Karantinada günler çok hızlı geçiyor. Bilmem sizin için de öyle mi ? Alerjimin azdığı günlerde aldığım Zaditen sağ olsun, hayatımda yedi sekiz saat uyuduğum zamanlar gördüm. “Ama bu kadar yeter artık almayayım.” dediğim andan itibaren yine eski uyuma düzenime geri döndüm. Bir de yatağın içinde döne döne, sağlıklı, kesintisiz bir uyku uyuyamıyorum. Uyandığımda saat herhalde dokuz on olmuştur diyorum kendi kendime, bir bakıyorum, saat altı. Uyandıktan sonra tekrar uyuma gibi bir durum da söz konusu değil benim için. Yatma saatime gelince birden önce zaten uyuyamam. Bazen üçü dördü buluyor uyumam . Dörtte yattıysam da uyanma saatim sekiz. Kalkıp kitabın, Pc’nin filan başına oturuyorum sabahın köründe. Buna rağmen saat akşamın yedi sekizi oluveriyor birden. Nasıl oluyor anlayabilmiş değilim.
Bu günlerde hepiniz gibi ben de internette her zamankinden daha çok oyalanıyorum. Herkes sağ olsun tam mesai yapıyor olmalı ki, whatsapp gruplarından envai türlü siteler, bloglar tavsiye ediliyor. Serde merak da var, ona da bakayım buna da bakayım diye akşamı ediyorum. Hayır, çok yararlı olanları da var. Millet zoom toplantıları, seminerler , sanal müze gezileri hiç olmadığı kadar bilgilendi. Tabii o toplantılardaki teknik aksaklıklar, ciddi ciddi konuşan birinin arkasından söylene söylene geçen annesi, görüntü kapalı sanan katılımcının saçı başı karman çorman halleri, hatta bazı ünlü politikacıların, bakanların internette dolaşan tuvalette çekilmiş görüntüleri, zamanımızın alışıldık sahnelerinden oldu artık.
Ben zaten blog yazdığımdan ve Kore blogum nedeniyle Twitter, IG vs sosyal medyaya fena halde daldığımdan insanların birbirini nasıl linçlediğinden, saçma sapan etkileşimlerden filan her zaman haberdardım. Ama internet mesaisi arttığından mı, yoksa içeride kapalı kalmaktan olan oksijen azlığından mı nedir, paylaşım altlarındaki yorumlar beni fena halde germeye ve sinirlendirmeye başladı. Küçücük bir örnek vereyim. Geçen IG’da gezinirken Arzum Onan’ın hesabına rastladım. Heykel yapıyormuş, yaptıklarını paylaşmış. İşte bende de yorum okuma merakı var, bak geç değil mi ? Biri “Bunlarla uğraşacağınıza, fakirlere yardım edin.” yazmış. Altında da o yoruma yazılan başka yorumlar tabii. Hepsimi okumaya kalkınca ben nasıl bu insanlarla aynı havayı soluyorum noktasına geliyor insan. Tam bir akıl tutulması.
Benzeri başka bir olay yine geçen gün Only Her Story hesabında oldu Derya’ların. Hayatı paylaşılan bir kadına yapılan acımasızca bir yorum. Herkesi yermeye aklımıza ilk geleni söylemeye ne kadar meraklıyız. Empati denilen kavramdan ne kadar uzağız çoğumuz. Yeri gelmişken herkese bu hesabı öneririm. IG’da az rastlanan, ciddi sosyolojik değeri olan hesaplardan. İnsanları, kadınlarımızı, ülkemizde kadınlara yaklaşımı gözler önüne seren, öğretici, düşündürücü bir sosyal tarih hesabı.
Hayatlarımıza dokunmuş kadınların hikâyeleri/Fragments from life stories of “ordinary” women in Turkey açıklamasıyla bulacaksınız IG’da. Biz kimiz açıklamasının linki hemen şurada. Türkiye’de yaşamış kadınların hayatları anlatılıyor paylaşımlarda. Derya Atlas, Duygu Atlas ve Alp Mesut’un yöneticiliğindeki bu hesap hepinizin tanıdığı yakınlarınızın, akrabalarınızın hayatını da paylaşabileceğiniz bir mecra.
Bir ürün ortaya çıkarmak ister istemez insanların o paylaşımları eleştirebilmesini getiriyor bu bir gerçek. Ama insanlar empati yoksunu, ya da çoğu kez okuduğunu bile anlayamayacak düzeyde olunca, ya da yorum yazanlar her duruma at gözlüğüyle bakan kesimden olunca, yorumların insanı çileden çıkarmaması imkansız. Paylaşımı yoruma kapatsan bir dert, herkese açık bıraksan ayrı dert. Yani anlayacağınız karantina günlerimin bir kısmını da bunlara kızmakla geçiriyorum.
Daha önce mutlaka söz etmişimdir, çok eski doğum günlerimden birinde Ekmekçilikle ilgili bir eğitim hediye etmiştim kendime. Zaten Mengen genlerim sağ olsun, hamur işi merakım zirvede. Herkes karantina günlerinde ekmek yapmaya başladı, ben hep yapardım ama kilo alıyoruz diye epeydir vazgeçmiştim poğaçadan börekten, ekmekten. Ama dışarıdan alamayınca sabah kahvaltıları için yeniden ekmek yapmaya başladım. Kilo almıyor muyuz, evet alıyoruz. Her ne kadar öğün sayısını ikiye indirdiysek de yeteri kadar hareket edemediğimiz için kilo almasak da veremiyoruz zaten. Saklıköy’e gidersek bahçede çalışıp, yürüyerek biraz daha sağlıklı oluruz diye ümit ediyorum.
Bunun dışında Hüsam komodinleri ve portmantoyu boyarken ben de kabak boyamaya, kitap ayracı filan yapmaya devam ediyorum. Okumaya ve dizi izlemeye de tam gaz devam. Bir başka gün de onlardan söz ederim. Bugünlük bu kadar olsun.