Bahçede yeni kediler doğdu. Önce Mart’ta, sonra Mayıs’ta ve en sonuncusu da 4 Temmuz’da. Bir kısmı travmatik, bir kısmı değil.
İlk parti erkek kedilerin bir dişiye saldırmasıyla başladı. Kendisi de daha bir yaşında olmayan dişi Kimyon’u alıp Hüsam’ın alet kulübesine koyduk, hava soğuktu. Yavrulardan en açık tekir olan ertesi gün öldü, iki yavru hayatta kaldı, Nane ve Biber. Onlar yüzünden evi uzun süreli bırakamadığımızdan, kendilerini koruyabilecek büyüklüğe gelene dek yaklaşık iki ay epeyce zorlandık. Tam onları büyüttük, Kimyon’dan da küçük olan Maske dört yavru doğurdu kolaylıkla. Hem de verandadaki kedi evinin içine. Erkek kedilerin de olduğu verandada açıkta olduklarından endişelendik, hatta ben bi ara yavruları arka odaya aldım, ama anne açıkça evin içine girmek istemediğini gösterince tekrar verandaya çıkardım kutuyu. O minnak anne yavrularını gayet doğal olarak onca kedinin içinde büyüttü, gelen giden diğer kedileri kovalayarak.
En son 4 Temmuz’da altı aylık olan Ece doğurdu. Çok minnak olduğundan tek bir tekir yavrusu yaşadı, diğer ikisi ölü doğdu. Doğum süreci çok uzun sürdüğünden olsa gerek. Bir şey olursa veterinere götürür müyüz diye konuştuk aramızda. Geçen yıl olsa konuşmazdık bile. Veteriner ücretleri o kadar arttı ve eve giren kedimiz Boncuk için böbrek taşı ve böbrek iltihabı nedeniyle o kadar çok para ödedik ki, maalesef bunu konuşur hale geldik. Kedileri kısırlaştırmak lazım diyenlere, hem bazılarının vahşi olduğunu, hem süt verme ve hamilelik süreci haricinde ameliyat olmaları gerektiğini, hem de ameliyat ücretinin fazlalığını anlatmak için bile konuşmak istemiyorum. Bu işin etik yanına filan girmiyorum bile. Ama bugünlerde evcil hayvan sahibi olanların veteriner masraflarından ki bunların bir kısmı sadece aşıyı kapsıyor ve mamaları yıldığını biliyorum. Çok acı. Üstelik sokak hayvanlarına verdiğimiz mamalar da onları hasta ediyor. Buradaki hayvanlardan çoğu avcı. Maske iki gecedir ağzında yarasa yavrusu ile gelip “ Bak ne avladım!” diye haber veriyor gururla. Doğal yiyecekler daha faydalı, ama bunun için de belli bir büyüklüğe ulaşmaları gerekiyor. Bu arada hamile ve süt veren kedilerin ne kadar çok acıktığını bilseniz şaşarsınız. Veterinerlerin tavsiyesiyle eğer bulabilirsem akciğer haşlayıp, makarna ile karıştırarak veriyorum bazen.
Buradaki her kediye isim verdiğimden kaybolup ,öldüklerinde yemek yemeğe gelmediklerinde tabii ki farkına varıyorum. Soğuktan ve kimi zaman da zehirli bir ot yedikleri için ölebiliyorlar. Bazen ne olduğunu anlamadan ortadan kayboluyorlar. O zaman başka bahçe ya da sitededirler diye düşünüyorum iyimser bir biçimde. Bu da doğal ve hayatın bir parçası diye de kabulleniyorum. Yine de bahçenizde ölü bir kedi, daha da kötüsü yarısı olmayan yavru bir kedi görmenin şoku çok fena. ( Komşuma olmuş ikincisi ) Bu yıl hemen her bahçede iki üç kedi öldü. Komşularımız çoğunlukla yazın burada olduklarından çoğu kedileri besliyorlar, ama kışın az kişiyiz, iş kedilerin av gücüne kalıyor. Allah’tan ormana yakınız ve avlanacak hayvan var. Tabii bu yavru kediler için geçerli değil.
En şaşırtıcı şey bu yavruların eğitim sürecini izlemek. Anne etraftaki tüm erkek ve dişi kedileri kovalıyor bir kere. Yavrular yürümeye başladıklarında onlarla konuşması, çağırması ayrı tonda. Emzireceği zaman, bir tehlike olduğu zaman yanına çağırıyor. Ağaca çıkmasını öğretiyor, saklanmasını öğretiyor, tuvalet terbiyesi veriyor ve en şaşırtıcı olan yavruları babaları ile tanıştırıyor. Onlara olan tavrı farklı, Kimyon kulübeden çıkıp sarı Topaç ile hemen öpüşmüştü. Buraların tek sarmanı olan bu kediye bazen de Kıvanç Tatlıtüy diyorum. İş üstünde olduğu zamanlar kız kardeşimin görüp Nuri Alço demişliği de var.
Anne kedilerin yavrularına avladıkları kuş ya da fareleri tanıtıp, öğretmek için getirmesi de ilgi çekici. Geçen yıl Papyon yavrularına bir kızıl gerdan yakalayıp getirmişti. Bu yıl onun yavrusu Maske bir yarasa yakaladı. Kimyon ise kulübeye yavru br fare getirmiş. Kısa sürede yaşamın döngüsünü görebiliyorsunuz kedilerin yaşamında, hızlı çekim olarak.
Aslında geçen gün fotoğraflara bakarken aynısının bizler için de geçerli olduğunu bir kez daha düşündüm. Evlendiğimizden bu yana önce en yaşlılar aramızdan ayrıldı. Çoğu için kendimizi hazırlamıştık. Yine de onları bir kez daha göremeyecek olmanın üzüntüsünü duyuyorsunuz. Şimdi yavaş yavaş bizden önceki neslin de yok olduğunu görüyoruz. Bu artık sıra sizde demek. Nitekim yaşıt bazı akraba ve arkadaşlarımız öldü bile. Tabii çok genç ölüm deniliyor. Geçmişe baktığımızda Osmanlı zamanı için normal olan ölümler bunlar. Özellikle erkeklerin 40’lı 50’li yaşlarda öldüğü görülüyor. Zaten “ Yaş yetmiş, iş bitmiş.” sözü de bunu kanıtlıyor. Bir de “Yaş otuzbeş yolun yarısı eder’i “var Cahit Sıtkı’nın. Bu arada bu şiiri düşününce sizin de kulağınıza Hümeyra’nın sesi geliyor mu ? Ama şimdilerde yetmişler seksenler ölüm için genç. Ancak doksandan sonra daha rahat kabullenebiliyoruz.
Ölümü düşününce aslında hep erken. Yapacak bir ya da birden çok iş her zaman var içinizde. Yani belki herkes için geçerli değil, ama çoğumuz bu yaşta bir yerleri görme, ikinci bir üniversite okuma ( Kısmet olursa ben bu yıl Anadolu Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’ne kayıt olmak istiyorum. ) torun görme, beş altı kilo verme, yeni bir hobi edinme, roman yazma, yazlık satın alma gibi gibi hedefler koyuyoruz. Bu istek bahçenizdeki minik bir fidanın meyve verdiğini görmekten, mevcut iktidarın değiştiğini, tuttuğunuz takımın şampiyon olduğunu görmeye, yeni bir dil öğrenmeye kadar değişiklik gösterebilir. Ama insanı yaşatan umutları, hevesleri daha iyi olacağına dair beklentileri biraz da. Yaşam döngüsünü tamamlarken kafes içinde hamster gibi dönüp duruyorsunuz.
Geçtiğimiz ay Nazire Annem’in evine gittik. kardeşler için çocukluklarından beri anneleri babaları, kardeşleri ile oldukları ev, biz gelin ve damatlar içinse anılar daha az, ama daha değersiz değil. Etrafa şöyle bir baktım. Bir sandıkta hediye ederim diye biriktirdiği eşyalar, dolapta onu çok kez giyerken gördüğüm ceketleri, içtiği ilaçlar, bir sehpa üzerinde tesbihler, tarağı. Mutfakta yemek hazırlarkenki görüntüsü geldi gözümün önüne. Kocaman bir tencereye koyduğu dolmalar, uruk yaparkenki hali. Sonra fotoğraflarının içinden bazılarını aldım. “Ben fotoğraf biriktirmiyorum.”dedi eltim. “Nasıl olsa benden sonra atılacaklar.” Canım bakarsın atmazlar dedim, ama üç nesil sonrakiler zaten oradan buradan duyduklarıyla belki tanıyacaklar, belki tanımayacaklar bizleri. Ama bu herkes için geçerli. Ruhun ölümsüz olduğuna inansam da bu kişiliğimle yaşadığım hayat gün gelecek unutulacak. Eğitim sürecinin bir parçası olarak hep orada duracak tabii, ama yine de yaşadığın andaki gibi olmayacak. Babam öldükten sonra hep yine bana çaya gelecekmiş gibi gelmişti, saat üç olunca. Ya da sokakta köşebaşında, eczanede, şurada burada karşılaşacakmışız gibi. Dilkum’daki evimden kalkıp beş dakika uzaklıktaki o eve yürüdüğümde babamı ve anneannemi beni çaya beklerken görebilecekmişim gibi. Sonrasında bir de keşke şunu da sorsaydım, bunu da öğrenseydim diyorsunuz bilemediğiniz eski bir fotoğraf ya da belgeyle karşılaşınca. Annem doğum saatini bilmiyor mesela. Yükselen burcunu bulmak istediğimde “Aaa sormadım ben anneannene.”dedi. Bu arada anneannem 102 yaşında vefat etti. Bu küçücük bir örnek, daha neler var kim bilir sevdiklerimiz yaşarken öğrenebileceğimiz. Hoş dediğim gibi öğrensek de kaç nesil kalacak, sonrasında kaç kişi hatırlayacak? Ailenin tarihini yazanlar, ya da romanlaştıranlar bile o ölümsüzlük duygusunu yakalayamıyorlar. Hayatın döngüsü gereğini her zaman yerine getiriyor. Aşağıda büyük dedem Tüccar Terzi Arif Zeki Bey’in resmi var. Ressam Şeref Akdik’e yaptırmış. Dedem Sait Akay’ın askeri doktor olduğu yıllardan bir fotoğraf ve büyük amcam Ali Sevil Akay’ın askeri tıbbiye yıllarından bir fotoğrafı. Fotoğraftakilerin hepsi ölmüş gitmiş. O kısacık an ölümsüzleşmiş, ama nereye kadar. Ben anımsıyorum, çocuğum da belki anımsayacak, sonrası yalan. Bu fotoğrafların hepsi yok olduğunda o an da geçip gitmiş olacak. Ataol Behramoğlu’ndan ikide bir de alıntıladığım gibi :
“Odan, kitapların, duvarda resimler
Bahardır, bir kuş şarkısını söyler
Sanırsın böylece sürüp gidecek bu
Nasıl öyle sandıysa senden öncekiler”