by

Uzman Anı Biriktiricisi

11182816_10153187401993686_3188100398771060572_o

En son gezimle ilgili henüz bir şey yazamadım. Bu kez istediklerimin tümünü yapamadığımdan bir eksiklik mi hissediyorum nedendir, oturup yazmak gelmedi içimden. Halbuki ara ara yaptıklarım aklıma düşmüyor değil. İki farklı ülkenin insanları, mekanları, dili, doğası sahne sahne aklımda. Sonra düşündüm, durup gözlerimi kapattığımda aklımda kalanlar kazancım. O anı farkındalıkla yaşamak ve onu bir yere kaydetmek. Eğer çok güzelse, çok iyi hissetmişsem, hemen o ana odaklanır ve kaydetmeye hazırlanırım. Şimdilerde hemen cep telefonlarımızı çıkarıp anı fotoğraflıyor, ya da filmini çekiyoruz.  Ama o anın hissettirdiklerini zihnimize kaydetmek, düşününce benzer hisler duymak daha farklı bir şey.

Benim sonradan anımsamak için kaydettiğim ilk görüntü, Seferihisar Akkum’da yazları denize girdiğim dönemlerden. Gökyüzünde güneş pırıl pırıl, ben suyun üzerinde arkaüstü uzanmış yatıyorum. Kollarım iki yanda. Dudaklarımda tuzun tadı. Az önce kafamı suya sokmuşum saçlarımı ıslatmak için ve bir miktar da tuzlu su yutmuşum. Dalgaların hareketiyle öne arkaya hareket ediyorum. Ara sıra gözlerimi açıyorum. Güneş kırmızı kocaman bir top olarak gözlerimin içine giriyor. Bulunduğum yerden güneşe kadar gidip geliyormuşum gibi hissediyorum. Ben, deniz ve güneş bütünüz, aynı şeyiz sanki. Ben hep oradaydım, yüzyıllarca kadim bir ruh olarak varolan her şeyle birlikteydim. Denizin içinde, güneşin yanında, soluduğum oksijenin bir parçası olarak dalgalarla salınıp duruyordum.

Bu kayıtlar ara sıra çıkarılıp düşünülecek kayıtlar. Üzgün olduğumda, canım sıkıldığında, ya da güzel bir şey yapmak istediğimde. Gerçi isteğim dışı kötü şeyleri de kaydediyor beynim sıklıkla. Özellikle de travmatik olanları. Onları unutmak istesem de unutamıyorum. Örneğin bir gün Bahariye’ye ayakkabı bakmaya gitmiştik Burak ile. Burak daha okula gitmiyordu.  1995 filan olsa gerek. Tam Adliye’ye yaklaşmıştık ki birden silah sesleri duyulmaya başladı. Ben Burak’ı kaptığım gibi ara sokaklardan birine daldım. Bir apartmanın içine girip beş katı bir kaç saniyede, kucağımda çocuk ile nefes nefese çıktığımı anımsıyorum. Yukarı çıktığımızda birisi bize su verdi. O gün Adliye’nin önünde kurşunlananlardan biri öldü, yaralılar da vardı. O günden sonra uzunca bir süre tansiyonum yüksek kaldı. Bu anıyı hatırlamasam da olur, ama aklımdan çıkmıyor. Yine babamın öldüğü gün ölür gibi kustuğumu da unutamıyorum. Ama olaylar çok ciddi değilse, zihin genellikle iyi olanları anımsamayı tercih ediyor. O yüzden bazen çok sıkıldığım olsa da, öğretmenlik dönemimden hep hoş anılar saklamışım.

Bizden uzaklaşanlar, ya da ölenlerle ilgili anılarımız bazen onlarla tekrar yaşamamızın bir yolu oluyor. Hem onu yaşatmak, hem de onunla yaşamak için. Saat 3- 3.30 olunca babamın son yıllarda, Burak’a çikolata, bize de çayla yenilecek bazı şeyler alıp gelmesi geliyor aklıma. Birlikte siyah beyaz filmler seyretmemiz, bazen birlikte bir kanepeye oturmamız. Daha çocukluğuma gidince sobanın üzerine koyduğumuz sucuklar, babamın sobanın içinde pişmesi için hazırladığı hamurlar. Kahveye, açık hava sinemasına, arkadaşı veteriner İlhami  amcayla hayvanlara bakmaya gitmemiz. Daha pek çok şey. Bunları anımsadıkça onu daha çok yanımda hissediyorum.

Babam ve Ben
Babam ve Ben

Bazen anılara kokular,  renkler ve bazen de müzikler eşlik edebiliyor. Hatta yiyecekler bile. Tampere’ye gideli çok oldu. 1998 yılıydı sanırım. Ama Finlandiya’yı kahve kokusuyla anımsıyorum. Çok kesif bir kahve kokusu vardı. Ben kahve kokusunu kahveden çok severim. Sonradan okuduğuma göre, ağır içici olan Finliler sabahları ayılmak için kahveye asılıyorlarmış. Çocukluğumdaki bahçem de bazı kokularla birlikte anımsadığım yerlerden. En sevdiğim kokulu çiçekler o bahçedeydi. Mor menekşe, hanımeli, yasemin ve leylak. Şimdiki bahçemde leylak, yasemin ve hanımeli varsa da, mor menekşeyi yetiştirmeyi bir türlü beceremedim. Çok hassas bir çiçek olduğundan belki. Bir de bahçem genellikle soğuk olduğundan. Çocukluğumun en güzel anılarından bazıları  müthiş un kurabiyesi yapan bir pastahanede geçti. O pastacının yaptığı sıcak un kurabiyelerini başka bir yerde yiyemedim sonraları. Halamın çiğ böreği de aynı bunun gibi. Halamla özdeşleşmişti sanki. Soğuk sabahlarda bize dağıttığı hırkalar, nefis yemeklerini yediğimiz anlar, balkonundan dışarıyı seyretmemiz, sohbetlerimiz, gülüşmelerimiz hep aklımda. İyi ki o güzel anları biriktirmişim, şimdilerde halamı özlediğimde birinden birini aklıma getirip yeniden yaşıyorum.

Babaannemin masalları da öyle. Memeleriyle fırın süpüren kadın diye bir masalı vardı örneğin. Çat kapıda çat kapı arkasında diye anlattığı bir türlü koca beğenmeyen bir  kızın masalı sonra. Bir de banyodan çıktıktan sonra kınalı saçlarını uzun uzun tarayıp ördüğünü saklamışım hafızamda . Onu düşününce mis gibi sabun kokusu gelir aklıma. Onunla papatyalarla dolu kırlara çay kenarına ve Pamuk Teyzenin evine giderdik. Gezmeyi çok severdi. 34- 35 numara minnacık ayaklarıyla her yere giderdi. Babam ve ben kedi ve bahçe sevgimizi ondan almışız.

Gözlerimi kapatıp doğayı dinlediğimde, rüzgarın sesini, bazen uğultusunu, deniz kenarındaysam dalgaların kıyıya vuruşunu ve iyot kokusunu, kuşların ötüşünü de kaydetmeyi seviyorum. Çocukluğumun en net kuşu kumru. Babaannem ” Bak ” Üsküdar’a gidelim.” diye ötüyor derdi. Kumruları çok seviyorum. Daha sonra Eski Türk Edebiyatı okuduğumda kumrunun ne kadar önemli olduğunuı anlamıştım. Ku ku ötüşü, can kumrusu oluşu, sevimliliği,  bazen avare oluşu, bazen hu çekmesi, tasavvufi şiirlerde mürid olmasıyla karşıma çıktı. Fahte ( Üveyik ) gibi serv ve çınara bazen de kumru konuyordu. Boynundaki gerdanlık da sık sık söz konusu oluyordu. Şimdilerde kargalar yüzünden çok fazla kumru gelmiyor evimize. Orman içinde de hiç kumruya rastlamadım. Halbuki pencereme gelip ötmeleri çok hoşuma gidiyor.

482681_10151440241563686_2022706241_nÇoğumuz hala çocukluğumuzdaki domateslerin, şeftalilerin kokusunu anımsıyor, artık o kokuyu bulamamaktan şikayet ediyoruz. Demek ki zihin güzel olanı kaydetmeye meyilli.  Öte yandan her gördüğü sahnenin kötü yanını cımbızla ayıklayıp, şikayet edip duran tiplerdenseniz ne olacak? Eh o zaman da güzellik biriktirme gibi bir kaygınız yok demektir zaten.  Benim asla minimalist olamamam da , topladığım her şeyin bir anısı olmasından kaynaklanıyor belki. Hala şu kozalağı ODTÜ’nün bahçesinden toplamıştım, bu kartpostalı Singapur’daki arkadaşım göndermişti, bu kurumuş böceği geçen yıl balkonda bulmuştum diye sergilemeye devam ediyorum. ( Bu arada geçen ay Gebze’deki evde bir hafta arayla bir canlı bir de ölü yarasa buldum. Ölü olanını saklayayım mı diye çok düşündüysem de mikroplu olabilir düşüncesiyle saklamadım. Hala ara ara kötü mü yaptım diye düşünmüyor değilim . )

Haruki Murakami Sahilde Kafka’da ” Anılar, insanın vücudunu içten içe ısıtan şeylerdir. Fakat aynı zamanda insanın içini lime lime de edebilirler.” der. Duygu yüklü anıları biriktirip, zamanı gelince cebimde taşıdığım bir mendil gibi çıkartıp kullanmayı seviyorum ben. O yüzden soğan gibi olmak iyidir. Katman katman yani. So say we all 🙂

 

 

 

1 Comment


  1. // Reply

    Nilgün’cüm ellerine sağlık çok güzel yazmışsın! Sanki kendi anılarımmış gibi okudum. Capacanlıydı herşey…yazdıkların… Bana göre şu dünyadaki en güzel duygulardan birisi anımsamak, hatırlamak… eski bir şarkıyı, eski bir kitabı, eski bir dostu… Fotoğraf video çekmek..ok… bir tür zaman “zaman konservesi” ama ne yazık ki kokular, tatlar, duygular sadece insan zihnine kaydedilebiliyor… şimdilik… Özetle, ne mutlu sevip de saklayana, unutmayana, anımsayana..

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *