerçekten güzeldi. Yemeğin üstüne de Dondurmalı  Peynir helvası  ve Tahin cevizli  Hayrabolu tatlısı gömdük. O zaman fotoğraflarını çekmediğim için netten bulduğum fotoğraflarını da ekleyeyim de ne menem bir şey olduklarını görün efendim.

Yemekten sonra  çok şiştiğimizi baştan söyleyeyim, siz siz olun bizim kadar açgözlülük etmeyin derim. Yemekten sonra Panoramik Şehir Turu alalım dedik. Aslında ben bu tür turları pek sevmem. En son Hüsam apandisit ameliyatı oldu, fazla yürüyemiyor diye Seoul’de şehir turu almıştık. Hüsam “Yarın gezeceğimiz yerleri bugün kabaca görmüş oluruz.” deyince olur dedim.  Toplamda beş altı kişi filandık. Kızı Edirne’de üniversiteyi kazandığı için dört beş yıllığına buraya taşınan bir anne kız da vardı. İki gün önce yerleşmişler. Tur rehberimiz sevimli, yurtdışında da yaşamış.  Hepimiz otobüsün üst kısmında toplandık.ETUS’un düzenlediği bu tur ( Edirne Toplu Ulaşım Sistemi ) Eski Cami karşısından kalkıyor.Günde dört sefer yapılıyor, biz 15.30 seferine katıldık. Bir saat 15 dakika kadar şehrin önemli noktalarını dolaştık. Adam başı 20 lira verdik. Dolaştığımız rota  Selimiye, Eski Camii, II.Beyazıt Külliyesi, Sarayiçi, Hıdır Baba Tabyaları, Darül Hadis Camii, Meriç Köprüsü, Lozan Anıtı, Büyük Sinagog, Hasan Sezai Türbesi, Şükrü Paşa Anıtı, Balkan Savaşı Müzesi şeklindeydi. Otobüsten fotoğraf  da çektim tabii.

Dönüşte ise Selimiye Arasta Çarşısını gezdik. III. Murat Selimiye Camiine gelir sağlamak amacıyla Mimar Davud Ağa’ya yaptırmış. 256 metre uzunluğunda 73 kemerliymiş. Hüsam burada Kavala kurabiyesi tattı, ama almadık. benim sevdiğim bir kurabiye tarzı değildir.

Artık otele giriş yapmanın zamanının geldiğine hükmettik. Epeyce de yorulmuştuk. Bir iki saat kadar dinlendik. Daha sonra bir şeyler yemek için tekrar çıktık. Hava kararmıştı.

Edirne gece pek hareketli değil. Hatta çoğu lokanta erkenden kapanıyormuş. Zaten tüm şehrin üzerinde bir Citta Slow , ağır şehir hali var. İnsanlar telaşsız gözüküyor. Tarihi Saraçlar Caddesine gittik. Cadde sadece yayalara hizmet veriyor. Tarihi Ali Paşa Çarşısı ( Kapalıçarşı da ) bu caddede. Tabii ki akşam kapalıydı. Yarın geleceğiz tekrar. Hafif bir şeyler yemek istediğimiz için börek ve tost yedik. Caddede biraz yürüdük ve otele döndük. Akşam yeni başlamış bir diziyi de izlemeyi ihmal etmedik ama  ikinci güne hazırlanmak için de çok geçe kalmadık.

2 Comments


  1. // Reply

    Nilgun’cum o kadar güzel anlatmışsın ki Edirne’yi, sanki birkez daha gitmiş kadar oldum.


    1. // Reply

      Teşekkürler İdilcim 🙂

Leave a Reply to Nilgun Gunaydin Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *