Bugün havanın iyiden iyiye yağmurlu ve soğuk olacağı kesinleşti. O yüzden bugün müzeye gideceğiz. İskoç Ulusal Müzesi ‘ne giderken yağmur iyice indirdi. Geldik geleli yağan en ağır yağmur herhalde. Müzeye doğru giden şortlu bir Koreli çocuk görüyorum. Dün de terlik giymiş dolaşan bir Koreli çift vardı, yağmurun altında. Herkesin üzerinde kaban ya da kalın yağmurluk rüzgarlıklar, çoğu şapkalı. Burak sonunda kendisine bir şapka aldı bugün. Hüsam da dün almıştı. Benim yanımda ise kedi kulaklı, pofuduk atkı şapkam var. Ellilerini yaşamakta olan bir kadın için ideal yani.
Müzeye ulaştığımızda yeni galerilerin yapımı dolayısıyla üç ayrı bölümün kapalı olduğunu görüyoruz. Bilim ve Teknoloji, Sanat ve Tasarım, Eski Mısır ve Doğuya Bakış galerilerini göremeyeceğiz. Doğal Bilim, Dünya Kültürleri ve İskoç Tarihi ve Arkeolojisi Bölümleri açık. Mısır Bölümü o kadar önemli değil, British Museum Mısır’ın yarısını Londra’ya taşıdığı için o konuda bilgi sahibiyiz.Ama Sanat ve Tasarım kısmı önemli olabilirdi. Bu arada müzeye girmek ücretsiz. Yalnızca vestiyere para verdik.
İki saat sonra kapıda buluşmak üzere sözleşip, dağılıyoruz. Hepimizin müze gezme stili ve ilgi alanları farklı çünkü. Birbirimizi beklemenin alemi yok. Ben hızlı dolaşırım ve açıklama yazılarının da hemen hemen hepsini okurum. Hüsam ağır ağır sindire sindire dolaşır. Hepimiz onu hep bekleriz. Burak da hızlıdır. Ben çocukların da ağırlıklı olarak gezmekte olduğu Doğal Yaşam / Bilim Bölümünden başladım. Hayvanlarla ilgili açıklamalar ve doldurulmuş hayvanlar. İrlanda’da da vardı bu doldurulmuş hayvanlar. İnsanın aklına Maymunlar Cehennemi filmi gelmesi kaçınılmaz. Keşke çocuklar hayvanları ölmüş ve doldurulmuş örneklerinden öğrenmek zorunda olmasalar. Bu bölümde öğretmenleriyle gelen sevimli öğrenciler var. Charles Darwin’de Edinburgh Üniversitesi Tıp Fakültesinde okuduğu ve hayvan doldurma sanatını bir köleden öğrendiği için onunla ilgili bir bölüm de yer alıyor. Hatta kendi doldurduğu bir kuş bile var. Bir bölümde de yok olan ve yok olma tehlikesi içinde olan canlılar sergileniyor. Dodo kuşu gibi ölü deyimi yanında dodo kuşunun kalıntıları ve bir örneği ki bu doldurma değildi var. ben bu aptal kuşu çok seviyorum. Avcıları tanımadığı için aptal olduğu söyleniyor. Sen hem hayvanı avla, türünün köküne kibrit suyu ek, hem de arkasından aptaldı , en salak kuş buydu diye konuş. Biz insanlar kadar insafsızı yok!
Bu arada müzede doldurulmuş bir platypus da vardı. hayvanatı inceledikten sonra Dünya kültürleri bölümüne girdim. O sırada bir film oynamaktaydı. Dünyanın dört ayrı köşesinden düğün görüntüleri. Şıkır şıkır oynayıp, dini nikah kıyan insanları görünce, ahanda Türkiye dedim. Oturup filmi izleyince görüntülerin Filistin’den olduğunu anladım. İngiltere’de Hint düğünü, bir hıristiyan çiftin düğünü ne olursa olsun hepsinde bir oynama, bir şıkırdama, bu bana çok komik geliyor. Hadi çift seviniyor, dıdısının dıdısı tanıdığı ya da akrabasına ne oluyor da kendisini ortalara atıp göbek atıyor, tuhaf yani. Hele Filistin düğünün de damadın erkek akraba ve arkadaşlarının kadınsız bir arada oynadıkları bir görüntü vardı, en komiği de oydu.
Müzede tekerlekli iskemledeki dört beş kişiye bir tur düzenlemişler, onları ayrıca dolaştırıyorlardı. Tuvaletler de özürlü kişilere göre düzenlenmiş. Müzeyi gayet rahat bir biçimde dolaşıyorlardı. Zaten dışarıda da otobüsler tramvaylar özürlü ya da çocuklu, ellerinde çocuk arabası taşıyanlara uygun düzenlenmiş. Şöförler gayet sabırlı. Kadınlar inip binerken, hadi çocuklu kadınlar demeyelim, herkes inip binerken bekliyorlar. İnenler çıkana kadar binenler dışarıda bekliyorlar, kimse başkasını ezer gibi otobüse koşmuyor. Valiz koyulacak, çocuk arabası koyulacak yerler belli. Ön iki sıra özürlülere ayrılmış, kaç gündür oraya oturan özürlü olmayan bir kişi görmedim. İnsanlar otobüsten inerken şöföre teşekkür ediyorlar. Şimdiye kadar iki katlı koca otobüsleri süren iki tane de genç kadın şöför gördüm. Haa bir de otobüslerde wi-fi var. Binince free bağlanabiliyorsunuz.
Buluşma yerine gittiğimizde hepimiz yalnızca iki bölüm gezebilmiştik. O yüzden yemek yemeye karar verdik. Dışarıda yağmur yağdığı için müzede bir şeyler yedik, sonra tekrar dolaşmaya başladık. Ben bu kez İskoç Tarihi ile ilgili bölüme geçtim. Burası da beş ayrı kattan oluşan, ilk çağlardan başlayarak günümüze gelen bir kısım. Yalnız müze bence güzel düzenlenmemişti. Minik odalara açılan bir tarzı var ki bu benim müzelerde hiç sevmediğim bir tarzdır. Nereye girip nereye girmediğinizi anlamıyorsunuz, bir ya da birden fazla odayı kaçırma gibi bir durum olabiliyor. Belirli bir rota da görüyorsanız, salak gibi dolanıp duruyorsunuz. Üstelik beş katı birden geziyorsanız iyice karıştırabilirsiniz.
Müzeden çıktıktan sonra St Giles Katedralinin içini gezmeye karar verdik. yağmur da durmuştu. Katedral Presbyterianism’in ana katedrali. 14.yüzyılda yapılıp, 19. yüzyılda restore edilmiş.Edinburgh’un koruyucu azizi St Giles’a adanmış.Epey gezen vardı, ama ruhani bir havası olduğunu söyleyemeyeceğim.
Kiliseden sonra kaleye gitmeye karar verdik. Yolda yine tuhaf gösteriler vardı. Her birinin başında bir kaç kişi seyirde. İlk gün gördüğümüz çizerler bugün yoktu. Karikatür çizen adamla, sprey boyayla kısa zamanda resim yapan bir başka genç adam çok ilgi çekiyordu. Bu kez görünmez adama rastladık. Birdolu köpeği gezdiren bir kadın da vardı. Ayrıca yine gayda çalan bir İskoçyalı ile herkes fotoğraf çektiriyordu, Hüsam ile Burak da çektirdiler. Bana gelince en sinir olduğum şeylerden biridir.
Saat beşe gelirken kalenin önündeydik. Girişte koskocaman çirkin bir anfi inşa ediyorlardı. Gösteriler içinmiş. Geçici olarak kuruyorlarmış. O tarihi yapının önünde çok çirkin duruyordu gerçekten. Son giriş saat beşmiş. Ama içerisi çok büyük olduğundan ve altıda da kapandığından burayayarı gelmeye karar verdik. Üstelik yağmur yağmayacağı söyleniyor.
Kalenin yakınında bir kilt dükkanı var, kilt fabrika makinalarını ve bazı başka ayrıntıları da sergiliyor dört katta. Onu gezdik. Her şey çok pahalı. Daha önce Londra ve İskoçya’ya ( Fife Bölgesindeydik daha çok ) geldiğimde kendime ekose etekler almıştım. Daha çok da Edinburgh Wooden Mill’den. O zamanlar banka ve okullarda çalışırken de çokça giyerdim. İskoç eteği o kocaman çengelli iğneleri filan çok severim. Ama şimdi emekli olduğumdan artık ne etek be elbise giyiyorum. Çok önemli bir tören filan olmadıkça. Varsa yoksa pantalon, şort filan. Ama yine de etek gördüğümde bakmadan edemiyorum. Bazen kısacık skoç etek giymiş kızlar geçiyor. Ama buraya geldim geleli etek giyen kızdan çok kilt giyen erkek gördüm. Burada kısa boylu İskoç erkek de yok, tüm hobbitleri biz kapmışız. Adamların çoğu bir doksana yakın. Çok kilolu da yok. Kızlar da hoş kızlar.
Yine caddeleri arşınlayarak aşağı indik. Yollarda pek çok Whisky dükkanı var. Turistik eşya dükkanları da pek çok. Ama poundun çok yükselmesi nedeniyle abuk subuk şeyler çok pahalı. Kendime bir yüksük aldım, bir de geçen gün Grass Market’teki pazardan minik bir kolye saat. Şöyle bir şey :
Akşam azıcık TV seyrettim. Restore edilen evlerle ilgili bir program vardı epeyce ilginçti. Çok yürümekten sırtım ağrıyor. Soğuk da etkiliyor biraz sanırım onun için erken yattım.
Permalink //
Harika fotoğraflar ve anlatımın sayesinde gitmiş kadar oluyoruz.
Teşekkürler, keyifli tatiller.?????