by

Yıllar önce Atilla Atalay’ın Menekşe İstasyonu kitabında Ornitorenk öyküsüne rastladığımda gülmekten kendimi alamamıştım, hem de kahkahalarla. Aynı dönem çocuklarıydık ve o da benim gibi aylarca cikletin içinden çıkması gereken ornitorenk kartpostalı peşinden koşmuştu, ne menem bir hayvan olduğunu bilmeden. Hatta aynı benim gibi “Aslında yok böyle bir hayvan kandırıyorlar bizi “diye düşünerek. Ornitorenk bizim devrin

by

  Yürümeyi çok seviyorum. 1992 yılında geçirdiğim bel fıtığı ameliyatından sonra, artık yürüyüş ve yüzmeden başka spor yapamasam da, yürümeyi oldum olası severim. Yürürken  pek çok şey yapılabilir çünkü. Ben düşünürüm, etrafı gözlerim, müzik dinlerim, hatta içimden öykü yazarım. Günü değerlendirdiğim, planlar yaptığım, geçmişi, geleceği düşündüğüm,kedi sevdiğim, bulunduğum çevreyi didik didik ettiğim anlar yaşarım çoğu kez.

by

Gezi yazılarını seviyorum. Hem gezilen yeri, hem gezmeye gideni tanıtıyorlar, hem de  insanda gezme isteği uyandırıyorlar. O yüzden gezi yazıları içeren kitapları da biriktiriyorum. Hoşuma giden en eski gezi yazılarından biri sıradışı bir Jöntürk olan Ubeydullah Efendi’nin Amerika Anıları’dır. Üzerine biyografi dersi için kısa bir çalışma yapmışlığım da var. Ubeydullah Efendi kendi deyimiyle ” Dalgalı

by

Kore Dizisi izleyenler bilir, hemen hemen her dizide esas oğlan ya da kız en az bir kez görücü usulü randevuya çıkar. Bu buluşma, bir aile büyüğünün -ki bu bazen büyükanne, büyükbaba,  bazen de anne olur-  ısrarıyla gerçekleşir. Gençler bu randevulara pek gitmek istemezler;  ya yalnız takılmaktan hoşlanan uçarı kişilikleri yüzündendir, ya da ailelerinin onaylamadığı bir

by

Nedendir bilmem sevdiğim yazarların pek çoğu  intihar etmiştir.  Bunu farkedeli epey bir zaman oldu. Yeni okuyup sevdiğim bir yazar oldu mu, hemen hayat hikayesine bakarım, bir biçimde hayatına son vermiş olduğunu görmek benim için şaşırtıcı olmaz. Bir ara “Acaba ben de intihar eğilimli miyim?”  diye düşünmedim değil. Ama sonuçta şu sonuca vardım. Sanırım içinden, taa içinden

by

Çağdaşım pek çok kişi gibi, benim de  İngilizce öğrenme serüvenim Mr and Mrs Brown ile başladı. Allahtan farklı bir rota izledi de, daha sonraları İngilizce Öğretmenliği gibi bir işi bile üstlendim. Ama “Mr and Mrs Brown went to the seaside” cümlesi hiç çıkmamacasına zihnime kazındı. İngilizce öğrenme ve öğretme serüvenimde pek çok deneyim edindim. “Okullarda

by

Anais Nin, “Hepimiz seyahat ederiz, ama bazılarımızın yolculuğu başka yerleri, başka hayatları ve başka ruhları tanımak için sonsuza dek sürer.”demiş ve Pablo Neruda da “Yavaş yavaş ölürler seyahat etmeyenler” der bir şiirinde. “Yavaş yavaş ölürler okumayanlar, müzik dinlemeyenler /Vicdanlarında hoşgörmeyi barındıramayanlar./ Yavaş yavaş ölürler / Alışkanlıklarına esir olanlar, her gün aynı yolları yürüyenler / Ufuklarını

by

Biz  Nazım Hikmet’in ” Bir gönülde iki sevda olmaz, yalan olabilir” dizeleriyle büyüdük ve yine bizim için ” Yarin yanağından gayri her şeyde, her yerde, hep beraber” olmak da  önemlidir. Ama çevremize, dünyaya, tarihe baktığımızda her şeyin bu kadar da siyah beyaz olmadığı  bir gerçek. Bizim ailede seri tekeşlilik ve çokeşlilik küçüklüğümden beri gözlemlediğim bir unsurdur. Annemin

by

Aynı anda birden fazla kitabı okuma alışkanlığım yüzünden, her koltuğun ve masanın üzerinde pek çok kitap ya açık durumda, ya arasına konmuş kitap ayraçlarıyla sıralarını beklemekteler. En son yatağımın başucuna da raf alıp, okuma lambası koydum. Artık yatakta kitap okuma altyapım da hazır sayılır. Bu arada her kitap kurdunun bir süre sonra kitap ayracı merakı geliştirmesi çok

by

  “Issız bir adaya gitseniz yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu?” sorusu bana da  ilk kez ilkokulda sorulmuştur herhalde. Yanıtlar da pek çeşitlidir. Kimi yalnız olmak istemediği için- O zaman ne diye ıssız adaya gidiliyor değil mi ? – en çok sevdiği kişileri almaya çalışır yanına, kimisi de pek zekidir, makas, çekiç, tornavida filan alır.