Peşte’nin eski ve tarihi bir garı var. Keleti Tren İstasyonunu gezmek ve fotoğraflamak için sabah yola çıktık. İstasyon Gyula Rochlitz ve Janos Feketehazy tarafından tasarlanmış ve 1881-1884 yılları arasında inşa edilmiş. Binanın ön yüzündeki iki heykel James Watt ve George Stephenson’a ait. Bilindiği gibi James Watt Buhar makinesinin, George Stephenson ise ilk Buharlı lokomotifin mucidi. Binanın içindeki frescolar ise Karoly Lotz tarafından yapılmış. Ruhu olan bir binaydı.
Buradan sonra Gül Baba’ya gitmek üzere yola koyulduk. Gül Baba bir Bektaşi Dervişi. Adını sarığında taşıdığı gülden almış. Merzifonlu, Veli baba Dergahına mensupmuş. Evliya Çelebi Gül Baba’dan söz eder. Kendisinin pek çok sefere katıldığı, bazı kaynaklarda Budin Seferinde şehit olduğu, söylenmektedir. Macarlar tarafından da sevildiği rivayet edilir. Gül Baba Sultan Süleyman’ın Meryem Ana kilisesini camiye dönüştürdüğü sırada vefat etmiş. Rivayete göre Sultan Süleyman Gül Baba’nın tabutunu bizzat taşımış, cenaze namazını da Ebusuud Efendi kıldırmış. Türbe 1543-48 arasında inşa edilmiş. Türbenin bulunduğu yer Gül tepesi olarak anılıyor. Türbe İkinci Dünya Savaşı sırasında hasar görmüş. 1914’te tarihi eser olarak tescil edilen türbe, 1962 yılından beri ziyarete açıkmış. Son restorasyon çalışmaları 2016 yılında başlamış. İki ülke hükümetinin eşgüdümü ve Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığının (TİKA) desteğiyle türbe yeniden restore edilerek 2018 yılında tekrar ziyarete açılmış. Yeni bir müze, kafeterya, toplantı salonları ve çok amaçlı bir salon hazırlanmış. Biz gittiğimizde türbe kısmı ziyarete açık değildi. Hüsam’ın amcasının bir hat eseri olduğunu, onu görmek istediğimizi söyledik. Türbeyi bizim için açtılar, ama eseri bulamadık. Bu aralar bir Ayasofya Sergisi de vardı, onu da gezdik.
Daha sonra Budapeşte’ye 20 km uzaklıkta olan Szentendre şehrine gitmek için trene bindik. Macaristan’a her giden burayı öneriyor. Yolda karlarla kaplı güzel evler gördük. Çok pastoral bir manzaraydı. Alışveriş yapmadık, alacak çok da fazla bir şey bulamadık, hep turistik ıvır zıvır.
Bu minnak yerde Belgrat Kathedrali, Czobel Müzesi, Margit Kovacz Seramik Müzesi, Retro Tasarım Merkezi, pek çok hediyelik eşya dükkanına ilaveten bir Türk Lokantası ile (köfteci ) yine Türk sahibi olan bir hediyelik eşya dükkanı da vardı. Dükkanları gezdikten sonra bir yerde gulaş yedik, içerde canlı müzik yapıyorlardı. Bizim Türk olduğumuzu öğrenince bir kaç Türkçe parça da çaldılar.
Dönmeden önceki gün Margaret Adasına gittik. Gabor kışın buranın çok da çekici olmadığını söylediyse de bence karlar altında yürümek çok güzeldi. Pek çok kozalak da topladım. Margaret Adası Buda ve Peşte yakalarının ortasında kalıyor. 2.5 km uzunlukta 500 metre genişlikte bir ada. Piknik yerleri yürüyüş, bisiklet ve koşu parkurları, su parkları havuzlar, spalar filan var. Minnak bir Japon bahçesi bile gördük. Sekizgen su tankı da ilginçti. Eskiden bu adaya tavşanların adası denirmiş.Orta çağdan kalma bir manastırın kalıntılarını da fotoğrafladık. Margaret köprüsünde inip yürüyebilirsiniz. Bizim tek şanssızlığımız gün boyunca yağmur yağması oldu. Böylece kar, yağmur, ayaz her türlü kötü havayı denemiş olduk.
Son gün bir AVM’ye sadece bakmak için girdik, bir pizzacıda pizza yedik, yine ufak tefek çikolata gibi şeyler aldık, bir Christmas pazarı daha gezdik. Aslında gezmediğimiz müzeler, ya da gitmediğimiz bazı tarihi yerler vardı, ama insan bir hafta bir yerde olunca o soğukta her gün çıkıp 20 bin adım atmak, üst üste müze gezmek, bir yerden sonra sıkabiliyor. Hele de benim gibi her zaman dışarı çıkmaktan hoşlanmayan bir insansanız, ne demek istediğimi anlayabilirsiniz. Aslında gidenler operaya gidebilir, folklor gösterisi izleyebilir, kaplıcalara gidebilir, sonra efendim barlar, publar, gece hayatı var, ama biz gitmedik. Yalnız son gece Tuna Nehri gezisi de yaptık. Yalnız teknenin içi kalabalıktı ve konuşup duran bazı insanları yine başka bazı insanlar uyardı. Rehberin anlattıkları iyi duyulmuyor diye dışarı çıktık, ama bir süre sonra donduk. Bir de bir kıyıdayken diğer kıyı anlatılıyordu, her şey karman çorman oldu. Kışın gece, yazın ve ilkbaharda ise gündüz yapmak lazım bu geziyi. Tuna gezisine eklemeli konser, folklor, yemek, içki vs gibi pek çok seçenek var, hangisinden hoşlanırsanız, fiyatlar da ona göre değişiyor.
Son gün tabii Gabor bizi uğurlamaya geldi. Bize yine çikolata getirmiş. Biz de ona evi için aldığımız rendeyi ve nazar boncuklu anahtarlığı verdik. Minibus saatini yanlış hatırlamışız, konuşacak zamanımız kaldı. Gabor bize Peşte’yi Haziran’da ziyaret etmenin iyi olduğunu söyledi. Mayıs ayında konferanslar filan oluyormuş, oteller pahalı oluyormuş. Nisan ayı da soğuk oluyormuş. Ayrılmadan bir özçekim yaptık, Kartını da aldık tabii.
Şimdi efendim Budapeşte rehberinde bulduğum 10 Macar buluşunu paylaşmak istiyorum bitirmeden. Dolmakalemi Laszlo Biro bulmuş. Matematikçi John Von Neumann modern bilgisayarların temeli olan makineyi tasarlamıştır. Macar Elektrik Mühendisi Gabor Denes hologramı keşfetmiştir ve 1971’de Nobel ödülü almıştır Fizik alanında. Macar Teorik Fizikçisi Edward Teller Hidrojen bombasının mucididir. Word’ün ilk versiyonu Karoly Simonyi tarafından geliştirilmiştir, yine bir Macar. Leo Szilard Nükleer zincir reaksiyonunu keşfetmiştir, Einstein’a mektubu Manhattan Projesi ve atom bombasıyla sonuçlanmıştır. Bunları okuyunca keşke bir şey bulmasalardı bu Macarlar diyeceği geliyor insanın. Düşünmeyin siz kardeşim, lüzum yok. Pulitzer ödülü Macar Joseph Pulitzer tarafından kurulmuştur. Rubik küpleri de Ernö Rubik isimli bir Macarın başının altından çıkmış. Janos Hans Selye endokrinolog, stresi ele alan ilk kişidir. C Vitaminini keşfeden de yine Nobel ödüllü bir Macar bilim adamı, Albert Szent Györgyi. Bunları okuyuncaya kadar Macarların bu kadar önemli buluşlarla ilgili olduklarını bilmiyordum doğrusunu isterseniz. Unutmadan söyleyeyim adamlar yalnızca zeki değil, aynı zamanda güzel ve yakışıklı da. Sokaklarda, metrolarda şurada burada rastladığımız pek çok Macar hoş insanlardı. İkimizin de dikkatini çekmiş. Bir ara metroda şöyle bir baktım da pek çoğunu alıp manken yapsanız , çoğu kişi normal karşılar. Dergilerde gördüğümüz tipler de bunlardan pek farklı değil. Bunu da bu arada söylemiş olayım.
Bu geziyle 2018 gezi kontenjanımızı doldurduk. Bir süre inime girip dinlenmek istiyorum, dinleneyim, okuyayım yazayım. Hatta bundan sonraki yazım okuduklarım ile ilgili olacak, alıntılar için kitapları hazırlayıp üst üste koydum bile. Hafta sonu İzmir’e gidip gelelim, o yazıda buluşuruz inşallah, kalın sağlıcakla.