Gezi yazılarını seviyorum. Hem gezilen yeri, hem gezmeye gideni tanıtıyorlar, hem de insanda gezme isteği uyandırıyorlar. O yüzden gezi yazıları içeren kitapları da biriktiriyorum. Hoşuma giden en eski gezi yazılarından biri sıradışı bir Jöntürk olan Ubeydullah Efendi’nin Amerika Anıları’dır. Üzerine biyografi dersi için kısa bir çalışma yapmışlığım da var.
Ubeydullah Efendi kendi deyimiyle ” Dalgalı bir ömür” geçiren kişilerdendir. Amerika Gezi anılarını Salah Cimcoz ve Şair- i Azam Abdülhak Hamit Tarhan Beylerin ısrarı ile yazmış ve bu iki dostuna ithaf etmiştir. 1893-1895 yılları arasında iki buçuk yılını Amerika’da geçiren Ubeydullah Efendi anılarını 1925 yılında kaleme almıştır. Amerika’ya gitme nedeni Chicago’da Colombus Dünya Sergisi’ne katılmaktır. ” Beni İstanbul’da tutmaya imkan kalmamıştı. Çünkü Amerika’da bu büyüklüğün bulunacağı muhakkak iken, benim gibi itikadınca sırf büyük adam olmak için doğmuş bir herifi İstanbul’da alıkoymak mümkün olur muydu ?” der.
1893 yılında pasaportsuz bir kaçak olarak, üzerinde üç kat iç çamaşırı, elinde şemsiyesi ile bir kelime İngilizce bilmeden, Paquet Kumpanyasına ait bir vapura bindiğinde ” Korkma, artık zalim milletten kurtuldun.” ayetini okur. ( Kur’an, Kasas 28/25) Marsilya’ya vardıktan sonra da, önce Paris, sonra Londra’ya ulaşır ve dostu Abdülhak Hamit’in yardımıyla pasaportunu alır. White Star Line Kumpanyasının Cermanik vapuruna bindiğinde maceraya hazırdır. Ama denizden korkmaktadır. Kendi kendine ” Be adam, ne durmaz oturmaz mahluksun. Amerika’da işin ne? Hiç bu Bahr-i Muhit geçilir mi? Bilmiyor musun ki Bahr-i muhit seyahatine çıkanın şehadeti makbul olamayacağına fukahadan kail olanlar var.” der.
Ubeydullah Efendi macerayı ve konuşmayı şehvetle sever. Dünyanın en güzel yemekleri önümde olsa, ölüm derecesinde aç olsam bile, bir söz söylemeye fırsatım olsa önümdeki yemeyi unutur, söze başlarım, der. Yalnız kalmaktan da hoşlanmayan bir insandır. Vapur bir sise girdiğinde, başka vapurlarla çarpılmasından korkulmuş, herkes yürek çarpıntısı geçirmiştir. Ubeydullah Efendi ” Dünyada bu kadar şiddetli bir korku içine düştüğümü bilmem. Bu korku bence yalnız müsademe korkusu değil, şu dünyanın içinde yalnız kalmış olmaklığın kalbe vereceği vahşet ve dehşet idi. ” demektedir. Amerika’da Miss Meysın ile ( Eenni Mason ) tanıştığında ” Ben artık yalnız değildim ve ruhnevaz (ruh okşayan) bir eşim vardı.” diyecektir.
Gezi Anılarında Ubeydullah Efendi’nin Müslüman kimliği de öne çıkar. Ubeydullah Efendi dindar olmasına karşın, müslümanların kemikleşmiş inançlarını sorgulayan bir yapısı vardır. Bu milleti diğer medeni milletlerin gerisine düşüren nedenlerden en önemlisinin musikinin haram sayılması olduğunu söylemiştir. ” Musikiyi haram eden din imiş. Estağfurullah! Bu söz hezeyanın en büyüklerindendir. Musiki ruhun gidasıdır. Gıda’y-ı ruh hiç müslümanlık gibi ruhperver bir dinde haram olur mu ? Gıda’y-ı ruhdan mahrum bırakılan insanları hayvandan farklı bir halde görmek pek müşküldür.” der.
Amerika’da tren ile seyahat ederlerken lokomotifin vapur ile gölün karşısına geçmesi karşısında büyük şaşkınlık içinde şunları söyler : ” Hey Yarabbi! dedim. Nelere kadir değilsin. Senin için güçlük mü var? Ey Yüce Tanrı! Sen değil miydin alemi tufana saldıktan sonra içine her mahluktan bir çift koyup da Nuh’un gemisini deryalarda yüzdüren ? Ya Rabbelalemin ! Amerikalıları şimendiferleriyle deniz gibi göllerde gezdirdiğin halde, bizi Sultan hamid gibi bir hımbılın elinde zar u zebun ( zayıf, güçsüz biçimde ) Kağıthane deresinde boğuyorsun. Acaba bundaki hikmetin nedir? Ya erhamerrahimin!”
Ubeydullah Efendi’nin kadınlara zaafı vardır. Etrafında güzellik ve güzeller görmekten hoşlanır. Chicago sergisinde seyrettiği revüdeki kızları şöyle anlatır : ” Şimdi düşünün ey ashab-ı mütalaa! Dokuz yüz genç kız, on on bir yaşından tutunuz da, on sekiz on dokuz yaşına kadar, vücutça zaten hepsinde tenasüb-ü endam var. Bundan başka boyca dolgunlukla yeniden tenasüp arayarak saflara taksim olunmuşlar, ipekler giymişler, hepsinin yüzü güzel, hepsi ter ü taze, bir sahnede içtima etmişler, tüllerinin rengi toz pembe, eller bileklere kadar açık, hepsi aynı vaziyeti almış, size nazır duruyorlar. Bana ne hal geldi biliyor musunuz? Az kaldı : Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu/ Çıkmış cennet bülbülleri öter Allah deyu deyu” ilahisini bağıra bağıra okuyayım. Eğer yanımda Miss Meysın olmasaydı, şüphe yok ki kendimi zabt edemeyecektim.”
Geziden 30 yıl sonra yazılan anılarda Ubeydullah Efendi Türk kimliğini de açığa çıkarır. Amerika’yı Türkler mi keşfetti? diye bir bölüm açmıştır. Özgürlük heykelinden söz ederken de heykeli, Miss Liberty isminden yola çıkarak” Dul yahut evli bir hanım değil, kızoğlankız bir hanım” diye tanımlar. ” Gönül isterdi ki Gazi’mizin böyle cesim bir heykeli Kızkulesi’ne dikilsin ve elinde yine bir fanus ile Asya’yı tenvir ediyor gibi gösterilsin ve fanus elektrik ziyasıyla hakiki surette Marmara’yı tenvir etsin.” der.
Ubeydullah Efendi’nin bir başka kişilik özelliği de girişimciliğidir. Sergi sırasında çıkan Türkçe gazetede muharrir olarak çalışmış, sergi bittikten sonra keten helvacılığı yapmıştır. Washington’da şekerciler sergisine katılmıştır. Dükkanın duvarlarını halı ve seccadelerle süsleyip, bir de ” Bu da geçer yahu” levhası asar. Başında kırmızı fesiyle sergide “silk kendi” diye bağırarak keten helvası satmaya başlamıştır. Bir gün Türkiye’nin Washington elçiliği başkatibi gelerek,” Sizin yeriniz burası değil, İstanbul’da Şura’yı devlette bir kürsü sizi bekliyor.” dese de, kabul etmez. Çünkü hürriyet aşığıdır. Onu bu derbederliğe, serseriliğe sevk edenin ülkesinde özgürlük olmaması olduğunu söyler. Bu yüzden bir buçuk yıl hapse atılmış, beş buçuk yıl sürgüne gönderilmiş, on yılı da kaçaklıkla geçmiştir. Amerika’dayken Sultan Hamid için övgü dolu sözler yazan bir gazetede çalışmış olması, onu utandırır, zaafına yenik düştüğünü söyler. Ubeydullah Efendi yaldızlı bakır tellerle kadınlara Latin harfleriyle isim yapmasını öğrenir. Küba adasında aynı işi yapar. sattıklarını pahalı bulan pazarcı esnafı tarafından saldırıya uğrar. Panorama ile Şark manzarası seyrettirir, seyyar dolmacılık, pilavcılık, amelelik, kuşçuluk, sandalcılık yapar. Bir ara bir semaver edinerek çaycılık dahi yapmıştır. ” Küba çarşısında köfte kızartıp, sattığım zamanın zevkini krallarla konuşurken bile bulamadım.” demiştir. O insanın küçüldükçe büyüdüğünü düşünenlerdendir. ” Eğer istediğim kadar küçülebilseydim, bugün daha büyük olacaktım.” der.
Ubeydullah Efendi gezi anılarında, kendine güvenen, kendisini sevdirmekten hoşlanan, kendisi ile barışık, yalnızlıktan hoşlanmayan, konuşmayı şehvetle seven, analitik düşünebilen bir karakter çizmektedir. Girdiği her ortama uyum sağlayabilir. Hem helva, hem de halva demeyi becerebilen, ancak farklı olmak ve dikkat çekmek adına halva denilecek yerde helva, helva denilecek yerde halva demeyi yeğleyen bir insandır. Kelimenin tam anlamıyla nev-i şahsına münhasır bir kişidir. Amerika anıları gibi Malta, Afganistan ve İran Hatıraları da okunmaya değer bilgiler içerir. Meraklısına duyurulur.
Permalink //
Süper olmuş! Hem okudum hemi de güldüm:))
Bunu face’te paylaşmak isterdim ama nasıl yapıldığını bilmiyorum… bir de tabi sana uyar mu uymaz mı:)
Permalink //
Paylaşabilirsin Oğul, yazının içine girip linki copy paste yapacaksın sadece.
Permalink //
Canım Kuzenim kalemine yüreğine sağlık yine çok güzel yazmışsın. Seni çooooooooook seviyorum.
Permalink //
Teşekkürler Beyhancım, ben de seni çok seviyorum.