Sanırım Şubat ayından beri yazmıyorum. Bunda blogdaki bazı aksaklıkların etkisi olduğu gibi, başka işlerle daha yoğun ilgilenmemin de etkisi var. Öbür bloga iki üç günde bir yazıyorum, o yüzden ondaki teknik aksaklığı da daha önce düzelttik. Düşündüm taşındım, bu bloga yazma biçimimi değiştirmeye karar verdim. Sanırım daha kısa, daha sık günlük biçimi yazmaya geri döneceğim. Böylece her gün kısa da olsa yazabilirim. Tabii kısa yazmayı becerebilirsem. Örneğin bugünkü yazımın uzun olacağı şimdiden kesin gibi.
İlkbahar benim için toprağa yöneldiğim dönem oluyor genellikle. Ön hazırlıkları yaptığım dönem. Tohumdan fideye başlıyorum. Sonra belirli büyüklüğe gelmiş fideleri bahçeye şaşırtıyorum, toprak sıcaklığı 18 dereceyi geçince. Tüm yaz taze sebze yiyebilmenin tabii ki belirli bir zahmeti olacak. Şu anda şehirdeki evimin iki balkonu da fidelerle dolu. Bu yıl İskoçya Dumber Close’dan topladığım çeşitli renklerdeki çiçekleri de diktim ve pek çoğu ufacık ufacık çıkmaya başladı. Onları da önceden belirlediğim yerlere dikmeyi planlıyorum. Bu yıl iki üç tane daha sebze yatağı düzenleyip bir de küçük ördek havuzu yapma düşüncemiz var. Bahçeye iki yeni ağaç fidanı diktik. Bir ıhlamur ve bir iğde. İkisi de benim için önemli ağaçlardan. Ihlamur benim gibi kışın boğazı ağrıyan birine yararlı, iğdeyi de çok severim. Üstelik her ikisi de çok güzel kokan ağaçlardan. Kokuların benim için önemi büyük. Sanırım daha önce de söz etmiştim. En sevdiğim çiçekler de kokulu olanlardır. Leylak, yasemin, mor menekşe, akşam sefası, mor salkım, hanımeli. Mor menekşeyi yetiştirmekte pek başarılı olamıyorum. Halbuki Seferihisar’daki evimizde annemin diktiği çok güzel büyümüştü. Mis gibi de kokardı. Şimdilerde menekşe denilince çoğu kişinin aklına hercai menekşe ya da evlerde yetiştirilmesi pek moda olan Afrika menekşesi geliyor. Halbuki esas kokulu olan minik mor menekşe en güzelidir. Bu yıl yine tohumlarını aldım. Belki biraz daha özenli olursam bu yıl başarabilirim diye düşünüyorum.
Bu yıl İngiltere’den aldığım bal kabakları ve tatlı kabakların dışında, sert iki bölmeli ve uzun boyunlu asma kabaklarından da diktim. Böylece kırılgan olmayan kabakları boyama fırsatım olacak diye düşünüyorum.
Çileklerim geçen yılki su deposu felaketini atlatmış gözüküyorlar. Tam aralarına depo inşa ettiğimiz için, çoğu meyve vermemişti. Dolayısıyla bu yıl reçel yapabileceğe benziyorum.
Eğer son anda bir hastalık vurmazsa erik, kızılcık ve ayva reçeli de yapabilirim. Geçen yıl son anda ayva hastalanmış ve hiç bir meyve alamamıştık. Hiç bir şeyin garantisi yok. Bazen organik ilaçlama işe yarayabiliyor, ama ben ilaçlamamaktan yanayım. Hangi meyve ya da sebzeye hangi böcek ya da tırtıl gelmiş, ilaçsız nasıl baş edebilirim, onu araştırıyorum.
Sitemizin yakınında bir market sahibinin çiftliğe evrilmekte olan evi ve bahçesi var. Her geçişte özeniyorum. Çünkü adam keçiden kuğuya, hindiden tavuğa, hatta ineğe kadar her bir hayvanı alıp beslemeye başladı. Ekip biçiyor da. Tabii hiç bir şey estetik değil. Örneğin bir kum tepesi var, keçiler onun üzerinde oturuyor. Çamurlu suyun olduğu bir delikte de – yani gölet ya da havuz filan değil- ördekler ve kuğu yüzüyor. Biz niye böyleyiz bilmiyorum. Yani niye özensiziz? Her şey yığılmış bir biçimdedir genellikle. Köy yolundan geçerken bakıyorum, seraların geçen yılki naylonları çıkarılmış bir kenara atılmış öylece duruyor. Zaten doğada yok olmayan şeyler. Topraklar , taşlar gübreler her yere saçılmış. Göz zevkini bozan her bir şey ortalıkta. İneklerimiz koyunlarımız simsiyah. İskoçya’ya gittiğimde yemyeşil çayırlara yayılmış beyaz tüy taneciklerini gördüğümde nasıl sevinmiştim. Köpekler, kediler bile bakımsız. Bunun fakirlikle filan ilgisi yok bence. BMW’sinden bira kutularını dışarı atan insanların ülkesinde yaşıyoruz, ya da tarihi cami çinilerinin arkasına kalorifer peteği koyan insanların. Tabii estetik kaygısına gelene kadar insan haklarından, özgürlüğe insanı sıkım sıkım sıkan pek çok şey var, ama şimdi durduk yerde hem kendimi hem okuyanları iyice sinir etmeyeyim, güzel şeylerle başladım, güzelliklerle devam edeyim olabildiği kadar.
Bu yıl bahçeye yeni kediler gelmeye başladı. Bir tanesi şu aşağıdaki sarman kedi. Erkek bir kedi olduğundan Miço bunu pek sevmeyecek sanırım. Bir lekesiz siyah iki üç tane de siyah beyaz kedi var. Yemek koyduğumda gelip yiyorlar. Ama hepsinin babası olan tomcat Eşref daha görünmedi. Alt sitedeki kapıcı beslediği için gelmiyor sanırım. Geçen yıl Yo Na adını koyduğum siyah beyaz dişi de yok ortalıkta.
Mayıs sonunda Kore’ye gideceğimiz için Kore’ce çalışmalarımı yoğunlaştırdım. Zaten sürekli dizi ve film izlediğim için her gün en az bir iki saat Korece duymuş oluyor kulaklarım. Kore ile ilgili iki kitap okudum. Bugün biraz onlardan söz edeyim.
Kitapların ilki 316 Gün Küçük Kartal’ın Kore Günlüğü. 2014 Basımı. Albay Nuri Pamir’in Kore Savaşı Günlüğü ve Mektupları. Kızı Puna Pamir ve Erhan Çiftci yayına hazırlamışlar. YKY’larından çıkmış.
Kitapta en yüksek rütbeli şehidimiz olan Albay Nuri Pamir’in Kore’de görevde olduğu yaklaşık bir yıl içinde karısı ile olan yazışmaları var. Albay ve eşi eski Türkçe yazışmışlar. Mektuplar Erhan Çiftci tarafından çevrilmiş.
Kitap kızı Puna Pamir’in teşekkür ve ve Erhan Çiftci’nin Kore Savaşı ile ilgili açıklamasıyla başlıyor. Daha sonra savaş sırasında tercümanı olarak görev yapan Refik Erduran’ın bir önsöz yazısı yer alıyor. Erduran kendisinin maço ve aldatan kişiliğinden bahisle, albayının nasıl karısını seven, sadık ve sevecen bir kişi olduğunu anlatmış. Sözlerini “ Toplumumuzda sevgi kıtlığı değil, neredeyse yokluğu acı bir gerçek. Nefret kaynaklı kutuplaşmalar hızla tırmanıyor. İki cins arasında bile acayip bir düşmanlık yoğunlaşmakta. Pek çok kesimde kadın kız hırpalamak, ezmek , öldürmek rutinleşti. Oysa Nuri Pamir ile Meliha’sının birbirlerine yazdıkları mektuplarda aşklarının, has ekmek gibi gerçeklik kokusu var buram buram” demiş. Doğru da söylemiş. Mektupları okuyunca Albay Pamir’in ne kadar naif, sevecen, aşkla dolu, duyarlı ve dürüst bir insan olduğunu görebiliyorsunuz. Günlük ve Mektuplar hem Kore Savaşı hakkında, hem de o dönemde Türkiye’de yaşayan ailesinin yaşamı hakkında ipuçları veriyor. Mektuplardan ve günlüklerden kısa parçalar yazacak olursam :
Sabah oldu. 26 Nisan 952
Bugün Meliha’mla nikahlandığım günün 24. Sene-i devriyesi. Bu suretle bugün Meliha’mla 24. Seneyi bitirmiş, 25. Seneye girmiş oluyoruz.
26 Nisan 928 günü Tekirdağ’ında başlayan mesut ve temiz hayatımız Allah’a şükürler olsun bütün temizliği ve saadeti ile devam ediyor. İki evladımız var. Her şeyimiz tamam, yalnız bir evimiz noksan. Onu da elbet halik-i sevda ve aşk bize ihsan edecektir.
…….
Bugün Kore’de bulunuyorum. Meliha’m Ankara’da, evlatlarım Ankara’da. Evlendiğimiz günün 25. Senesini Meliha’mla birbirimizden ayrı yerlerde idrak ediyoruz. Aşkımız ve saadetimiz devam etsin de bu günler de geçer. Ve kavuştuğumuz zaman bu ayrı günler derhal unutulur.
Şimdi Meliham’a mektup yazıyorum ve bugüne kadar sağ salim şeref ve sıhhatle kimseye muhtaç olmadan ulaştığımız için onu tebrik ediyorum.
Tokyo 16 Şubat 952
Efendimin Huzuruna
Benim ruhum, benim canım, bir tanem Meliha’m;
Bu mektup Tokyo’dan yazdığım ikinci mektubumdur. Türk İrtibat Heyeti karargahından yazıyorum. Yattığım otel Daiti’dir. Bu otel izinli gelen üstsubaylara tahsis edilen oteldir. İkinci gecemi geçirdim. Dün sana kızıma öteberi aldım.
………..
28.11.51 tarihli mektuptan Meliha Hanım yazmış :
………..
Bizler hamdolsun iyiyiz. Puna büyümeye çalışıyor. Tolon derslerine devam ediyor. Bugün okulda yatması söylenmiş. Artık gece yoklaması koymuşlar. Bakalım ne yapacak. Eğer binbaşı Burhan Bey müsaade etmezse tabii yatacak. Tolon’un kızlardan hiç rahatı yok. Sık sık kızlardan mektup geliyor. Kore kahramanının oğlu Tolon diye. Bazen mektubun içinden çiçekler çıkıyor. Randevuya çağırıyorlar. Bu asrın kızları pek berbat. Hayırlısı ile gel biz de oğlanı bir yere bağlayalım. Belki o zaman rahat olur.
……………..
Canım Nuricim, Allah artık bizleri hiç ayırmasın. Bu arada uzun ve iyi seneler yaşatsın. Sana henüz tahsisat gelmedi diye yazmıştım. Bu ay herhalde alırız. Paraya hamdolsun ihtiyacımız yok. Fakat senin yokluğunda masraf yine aynı. Hiç para arttıramadım. Aldığımız sarf oluyor. Kömür aldım. Telefon taksiti vesaire. Yalnız verdikleri tayin bedeli işledikten sonra onu çocukların defterine iki ay yatırdım. Tolon’un kitap gömlek masrafı oldu. Elbise taksitle ödeniyor.
Sabah oldu. 20.1.952
Bugün öğleyin generalin gelme ihtimali var. Öğleden sonra vekaletim sona eriyor. Vekaletim esnasında 3. Taburdan kazaen bir er öldü. Tüfek muayenesi esnasında er bar tüfeği dolduruyor ve namluya bakıyor, bu esnada tüfek patlıyor. Tüfek beynini dağıtıyor. Tahkikat yapıldı, kimsenin sun-i taksiri olmadığı anlaşıldı. Er Şükrü 6452 şehit. Bir de viski kaçakçılığı vakası cereyan etti. Havan bölüğünden bir üsteğmen ile bir gedikli, bizim bundan evvelki bölgemizde cephede viski satarken Amerikan askeri polisi tarafından yakalanmışlar. Onları getirdik, tahkikatı devam ediyor.2.3 firar vakası var.
31.5.952 tarihli mektuptan :
Burada her taraf çamlar ve ağaçlarla örtülü. Gece gündüz bu muhteşem ve tabiatın korkunç dekoru içinde tayyare, top, makineli tüfek ve tüfek sesleri arasında sanki bu haller tabii birer hadise imiş gibi yaşıyoruz. Yaşatan Allah yaşatıyor. “
Hep kızına oğluna ve sevgili eşine kavuşma hayalleri içinde yazıp duran albayın öleceğini bilerek yazdıklarını okumak çok iç parçalayıcı. Bu gidişimde Pusan’a da gitmeyi planlıyoruz. Albay Nuri Pamir’in mezarını da ziyaret ederim inşallah.
Okuduğum ikinci kitap Bilgi Üniversitesi Yayınlarından çıkmış. Kore savaşı Uzak Savaşın Askerleri adını taşıyor. Derleyen Mehmet Ali Tuğtan. 2013 basımı. İçinde Kore ile ilgili makaleler var. Nuri Bilge Criss’ten Soğuk Savaşta Uluslararası Siyasetin Kore Savaşına Etkisi ( 1946- 1953) Küresel Bir Tarih denemesi, Ali L. Karaosmanoğlu’ndan Kore Savaşı’nın Siyasi Stratejik İkilemleri, Mehmet Ali Tuğtan’dan Kore Gambiti Türkiye’nin Nato’ya Giriş Süreci ve Kore Savaşı, Mesut Uyar’dan Bir Muharebe İki Görüş: Kunu-ri Muharebesi Kaynaklarına Eleştirel Bir Bakış, Serhat Güvenç’ten Kore Savaşı ve Türk Ordusunun Dönüşümü 1950-1960, l. Hilal Akgül’den DP Hükümeti’nin Kore Savaşı’na Asker Gönderme Kararı Karşısında CHP Muhalefeti, Nur Cangül Örnek’ten Cepheden Mektup Bekleyen Ülke: Kore Savaşı’nın Toplumsal Etkileri, Gavin D. Brockett’ten Kore’de “Türk” Efsanesi: Kore Savaşı’na Dair Popüler Algılar ve Türk Ulusal Kimliği Bağlamında Önemi, Çağdaş Üngör’den Türk Kore Savaşı Anlatılarında Çin Algısı, Gencer Özcan’dan Savaş ve Okul: Kore’deki Türk Askerlerine Öğretmen ve Öğrencilerden Mektuplar. Böylece Kore Savaşını öğrenmek isteyenler çok yönlü bir bakış açısı kazanmış oluyorlar. Yalnızca Güney Kore ilgimden değil, ama Tarih okumuş biri olma dışında Kore Savaşına gitmemek için ordudan istifa etmiş doktor bir dedem olduğu için de bu konu benim epeydir ilgimi çekiyor, ilgilenenlere öneririm.
Permalink //
Canım kuzenim yine çok güzel yazmışsın. Kalemine ve yüreğine sağlık bitanem. Seninle gurur duyuyorum canım kardeşim.
Permalink //
Teşekkürler Beyhancım, öpüyorum yanaklarından.
Permalink //
Nilgün’cüm, her zamanki kendine özgü hava, alınan o hoş, aranan, özlenen tat… Ellerine sağlık… Bu arada “Bu yıl bahçeye yeni kediler gelmeye başladı. Bir tanesi şu aşağıdaki sarman kedi.” Kediyi göremedim:)) Bir de “su deposu felaketi”ni biraz açman gerek sanki… Sen ne olduğunu biliyorsun da karilerin pek de bilmiyor sanki:))
Permalink //
Sagol Oğulcum, eklediğim fotoğraflar nasıl olduysa yok olmuş, şimdi tekrar ekledim, su deposu olayını da açtım 🙂
Permalink //
Nilgüncüğüm, bahçe,çiçek,böcek ve ille de kediler.. O kadar çok ortak hobimiz var ki, hayret ediyorum yazılarını okudukça. Kendimi buluyorum. Seninle etraflıca konuşmamız gerek.Bu arada yıllar sonra geçen ay corc la da karşılaştık iyi mi? Sevgiler