Güney Kore’ye gitmeden önce Kore Medikal Dramalarına dadanmıştım. Oldum olası Medikal Dramaları severim. Bizim çocukluğumuzda bir Doktorlar Dizisi vardı, sanırım o dizi ile başlamıştım izlemeye. Hipokondriyak bir tarafım da olduğu için hastalıkları, doktorları, hastanelerini kısacası tıp ile ilgili pek çok şeyi takip ederim. Aslında bu sektörde çalışabilirmişim rahatlıkla Sosyal Bilimler düşkünlüğüm olmasa. Her ne kadar favorilerim Batılı örneklerinden oluşuyorsa da, en az dört tane Kore Medikal Draması izledim.* Benim izlediklerim çoğunlukla oyuncularını sevdiğim için olsa da Kore’deki tıp sisteminin işleyişi hakkında bir fikir veriyordu. En çok dikkatimi çeken şey ise, aslında her alanda olduğu gibi burada da fazlasıyla gördüğümüz rekabet, işkoliklik ve entrikaydı. Gerçek hastanelerin entrikasını gözlemleyecek kadar olmasa da, dizideki hastaneler ile gerçeklerini karşılaştırma fırsatı bulduk.
Elçiliğin bize bu hastaneyi tavsiye etmesinin nedeni hem İngilizce konuşabilecek personel bulunması, hem de üniversite hastanesi olmasıydı. Bir de kaldığımız yere yakınlığı. Bir taksi ile hastane aciline ulaştığımızda İngilizce konuşabilecek personel görüşünün epeyce aksadığını fark ettik. Şimdi bence hırslı ve çalışkan Güney Korelilerin genel olarak en büyük eksikliği yabancı dil bilgisi. Üstelik de bu kadar çok öğrenmek isterlerken. Bütün kitapçılarda yabancı dil kitapları satılıyor,native speakerlar , İngilizce öğretmenleri pek revaçta, buna rağmen adamlar bizden bin beter bu konuda. Bir kere dilleri dönmüyor İngilizce sözcüklere. Biz bu işe “Mr Brown went to the seaside” seviyesinden başladıysak da, bence şu anda yabancı dilde geldiğimiz nokta Güney Kore’den çok çok iyi. En azından üniversitelerde, Anadolu Liseleri, kolejlerde filan dediğinizi anlayacak ve size ıkına sıkına da olsa cevap verecek birilerini bulursunuz. Burada eğer dış Koreli değilse, yani Amerika’da, Avustralya Yeni Zelanda ve Kanada’da büyümemişse, doğru düzgün konuşabilecek insan bulmak çok zor. Kendi aralarında dil bileni de çok övüp, gururlanıyorlar. Bir İngilizce konuşunca ne yapacaklarını şaşırıyorlar çocuk gibi. Benim tıbbi Korecem de “Kocamın şurası ağrıyor, ateşi yok,ağrı dün gece başladı” düzeyinde olduğu için, ne yapıp ettiler İngilizce bulan bir doktor getirdiler bir süre sonra. Bu arada acilde gelip kan filan aldılar ve hemen bana bir refakatçi kartı getirdiler, boynuma taktılar. Öyle herkes giremiyor acile, yalnızca bir kişi. O yüzden çocuklar kapı önünde beklediler bizi.
Şimdi kocası acilde yatarken acilin içini fotoğraflayan biri tuhaf gelebilir, ama bu da bir deneyim, yazacağımı bildiğimden bunu da yaptım evet, buyrun acilin içi şöyle bir şey :
Bu da başka bir açıdan :
Bana verdikleri kart da şuydu :
Biz tahlil sonuçlarını beklerken klimayı iyice açtılar. Tam da Hüsam’ın yattığı bölümün üstünde. Hemşireden battaniye istedim, çarşaf gibi incecik bir şey getirdi, karşımda kocasıyla beklemekte olan Koreli kadın da bunu görünce, o da bir pike rica etti. Ama o kadar soğuk ki bir süre sonra o getirdikleri ince örtü de bir işe yaramadı. Çok soğuk geliyor filan diyorum İngilizce, iplemiyorlar, baktım olmayacak Korece “Çok soğuk, kapatabilir misiniz “dedim. Dilin mucizevi etkisi kız gidip klimayı kapattı. Yani gün gelecek de kendi kendime öğrendiğim Korecenin buralarda böylesine işe yarayacağını düşünmüş müydüm, hayır. Bu arada gelirken İngilizce Korece sözlüğümü de sırt çantama atmışım, öyle hazırda bekliyor, o da işe yaradı sonraki evrelerde.
Bu arada İngilizce bilen genç doktorumuz gelip ilaçlı MR çekilmesi gerektiğini söyledi,sakıncalarını da anlatması gerekiyormuş. Bizdeki gibi kabul ettiğinize dair bir kağıt imzalıyorsunuz. Ama ondan önce yan etkileri hakkında bilgi verdi. Son söylediği bir ihtimal ölebilirsiniz oldu. Bu noktada eşim “Nee, nasıl yani, niye ölüyormuşum?” diye sordu. Çok düşük bir ihtimal de olsa ilacın böyle bir yan etkisi olabileceğini söyledi doktor. Her neyse, mecburen onu da göze alıp, MR’ı çektirdik. Bir süre sonra doktor tekrar gelip, teşhisin akut apandisit olduğunu, ameliyat gerektiğini söyledi. Biz ülkemize dönüp dönemeyeceğimizi sorduk, o kadar uzun bir uçuşun olamayacağını, apandisitin patlayabileceğini, ameliyat edecek profesörün bugün ameliyat günü olduğunu akşam 10 civarında ameliyatı yapabileceğini, ameliyatın kapalı ameliyat olacağını ( Laparoskopik apendektomi ) söyledi. Kösinim, yani sayın profesörümüzün ismi ise, Yun Sang Chul imiş. ( https://www.researchgate.net/profile/Sangchul_Yun )
Hayatında hiç ameliyat olmamış, iğne olmaktan bile kaçan kocamın ilk ameliyat süreci de kaçınılmaz bir biçimde teslim olması ile böyle başladı. Bizi yukarda servise aldılar, bu kez bayan bir doktor bize açıklama yaptı. Ameliyat öncesi ameliyat süreci ve riskleri ile ilgili konuştu. Bazı yerlerde gerekli İngilizce sözcüğü bulamadığı için epeyce zorlandı, br iki yerde biz sözlüğümüze bakıp Burak ile ne dediğini anlamaya çalıştık ve başarılı da olduk. Ameliyatın bir bir buçuk saat süreceğini, eğer bağırsağa yapışıklık varsa bağırsakla da ilgileneceklerini, belki açık ameliyata dönebileceklerini , öyle olursa 3 saat kadar sürebileceğini, daha sonra diren olacağını, ve ameliyat sonrası olabilecekleri uzun uzun anlattı, kullandığı ilaçların listesini ve başka bazı bilgileri aldı. Özel odalarda boşluk olmadığından bizi beş kişilik odaya alabileceklerini söylediler. Ona da bir şey diyemedik. Saat 9’a kadar bize ayrılan kısımda bekledik, saat on olmadan ameliyata aldılar. Burak ile birlikte ameliyathanenin bekleme koridorunda oturduk. Burası dizilerden alışık olduğum sahneleri anımsatıyordu. Bir ekranda ameliyata giren hastanın ne aşamada olduğunu görüyorsunuz. Doktor odalarında ameliyatları izlemek için ekranlar da var, biz onları göremedik tabii.
O ekrandan sürekli izledik, bir buçuk saate yaklaşınca yeşil yandı ve yoğun bakımda yazdı. Açık ameliyata geçilmediğini anlayıp, her şey yolunda diye sevindik. Bu arada alttan Korece hastanın durumu ile ilgili açıklama da yazdılar, ama ben fark edip de okuyuncaya kadar hepsini yakalayamadım.Bir kez daha da yazmadı. Sonra odaya çıktığını yazınca biz de peşinden yukarı çıktık.
Odada daha çok şeker hastası olup, ayağına vurmuş ajussiler ( amcalar ) ve refakatçileri vardı. Onların ahlayıp oflamalarına eşdeğer aigoo nidaları sık sık duyuluyordu. Bize verilen hemşire -ki Profun ve hemşirenin ismi panomuzda da belirtilmişti- İngilizce biliyordu. Bir şey sormak istediğimde diğer hemşireler panik içinde onu arıyorlardı. Hastabakıcı kontrolleri sık ve düzenliydi. Yataklar bir perdeyle ayrılıyordu, yatakların yanında bizim sert sedirlere benzer bir oturma yeri vardı ki, akşam kalan refakatçiler orada yatıyorlardı. Ama bu adamlar yere bir çarşaf serip yatmaya çok alışkın olduklarından bunlara bir şey olmuyor kardeşim. Biz de yer yatağında yattık, ama bunlarınkinin yanında bizimki prenses yatağı gibi. Hint fakirinden farksızlar. Bir gece ben ikinci gece Burak o sert şeyin üzerinde uyuyamadık, üçüncü gece ben eşimin yatağında uyudum. İşte pano 🙂
Bu arada müslüman olduğumuza dair bir şey söylemememize rağmen Hüsam’ın yemeği muslim meal geldi hep. Sebze ve balık dışında , kırmızı et yoktu. yYemekler gayet güzeldi, ama refakatçiye yemek yoktu. Ben de yakındaki marketten denemeyi zaten çok istediğim üçgen pirinç kekleri ve yakındaki Starbucks’tan sandviç, meyve filan aldım. Zaten gluten free diyete geçmiş olduğum için her şeyi yiyemiyorum.
Bu arada Hüsam’a verdikleri pijamadan herkes giyiyor. Kaldığımız evin yakınında da bir hastane var, önünden geçerken kapının önüne çıkmış hastalar görüyorum, onların pijamaları da farklı desenlerde ama yine sevimli şeyler. Bu bir nevi hapishane üniforması gibi, yani hasta olan belli olsun biçiminde düşünülmüş sanırım. Hastanede kaldığımız odanın bulunduğu bina ile yanındaki arasında bir koridor var, oradan geçilip dışarı çıkılıyor, başta karıştırıyordum, sonra öğrendim. Taksi şöförleriyle de samimi oldum gide gele. Bir ara bindiğim taksi şöförüne Korece “Kocam ameliyat oldu.” derken yakaladım kendimi. O derece yani. Ev sahibi elimize bir tarif vermişti, googledan hastaneyi de işaretledik, adamların kafası karışmasın diye ellerine tutuşturuyoruz bunları , işte aşağıda :
Ameliyat ertesi Yun Sang Chul kösinim ( sonuna eklenen nim saygı eki, yani coach mesela coachnim, koçinim olarak okunup, saygıdeğer koç anlamına geliyor, öğretmen örneğin songseng-nim diyeceksiniz kibar olsun diye, )vizite geldi. Ama adamın İngilizcesi çok iyi değil, hık mık konuşuyor, ayrıca bir de utangaç insanın yüzüne bakmıyor neredeyse. Yanında da internler filan, açıklama yaptılar. Yaranın pansumanını kendisi yaptı. Adam mutlaka 40’ın üzerinde profesör olmuş boru değil, ama taş çatlasa 20 duruyor. Bu Korelilerin bu genç gösterme özellikleri beni delirtecek. İşte bir kaç örnek.
Her yerde fotoğrafını gördüğümüz Song Joong Gi’de 85 doğumlu, ama liseli gibi, olacak iş değil.
Bu arada ilk geldiğimizde “İngilizce eşinizin nesi var?” diye soran ajussi, meğer iyi İngilizce biliyormuş. Ben kadınım diye benimle konuşmamış. Ama ikinci gün ben Coın acim imnida / Günaydın diyerek girdiğimde pek şaşırdı. Daha sonra kendisiyle konuştuk, “Siz Korece konuştuğunuz için ben sizi Seoul’de yaşıyorsunuz sanmıştım, telaffuzunuz çok iyi” dedi. 20 yıldır Teksas’ta yaşıyormuş Soo Ho Bey. Japon lokantası varmış. Amerika’da sağlık hizmetleri pahalı olduğundan Kore’ye gelmiş. Refakatinde annesi vardı. Kadıncağız habire kimchi yiyip duruyordu. Adamın şekeri varmış ve ayağı sargıdaydı. Orada çok fast food yediğinden, aslında Kore yemeklerinin sağlıklı olduğundan söz etti. Her konuda epeyce konuştuk.
Aynı tür ameliyatı Türkiye’de geçirenler ikinci gün çıkıyorlarmış. Biz burada biraz daha fazla kaldık. Hastanede geçirdiğimiz üç gün, çıktığımız dördüncü gün de dahil olursa bizim Jeju Adası ve Busan’da geçireceğimiz dört günü yedi. Tabii uçak ve otel biletlerimiz yandı. Busan’da Şehitlik’i ve kitabını okuduğum Nuri Pamir’i ziyaret etmek istiyordum, kısmet değilmiş. Jeju Island’ta Balık Pazarına gitmeyi çok istiyordum, o da bir dahaki sefere kaldı. Sanki buraya ameliyat olmaya gelmişiz gibi, her şey o kadar bu olaya uygun oldu ki, inanılır gibi değil. Çıkmadan önce eşimin şirin bir hemşire ile fotoğrafını çektim. Daha sonra dikişleri aldırmaya ve seyahat sigortası için gerekli belgeleri tamamlatmaya geldik. International hastalar için olan bölümde işimizi hallettik. Orada İngilizce bilen personel daha yoğundu.
Seyahat sigortası mutlaka yaptırılması gereken bir şey. Ameliyat masrafları oradan karşılandı. Çocuklar Japonya’ya bir gün daha geç gitmek zorunda kaldılar. Ben Korecemi daha çok kullandım, farklı bir deneyim yaşamış olduk. Allahtan bu olay biz uçaktayken gerçekleşmedi. Dönüş için de doğrudan uçuş biletleri sağladı sigorta aslında ama, tarihleri bize uymadığı için kendi uçuşumuzla döndük. Haa bu arada kösinimi son ziyaretimizde ona Türk reçel ve tatlıları götürdük. Kore gezimize temposu biraz yavaşlatılmış olarak dört günden sonra devam ettik, gezinin kalanı yarına 🙂