Bütün yıl yazmayıp, yılın son günlerinde yılı değerlendirmeye başlayınca, yazma isteği doluyor insan nedense. Zaman çabuk geçiyor, geçen yılı değerlendiren yazı ile, yıl içi hedeflerimi anlattığım yazı arka arkaya geliyor, sonra belki bir iki yazı daha. Üstelik bu yıl 2023 değerlendirme yazısını yazamadan 2024 girdi bile.
Başlayıp bitiremediğim bir kitap var. Adı “ Yaşlandıkça hayat neden çabuk geçer ?” Baştan biraz okudum, sonra hayatın neden çabuk geçtiğini anlamanın, çabuk geçmesini engellemediğini düşünüp, okumayı bıraktım. Hayatın çabuk geçmesi biz ölmeden şunu da bunu da yapalımcıları çok rahatsız ediyor. Sanki aklımızdakilerin hepsini yapsak unutulmaz olacağız. En fazla iki üç nesil anımsıyor halbuki, o da şanslıysak. Hayır unutulmaz oluşumuzu öbür tarafa taşıyor olsak, hadi bir derece ki onun da kanıtı filan yok. Her birimizin farklı inançları var öte alem için, bazılarımız için öte alem diye bir şey de yok tabii.
İkigaini bulmak önemli. Bu konuyla ilgili daha önce yazmıştım. Hayatının anlamını bulma, yataktan kalkmak için bir sebebinin olması falan filan. Benim durumumda, yani hayatımın anlamının birden fazla olması, yorucu bir bakıma. Kafası kopmuş köpek gibi bir oraya bir buraya koşuyorum gün ağardıktan sonra. Bir masada iki çiziktirip, sonra kabak boyuyor, oturup dizi izlerken yün örüyor, sonra bir miktar yazıyor, ardından bahçe işlerine geçiyorum. Her koltukta, masada açılı bir kitap olması da cabası. Bir de kırsalda yaşamanın rutin işleri var, yapmasan olmuyor. Durumu açıklamak için biraz önce kaloriferin altında bulduğum şeyi paylaşayım. Hayır bir de her gün ev süpürüp, iki üç günde bir siliyorum. Gören de çöp ev sanacak. Hüsam da plastik oyuncak olmasın o demez mi ?
Bu çoğu fos olan Black Friday günlerinde Skillshare sitesi yüzde elli indirim yapmıştı, onu yakaladım. Oradan çizim derslerini takip ediyorum. Ama bu ara çok fazla açıp bakamadım ya, içimde bir huzursuzluk, sanırsın ev ödevini yapmamış ilkokul öğrencisiyim. Zaten oldum olası çalışkan öğrenci olma saplantısı vardır. Bu yıl ikinci sınıfını okuduğum Görsel İletişim Tasarımı Bölümünün derslerini de o anlayışla çalışıyorum, sınavları ağırlıklı ezberleme gerektirdiği için bir not almalar, bir aklımda kalsın diye formül yaratmalar, çok iyi bildiğim başka şeylerden çağrışım yaptırmalar filan, gören de Cern’de atomu parçalıyorum sanacak. Halbuki şöyle yan gözle baksam geçme puanı alacağım konular. Geçen “Sinema Tarihi “ünitesini okuyorum örneğin, Bisiklet Hırsızları’ndan girip, Potemkin Zırhlısı’na Hiroşima Mon Amour’dan 400 Darbe’ye her ayrıntıyı zaten biliyorum, gençliğim bu filmleri izlemekle geçmiş, ben tarih olmuşum zaten. Sinematekler, okulun sinema kulüpleri, ine bine gittiğimiz, bir filmden çıkıp diğerini izlemeye koşturduğumuz sinema festivali günleri filan kendi içimde epey bir nostalji yaşadım. Biletti, programdı bir ara biriktirdiğim yığını atmıştım bir OCD krizinde allahtan, yoksa bir de onun başına oturup saatler kaybedebilirdim.
Bence bizim gibi insanların asıl sorunu “saatler kaybedebilirdim” cümlesinin içindeki pişmanlık hissi. Bu hissi ne bileyim dinlenirken, yorulup bahçede biraz oturmuş etrafı izlerken, ya da bir kahve alıp bir şey izlerken yaşıyor olmak. Benim bir şey izlerken ütü yapmam, ya da örgü örmem de o yüzden sanırım. Yani o zaman boşa harcanıyor gibi geliyor ve aklımca daha işe yarar, ya da üretken olduğunu düşündüğüm bir başka işle birleştiriyorum. Sağlık için yürürken Korece çalışıyorum örneğin kulağımda kulaklık. Halbuki bahçede çiçekleri, böcekleri, kedileri izlerken sadece onu yapsam, ya da yürüyüşün ritmine bıraksam kendimi, gün içinde bel ağrısı ya da yorgunluk hissi olmadığı zamanlarda uzanıp yatıyorsam uzanıp yatsam, kendi kendime yapılacak işler var , tembellik etme demesem, çocukken yaptığım gibi duvarların pütürlerinden bir şeyler görme oyunu oynasam. Aynı zamanda Yeni Zelanda vatandaşı olan arkadaşım Esen bir zamanlar oradayken İstanbul alışkanlığı her yere koşuşturarak gittiğini, halbuki hayatın orada çok yavaş ve sakin aktığını anlatmıştı. Bir diğer arkadaşım Zerrin Yıllık yazıma” Yaşamak değil, seni bu telaş öldürecek” yazmıştı Özdemir Asaf’ın dizelerindeki beni sen yapıp. 1983 mezunu olduğuma göre kırk yıl geçmiş hala bir gram ilerleme yok. Bari hayatımın kalanı neyse bundan sonra olsun.
Bu arada ben bu zaman konusu ile ilgili daha önce de yazmıştım. Hilmi Yavuz’un Zaman şiirlerinden filan da söz etmiştim, arama çubuğuna yazınca 2015 yılından beri yazdığım pek çok yazı çıkıyor, Metin Eloğlu için bir yazı yazmışım, Salah Birsel için ayrı bir yazı ve başkaları için de yazılar, azıcık şurasından burasından okuyayım dedim, sonra yine “Vakit kaybetme Nilgün, bitir de gönder şu yazıyı” dedi içimden bir ses. Ben adam olmam!
Permalink //
Yaş 50 oldu ben artık seviye atladım ekranı ikiye bölüyorum , dizi seyrederken maillerime bakıyorum arada kanaviçe işliyorum..
Permalink //
Kolay gelsin 🙂 Ben ekran bölme işini Skillshare’den ders dinlerken Procreate’te uygulamak için yapıyorum, bana çok mail de gelmiyor zaten, hep fasa fiso. 🙂