by

Yeni Dönem İletişimi ve Yine Ursula

Bahar ayları benim sağlık kontrollarına gittiğim aylar. O yüzden de biraz tedirgin oluyorum. Bu yıl işin içine bizim çocukların İngiltere’ye göçme işi de girdi, iyice huzursuz oldum. Kötü bir şey değil, ama az biraz otistik yapı olunca, değişiklikler insanı zorluyor. Çocuklar  gideli bir kaç gün olmasına rağmen, yalnızca tatile gitmişler ve iki hafta sonra eve dönecekler gibi hissediyorum.  Allahtan iletişim benim çocukluğumdaki gibi değil de, her gün yazışıyor, ya da görüntülü konuşuyoruz.

Annem ve babam İstanbullu olmalarına rağmen, babamın görevi dolayısıyla Anadolu’da dolaştık durduk. Bir çok okul, öğretmen, yeni arkadaşlar, tam bir yere alışmışken, başka bir yere tayin, aslında beni ve kardeşimi uyuma alıştırdı. Ama akrabalarımızla konuşma anları hala aklımda. Postaneye gidilir, aranacak numara yazdırılır, iki saat beklenir. Sonraları eve telefon alma başvuruları yapılıp, telefon çıkınca da deliler gibi sevinme aşamaları geldi. Şimdiki çocuklara bunu anlatsan hiç bir şey ifade etmez, on yaşındaki bebenin bile elinde cep telefonu var. Eskiden babalarımız işe gider, akşam gelirdi. Eğer işi eve yakınsa öğlen yemeğe gelen de olurdu. Ama adam gitti, bir haber çıkmadı diye kimse merak etmezdi. Anca uzun yola gidilecek olunursa, bir vardım telefonu beklenirdi. Şimdi herkes herkesi kontrol ediyor. Cebinden ulaşamazsak, sosyal medyaya girmiş mi diye kontrol ediyoruz, oradan buradan mesajlar atıyoruz. Tabii bazen sevgilinin telefonu için takip cihazı indirmelere kadar varıyor bu, paranoyaklık parayla değil ya ! İtiraf ediyorum, ben de Burak üniversitedeyken buna chip taksam diye düşünmüştüm. Öyle ya da böyle en yoksulumuzun bile bir cep telefonu var şimdilerde. İnsanlar karnını güç bela doyuruyor, giyinmiyor kuşanmıyor, ama bir akıllı telefon alıyor. Bunun bir statü sembolü olmasının yanı sıra artık eskiden alıştığımız iletişim biçiminin de değişmesi zorluyor insanları bence. Bazen bakıyorum, çocukların elinden telefonları alalım, biz mahallede oynardık onlar oynayamıyor, eskiden ne güzel komşuluk vardı, insanlar konuşurlardı, sosyal medya olmadan iletişelim diyenler oluyor. Öyle de,  mahalle mi kaldı ? Çok katlı apartmanlarda gece trafikten eve zor giriyoruz. İstanbul’da karşı yakaya geçmek insanın bir gününü alıyor çoğu kez. Eskisi gibi misafirliklere gitmediğimiz için, çoğu kez kapı komşumuzu bile tanımıyoruz , aslında bilmek de istemiyoruz bence. Diğer türlü iletişim daha kolay geliyor artık. Zamandan tasarruf, paradan tasarruf, hatta duygusal yükten tasarruf. Nasılsa akraba ya da arkadaşlarımızın nerelerde tatile gittiğini IG’dan FB’tan öğreniyoruz, fotoğraflarını görüyoruz. Bir önceki akşam ne yediğini bile paylaştıkları fotoğraftan izliyoruz.  Sosyal medyadan yazışıp hatır sorduktan sonra sıkılırsak her şeyi kapatıp, kendi özel hayatımıza dönebiliyoruz. Çocuklarımız da sokakta oynayamaz artık, ne oynayacak yer kaldı, ne de o denli güvenli ortam. Eskiden yürüyerek okula giderdik.  Tamam giderdik de ortalıkta bu kadar manyak var mıydı ? Şimdi koskoca adamlar kadınlar birileri  böbreğini  çalacak diye panikteler. Arabasını otoparka park etmeğe çalışıp kapı açılmadı diye arabasından inen tanıdığın arabasının çalındığını biliyorum ben. Çocukları da kendi elimizle okula götürüp , teslim etmedikçe rahat edemiyoruz. Buna rağmen bazen  teslim ettiğimiz servis şöförü sapık, öğretmeni tacizci çıkıyor da, ona bile engel olamıyoruz. Zor zamanlar vesselam. Eskiden evimizin kapısının üzerinde anahtar bıraktığımız günleri anımsıyorum ben. Açıkcası ne eskiden olduğu gibi güruh halinde yaşamı, ne de şimdiki gibi yalıtılmış yaşamı tercih ediyorum. İkisinin ortası olmalı. Herkesin her şeyi bilip, birbirine karıştığı, bir maniniz var mı, diye bile sormadan çat kapı damladığı günleri de özlemiyorum, hastalıktan ölseniz kapınızı çalacak bir kişinin olmadığı şimdiki anları da sevmiyorum. Bugün FB’a girmedi, iyi mi acaba, diye düşünmek de çok saçma değil mi ?

Neyse bu iletişim işi de bu kadar. Bu aralar yine Ursula Le Guin okuyorum. Daha önce onunla ilgili şu yazımda sözetmiştim. Kendisini 22 Ocak’ta kaybettik. Sözcüklerdir Bütün Derdim Hayat ve Kitaplar Üzerine Yazılar ( Worlds are my matter ) yazarın makalelerini, konuşmalarını, yazdığı önsözleri, Kitap İncelemelerini içeren bir derleme. Daha Önsöz’den beni vurmayı başardı. Sanki kendimi buldum yazdıklarında.

Ursula Le Guin, bir düşünceden ziyade bir anlatıyı takip etmeyi yeğlerim diyor. Matematik, satranç, ya da dama oynamadaki yetersizliğinden , müzik perdelerini kavrayamıyor oluşundan söz etmiş. Aslında anlayamıyor oluşu değil, zihninde bir güvenlik duvarı oluşundan. Bende de vardır öyle bir duvar. Demiş ki :

“İşte bu yüzden okuduğum kurgu dışı metinler de çoğunlukla anlatıya dayalı oluyor.; biyografi, tarih, seyahat ve betimleyici bilim yazıları; örneğin kozmoloji, doğa tarihi, antropoloji, psikoloji metinleri okuyorum. Ne kadar spesifik olursa, o kadar iyi. Yalnızca anlatısallık değil, yazının kalitesi de benim için çok önemli. ”

Yazarın hayal gücü için yazdıkları da çok önemli. Demiş ki :

“Hayal gücü bir para kazanma aracı olamaz. Kar etme lügatinde yeri yoktur.Bir silah değildir, gerçi tüm silahlar onunla yönetilir; tıpkı tüm aletler ve onların kullanım alanları gibi silahların da kullanım şekilleri ya da kullanılmamaları hayal gücüne bağlıdır. Hayal gücü , zihnin zaruri gereçlerinden biri, düşünmenin asli yolu, insan olmanın ve insan kalabilmenin vazgeçilemeyen aracıdır.”

Ursula çocuklara hayal güçlerini kullanmayı öğretmemiz gerektiğini savunuyor. Kendi halklarının edebiyatını dinlemeleri ve kavramaları öğretildiğinde bu egzersizin büyük kısmının karşılanmış olacağını belirtiyor.

Ursula medyanın dur durak bilmeyen bağırtısından da söz etmekte, kendi hızımızla okumanın önemini vurgulamakta :

“Medyanın dur durak bilmeyen, tutarsız, uğuldayan bağırıp çağıran telaşıyla değil, bizzat kendi temponuzla, kendi hızınızda okursunuz. Alabildiğiniz ve almak istediğiniz kadarını alırsınız kendinize, sizi boğmak ve kontrol etmek için hızla, sertçe ve gürültüyle üstünüze yığılanları değil. Bir hikaye okurken, size bir şey anlatılabilir. ama size satılan bir şey yoktur. Okurken genellikle yalnız olsanız bile aslında başka bir zihinle paylaşım halindesinizdir. Beyniniz yıkanmıyor, bir şeye zorlanmıyorsunuz veya sizi kullanan biri yok; hayal gücünün bir eylemine iştirak ediyorsunuz.”

Ursula kürtajdan Kuzey Amerika Yerlilerine, Rüyalardan Dr Zhivago’ya, Uçma alışkanlıklarından Doris Lessing’e pek çok,  pek çok konudan söz ediyor. Kitabı bir an önce bitirip, çocukların anneler gününde hediye ettikleri bir başka kitabına başlamak istiyorum. Başlayınca ondan da söz ederim.

Bu aralar yeni bir diziye başladım. Başladım dediysem, dizi yeni değil tabii. Benim izleme olayım yeni. Yine bir zaman yolculuğu dizisi. Bu temayı ne denli sevdiğimi daha önce şu yazımda anlatmıştım. Bu seferki dizi Timeless adını taşıyor. Ben Netflix’ten izliyorum. İkinci sezondan vazgeçmişlerken kararlarından vazgeçmişler Allahtan. Benim kaderim de hep başkalarının hoşlanmadığı bili kurgu dizilerinden hoşlanmaktır. Bir heves izlerim, bir bakarım kaldırılmış. The 4400’de öyle olmuştu örneğin.Heroes da zevkle izlediğim ama devam etmeyen dizilerden. En sevdiğim Star Trek Original bölümü de zamanında ben izlemezken kaldırılmış. Hoş sonra devam serileri yapılmış, ama ben en çok ilk kısmı severim.

Dizinin tanıtımı işte şurada.

Bu aralar en sevindiğim şeylerden biri Kore Kavunu tohumlarımı bulup dikmek oldu. Neyse ki çıktılar da. Bu yıl Saklıköy’de KoreKavunu yetiştirmeyi planlıyorum. Az yazayım, çok yazayım diye başladım yazıya, yine yazdıkça yazmışım. Anlatacak çok şeyler var aslında ama, onlar da daha sonraki yazılara kalsın.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *