by

Bilinç Akışı Sayıklamalar

Bazen araba kullanırken olmadık bir tehlike atlatırsam ki İstanbul’da artık bu vakayı adiyeden sayılıyor malum,  tuhaf bir biçimde, “Aslında kaza oldu ve ben de öldüm, ama farkında olmadan devam ediyorum belki de.” diye düşündüğüm oluyor. “Şu anda morgdayım, ya da belki de millet toplanmış, helvamı yiyor, ama ben hayata aynen devam ettiğimi düşünüyorum, olamaz mı ?”  diyorum.

Hah “Artık hepten üşüttü.” diye düşünüyorsunuz eminim. Ama epeydir milletin hakkımda neler düşündüğünü de o kadar önemsememeye başladım sanki. Millet hakkımda ne der diye  kaygılanacağıma,   örneğin gece rüyamda gördüğüm ve hepsini tanıdığım, ama gerçek hayatta tanımadığım insanlarla neden o rüyada buluşmuş olabileceğimi düşünmeyi yeğliyorum.

Sonra başkaca merak ettiklerim de oluyor. Ne bileyim, mesela geçen gün yürüyüş yaparken tren gibi dizilmiş giden bir grup tırtıl gördüm. Yürüyüş parkurunda karşıdan karşıya geçmeye çalışıyorlardı. Dikkatle onlar ezmeden yanlarından dolaştım. İkinci ya da üçüncü dönüşümde baştan bir kaç tanesinin ezilmiş olduğunu gördüm. Yürüyenler neden dikkat etmeden yürürler, ya da niye farketseler de umursamazlar, merak ettim.  Eve gelince araştırdım, bu çam kese böcekleri ikincil zararlıymış, öldürmüyorlar , ama ağaçların büyümesini yavaşlatıyorlar. Bazen kurdeşen yapanlar da bunlarmış. Ağ örecekleri ağaca böyle tren gibi dizilip giderlermiş. Belki kendilerini daha güçlü hissediyorlardır, hep birlikte yürüyünce olamaz mı ? Bir elin nesi var, iki elin sesi var hesabı. Sonra düşündüm, bir hayvan olsaydım, sanırım bundan olmazdım, kalabalıktan ve her işi birlikte yapmaktan hoşlanmıyorum çünkü.  Yine de tren yapan çam kese böceklerine üzüldüm. Ölmeden kalanlar sonradan yine tren şeklinde yürüyerek ağaca gittiler mi onu da merak ettim. Birlikte de olsanız , eğer düşmanınız sizden kuvvetliyse yine de ölüyorsunuz diye de düşündüm.

Elimde çok kitap birikmişken kitapçıya girmek istemiyorum. Ama geçen gün bizimkilerle yürürken onlar girdiler, ben de girdim tabii. Beş kitapla dışarı çıktım. Durmaksızın yeni biyografiler çıkıyor. Bazen bazılarının iyi olmadığı şöyle bir bakınca bile belli, ama şu merakım yok mu ? Bazen öğrendiklerimden memnun oluyorum, ama niye öğrenmem gerektiğinden emin olamadığım pek çok da ayrıntıyı öğrenmiş oluyorum.

Örneğin şu hayat kırkta başlar kitabına para verdiğime çok pişman oldum. Zaten 40’tan sonra 50’den sonra teranesi beni fena halde sıkmaya başladı. Herkes her an değişiyor, “Aydınlandım, başımın üzerine bir hale indi, detoks yaptım, estetik oldum, reikiye, astrolojiye, regresyona takıldım, hayatın akışı bilmemnesini irdeledim geyiklerinden fenalık gelmeye başladı. Açıkcası ben her an yeni bir farkındalık ediniyordum zaten. Okul zamanı okul, iş zamanı iş, çocuk doğurduktan sonra da çocukla ilgilenmekten daha doğalı var mı? Hayat size farklılıklar sunuyor, siz de ona uyum gösteriyorsunuz zaten. Uyum gösteremezseniz de, Tutunamayanlardan oluyorsunuz ha ha ! Çocukluğumun da, gençliğimin de orta yaşlılığımın da iyi yanları ve kötü yanları oldu. Şimdi de emekli olduğum için daha kendime dönük yaşayabiliyorum, ama her an bu tempoyu değiştirip farklı bir şey de yapabilirim. Bu Elele kadını da ( Elele’de Yazı İşleri Müdürlüğü yapmış )  kendi deneyimlerini paylaşmış, ne kızıyorsun diyeceksiniz. Sanırım kadının ne gençliğinin ne de olgun hali hoşuma gitmedi. Bazen öyle oluyor, sevmedim mi de sevemiyorum. Her neyse Teoman’ın biyografisini de büyük bir merakla aldım. Gülgün ile aynı dönemlerde Boğaziçi’nde olduğu için hep hakkında konuşulurdu. Hoşuma giden şarkıları da vardır. Çocukluğundan başlayarak, gençliği, müzik serüveni ve aşklarını anlatmış, hayata bakış açısını, ama şöyle bir durup, nasıl bir cümle ile ifade etsene derseniz “Elinden bir uçan bir kaçan kurtulmuş.” derim. Açıkcası ben daha seçici bir adam olacağını düşünürdüm bu profille. Beni şaşırttı resmen 🙂

Mehmet Ali Birand’ın eşi Cemre Birand’ın yazdığı Memoşlu Yıllar’ı da okudum. Zaten daha önce Can Dündar’ın yazdığı Bir Ömür Ardına Bakmadan’ı da okumuştum. Hayatını az çok biliyordum yani. Ama insanı en yakınının anlatması çok başka tabii.Yine de anlatamadığı, anlatmadığı ne çok şey olmuştur, ya da ifade edemediği diye düşündüm. Bir araya gelmeleri pek kolay olmamış, ama sonuçta 3 yıllık flörtten sonra evlenip 41  yıl da evli yaşamışlar. Cemre Birand o zamanlar için oldukça cesur, özgür bir kadınmış. Mehmet Ali Birand’ın iş geçmişini de karısının dilinden okumuş oldum. Biyografi, anı, mektup okumak çok ilginç. Daha önce şurada yazmıştım. Birinin yaşamına hiç yakını olmadığınız halde girip, onu tanıyormuş gibi hissedebiliyorsunuz. Bir de kendinize yakın hissettiyseniz değmeyin keyfinize. Örneğin Salah Birsel’in günlüklerini okurken çok mutlu olurum hala. İşte yazmanın en güzel yanı da bu. Çoktan ölmüş gitmiş, toprağa karışmış da olsanız düşünceleriniz, duygularınız ölmüyor sizi okuyanlar oldukça.

Zeki, zehir gibi insanların yaşlanınca şu ya da bu sebepten onu bunu unutması, eski tanıdıklarınız olmaması çok acı. Birilerine muhtaç olmak da. Öyle olmadan ölmek daha iyi, ama ya onu deneyimlemek üzere gelmişsek ?

Ve kızıl kırlangıçlar geri geldi, yuvayla uğraşıp yumurta yavru işine giriştiler. Çok zarifler, ense ve kuyruk altı kızıl, göbek krem rengi,  kafa siyah.

Son olarak bir alıntı : It’s easier for the privileged to become good people. ( Ayrıcalıklı olanların, ( ya da her şeyi olanların mı desek )  iyi insanlar olması daha kolaydır. ) Lee Ji An , My Mister

 

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *