Valizlerimiz de geldikten sonra daha düzgün giyinebildik. Sıcak değil, soğuk da değil. Hava 16-20 derece civarlarında. Tam benim havam yani. Ben güneşten nefret ederim, güneşli sıcak havadan da. Nemden ne kadar nefret ettiğimi söylememe bile gerek yok sanırım. Deniz severim, ama güneşte durmadan girip çıkmalıyım. Zaten güneş alerjim de vardır. Tüm çocukluğum gözlerim ve dudaklarımın davul gibi şişip durması ve ancak alerji iğneleriyle geçmesi anılarıyla dolu. O yüzden Temmuz ve Ağustos aylarında mümkünse tatile çıkmama gibi bir alışkanlığım da var. Saklıköy yayla gibi olduğundan burada yaza dayanabiliyorum. Kore’de Haziran sonundan başlayıp, Temmuz ve Ağustosa kadar muson yağmurları var ve sıcak. O yüzden geldiğimiz mevsim benim için harika. Zaten Kore’ye gidecekler için, Eylül – Kasım arası en iyi mevsim. Nisan Mayıs ayları da kiraz çiçeklerinin açtığı, ilkbahar mevsimi, güzeldir. Ben sanırım bir daha gidersem, ilkbaharı tercih edeceğim.
Sabah yola çıktığımızda şöyle bir şey gördüm. Bunlar da kullanılmış kitapları, eski defterleri bu biçimde satıyorlar sanırım. Bizim eskicilere benzemiyor mu ?
Bugün orada burada dolanıp, buralı gibi davranmanın ötesinde turist gibi davranıp gezdiğimiz yerler de oldu. Bunlardan biri Insadong. Burası bizim İstiklal Caddesi gibi bir yer. Yerel sanatçıların dükkanlarının bulunduğu bir cadde. Çaydanlıklardan, giysilere, hediyelik eşyadan, geleneksel giysilere- ki Kore’nin geleneksel giysisi Hanbok. her şey var. Ben şimdiye kadar Hanbok’un yakıştığı çok kimse görmedim. Düğünlerde filan giyiyorlar bunları, özellikle gelin ve damadın annesi. Gelin ve damadın da düğünün geleneksel kısmında giydiği oluyor. Yalnızca Kore’nin ünlü üçüzlerini bu kıyafetler içöinde sevdim. ( Dehan Minguk Manse ) Bunlar The return of the Superman diye bir showda oyuncu olan babalarıyla birlikte yer alıyorlar. Song üçüzleri Asya oyunlarının açılış törenine babalarıyla birlikte katıldılar. Adamcağız bunları taşıyacağım diye öldü zavallım. İsimlerinin birleşimi Yaşasın Güney Kore anlamına geliyor. Bu programda ünlüler çocuklarıyla zaman geçiriyorlar biz de seyrediyoruz. Bir kaç örnek vermeden geçmeyelim, çünkü ben kendilerine bayılıyorum.
Bu da 2000 Miss Koresi Kim Sarang, şimdilerde oyuncu, Dünya Milli Giysi dalında birinci olmuştu :
Efendim, şimdi magazin dünyasına da adım attığımıza göre, devam edebiliriz. Insadong’da birbirimizden ayrılarak dükkanlara dağıldık. Herkesin ilgi alanı farklıydı çünkü. Ara ara birbirimize rastladık tabii. Hatta bir yerde kahve içtik. Ben otantik giysiler satan bir yerden bir yelekle, kapşonlu mor bir ceket aldım. Seramikler, mücevherat, çiçekler her tür eşyanın olduğu dükkanlar vardı.
Şurada da Korece Staboksu kopi yazıyor, Starbucks yani 🙂
Bir yerde liseli kızlar bizi durdurup Burak ile fotoğraf çektirmek istediklerini söylediler. Öğretmenleri turistlerle İngilizce konuşun, sonra da fotoğraf çektirin diye ödev vermiş. Artık ne kadar doğruydu bilmiyorum, ama o her zamanki victory işaretini yaparak fotoğraf çektiler. Asyalılar bu işareti yapamazlarsa fotoğraf olmamış oluyor galiba.
Bu kış benim neyim eksik diye, Saklıköy’de ben de böyle bir poz vermiştim :
Bugün ayrıca kitapçı ve müzik shoplara da baktık Burak ile. Arkadaşım için Junsu’nun bir albümünü arıyorum, ama bulamadım. Kitapçılara gelince, Korece olan kısımlar haricinde İngilizce Dil Öğrenme kitapları kapılardan taşıyor. Nasıl bir merak millette, inanılmaz. Öte yandan dilleri dönmüyor gariplerimin. Konuştuklarına İngilizce demeye bin şahit ister. C’lere z diyorlar mesela. Angel / encıllar oluyor enzıl. Onlarda l ve r aynı harf olduğundan orada da sorun çıkabiliyor. Özellikle KPOPçıların Engrishleri çok komik. Çok istekli olduklarından aralarında yurtdışında bulunup da akıcı İngilizce konuşanlar varsa, bununla çok gururlanıyorlar.
Bugün National Museum Of Korea / Kore Ulusal Müzesine de gittik. Aslında burada pek çok müze var. Ama kalacağımız gün sayısı az olduğundan ancak iki tanesini gezebileceğimize karar verdik. Owl / Baykuş Müzesi vardı mesela önünden geçtik, ama giremedik. halbuki baykuşlara ne denli meraklı olduğumu beni tanıyanlar bilir. Kore Ulusal müzesi ülkenin en önemli tarihi objelerini kendinde toplamış. Kore tarihini kronolojik bir biçimde görebiliyorsunuz. İyi düzenlenmiş bir müze, insanı başı dönmüyor gezerken. Paleolitik çağdan, Üç krallık devrine ve Şilla, Goryeo ve Joseon İmparatorluklarına kadar her devirle ilgili tarihi objeleri görebiliyorsunuz. Mücevherat, seramik objeler, Budist resimler, pek çok şey var.
Akşam Hyundai Department Store’a gittik. Azıcık mağaza gezdik, yemeği de orada yedik. Şimdiye kadar yediğimiz şeylerin çoğundan memnun kalmadık. Görünüşü güzel olsa bile baharatları fazla gelmiş oluyor genellikle. Minik minik bir dolu side dish alıyoruz, deneyip deneyip iyyk yapıyoruz, halimiz ne olacak bilmem. Ama Hüsam Bibimbap’a t( karışık pirinç ) takmış durumda, sebzeli pirinçlisini yiyor. Bap zaten pirinç demek Korece, ama aynı zamanda yemek de demek. Yani adamlar için pirinç demek yemek demek oluyor. Ramyon ( onların noodle’ı ) ve bap her yerde. Tabi gogi, et de çok önemli. Masaların üzerinde ızgaralar var, habire et yiyorlar. Etleri makasla kesiyorlar. Su ürünleri de yaygın. Her gittiğimiz yerde mantı türü şeyler de gördük. Burak her gördüğüne burun kıvırdığı için, asıl yememiz gereken geleneksel şeyleri deneyemedik. Japonya’da da böyle yememeye devam edersek resmen kilo verip döneceğiz.
Permalink //
Paylaşımın için teşekkürler…
Permalink //
🙂 Ben teşekkür ederim.
Permalink //
Çocukken başucu kitabım olan Çin Masalları,birkaç senedir başuğraşım olan yoga ve şimdilerde K/Drama merakım yüzünden uzakdoğu gerçekten görmek istediğim yerlerin başında geliyor.Ama temizlik takıntım ve yemek seçiciliğim,herşeyi yiyememem ve özellikle hayvansal gıdaya karşı oluşum yüzünden gidemiyorum,ki siz de en çok yemek sorunu yaşamış gibisiniz.Yine de çok kıskandım,tabuları yıkıp herşeyi denemeyince yaşadığınızı da anlamıyorsunuz çünkü.Çok güzel anlatmışsınız yanınızda gibi hissettim kendimi.
Permalink //
Bir şekilde yenebilecek şeyler bulunuyor. Etsiz yemekleri de var 🙂